Özgür, cüz-i irade – Potansiyel güç – Nefsin marifeti

Günlük işlerimizin arasında birçok kararlar alır ve uygularız. Aldığımız ve yaşamımıza geçirdiğimiz bu kararları kendi özgür irademizle aldığımızı söyleyebilir miyiz? 

İnsanın özgür iradeye sahip olup, olmadığı çok eski zamanlardan beri gizemini koruyan bir konudur. Cüz-i irade var mı, yok mu? Kararlarımızı veren biz miyiz? Yaptığımız eylemlerden ne kadar sorumluyuz? İnsanın kafasında devamlı cevap aradığı sorulardır.  

Bu konu tam olarak anlaşılamadığı için devamlı yanlış anlamalara neden olmuştur. İnsanlar kendi iradelerinin dışında oluşan Allah’ın yarattığı kader, alın yazısı ile kendi aklı ile tercih yapıp yaşamına yön verdiği alın yazısını(cüz-i irade) birbirine karıştırmışlardır.   

“Hayrıhi ve şerrihi min Allâhû Teâlâ”(Hayrı ve şerri yaratan Allah’tır)

Kulun yaratmaya gücü yoktur. Kul sadece tercihini yapar. Hayır ve şerden birini seçer. Tercih eden kul, tercih edileni yaratan Allah’tır. İnsanın özgür irade ile seçeneklerden birini tercih etmesinden sonra, onun olması Allah’ın yaratmasıdır. Yani yaratan Allah’tır. Kul yaratılmasını tercih etmesinden dolayı o işten sorumlu olur. İnsanın verdiği kararın sorumluluğunu hissederek yaratılmış olan kaderi dünya(sın)da algılamak suretiyle yaşama biçimi onun özgür (cüz-i) iradesidir. 

İnsanın sahip olduğu irade(kader) kendisine verilen yeteneklerden oluşur. İnsan, o yeteneklerden bir tanesi ile bir işe yöneldiğinde o irade cüzi leşmiş, belirlenmiş olur. Cüz-i İrade Allah tarafından insana verilen, dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliğidir. Onu mesul edip, yaptığından sorumlu hale getiren de ona bu tercih yetkisinin verilmesidir.  

Atom altı, fiziğine göre de herhangi bir fiziksel sistem olması gereken durumların bir tanesinde değil birçok durumun hepsinde alternatif seçenekler şeklinde, aynı zamanda, eş zamanlı olarak bulunabilmektedir. Buna göre, herhangi bir anda sonsuz sayıda olasılık vardır. Ve bizler bu alternatif seçeneklerden veri tabanımız doğrultusunda nefs çıkışlı olarak farkında olmadan veya akıl yolu ile gerekli sentezlemeyi yaparak verdiğimiz kararlarla seçimini yaptığımız bir tanesinde yer alırız. Seçimini yaptığımız bu durumdan da sorumluyuz dur.

"Rabbin hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz." (Hicr suresi/92-93),

"Her insanın amelini, yaptıklarını kendi boynuna doladık. Kıyamet günü onu açık bir kitap olarak karşısına çıkaracağız. - Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak nefsin sana yeter.” (İsra suresi/13-14)  

Bu yüzden insan neyi, nasıl yapacağına karar vermekte serbesttir. Seçim yaptığı ana kadarda mutlak bir şekilde seçimini belirleyen bir şey yoktur. Fakat seçimlerinin neticesinden sorumludur.

Bütünde, Allah indinde(anda, zamansızlıkta) her şey (tüm yazılım) alternatif sonuçları ile yazılmış olmuş, bitmiştir. Oluşan fiilin, olabilecek tüm sonuçları, programı yazan tarafından bilinmektedir. Bu (külli irade) Allah'ın takdiri(kader)dir.  

An itibari ile olması takdir edilmiş olan fiilin seçeneklerinden birini, kişinin kendisindeki Allah'ın Mürid(irade) ismi ile aklını(cüz-i irade) kullanarak, tercih yapıp, dünya(sın)da, fiil olarak algılayıp, yaşaması hadisesi, Allah'ın kendi manalarını an itibari ile kulu vasıtası ile zaman ve mekân içerisinde seyredip, bilmesidir. 

Mesela insanda yemek yeme iradesi vardır. İnsan bu kabiliyeti ile karnını doyurmak için kendindeki iradeyi belli bir yönde kullanarak yemek yemeğe başladığında irade cüzileşip, belirlenmiş olur. Buna cüz-i irade denilir. 

İnsan maddi, manevi kendisine verdiği zararları bilmesine rağmen aşırı yeme alışkanlığından kendisini bir türlü alı koyamaz. Sonrada rahatsız olup, pişmanlık duyar. Diyelim ki önünüzdeki masada bir elma ile kaymaklı ekmek kadayıfı var ve siz ikisi arasında seçim yapmakta tereddüt ediyorsunuz. Ekmek kadayıfı güzel görünüyor ama onun sağlığınıza zarar vereceğini bildiğiniz halde nefsinize uyup bu tatlıyı zevkle, haz duyarak yiyorsunuz. Bir müddet sonra ciddi sağlık problemleri yaşamaya başladığınızda pişmanlık duyuyor ve şöyle diyorsunuz: Keşke o ekmek kadayıfını yemeseydim, onun yerine bir elma yiyebilirdim… 

Fakat ekmek kadayıfını seçtiğiniz ana kadar elmayı seçmeniz için bir imkân vardı. Ekmek kadayıfını seçmeniz, önceden belirlenmiş değildi.. Siz seçiminizi yapmadan önce onu seçmenizi kaçınılmaz kılan bir süreç ya da zorlama yoktu. Bu durumda karar verip seçimini yapan, bunun sonucunun karşılığını da alacaktır. 

Yemek ve içmek insanın varlığını sürdürebilmesi için ona verilmiş bir yetenektir. Bu da haz verip, nefse hoş gelen bir şeydir. Nefs bu hazzı devamlı ister. Akıl devreye girip nefs kontrol edilmediğinde kişi bir müddet sonra bu durumun oluşturduğu maddi ve manevi zararları dünya(sın)da yaşamaya başlar.

İnsan var oluş manasını, rabbini, dolayısı ile aklını, üst bilinci, devre dışı bıraktığında komuta kontrolsüz güç olan nefsin eline geçer. Bu da, insanı azaba sürükler. 

"Allah, akıllarını kullanmayanların üzerine pisliği (huzursuzluğu, azabı) musallat eder.”(Yunus suresi/100)

Çünkü insandaki varlık(benlik) olma bilincini oluşturan kişiye has potansiyel esma terkiplerinin manaları o kişinin nefsini oluşturur. Fakat bu manaların sahip olduğu potansiyel enerji(nefs) terbiye edilip, kontrol edilmediğinde insanı felakete götürür. İnsan şuur ve üst bilincini(aklını) kullanabildiği oranda özündeki bu potansiyelin(nefsinin) benlik üzerindeki yapıcı ve yıkıcı etkilerinin farkına varır.  

Nefs ile ruh(bilinci taşıyan holografik yapı) aynı cevherdir. Ruhta mevcut olan 'benlik' (terbiye edilmemiş) mefhumun adı nefstir. Yani ruh terbiye edilmiş nefs, nefs ise terbiye edilmemiş ruhtur.

Bu farkındalığa ulaşan esma terkiplerinden oluşan yüksek farkındalıklı yapı(kişinin Rab’bi) kontrolü ele alarak terkipsel yapının sahip olduğu olumsuzlukları, açığa çıkartma(karşılığını verme, ceza, vb.) özelliği ile nefsi terbiye edip, eğitir. Bu eğitimin neticesinde oluşan farkındalıkla, insan nefsini(potansiyel gücünü) oluşturan esmaların hakikatinin farkına varır. Yani Rabb'ini tanır.

Rabbini bilip, tanıyan, şuur ve üst bilincini(aklını) kullanır. Bilinç ve şuurunu kullanabilmek, kendi üzerine düşünmek ve kendini sorgulamak (tefekkür etmek) demektir. Bunu gerçekleştiren özündeki potansiyeli(nefsini) bilir. Bu suretle olacak olanın önceden farkına varır. Bu suretle kendindeki rabbani gücünü hayrına kullanarak, sistem içinde korunur. Bu da nefsin marifetidir. Bu durum oluşmadan bilinçli bir dönüşüm ve farkındalık sağlanamaz.

İnsanı huzursuz edip, azap veren, Rabb’inin değil de, nefsinin yani varlığını oluşturan esmaların sahip olduğu kontrolsüz potansiyel gücün rehberliğinde hareket etmesidir. Var oluş manası kontrolsüz olarak rabb’inin aksine hareket edende, komuta nefsin(şeytan) eline geçtiği için, kişi kendi varlığının aşikâr olduğu manalardan uzaklaşarak, doğru yoldan çıkar. İnsan nefsinin istekleri doğrultusunda hareket ettiğinde nefs (şeytan) ana manayı örten (kafir) olur. Bu durumda insan rehberinin yani rabb’inin gösterdiği doğru yolu göremez. Bu durumda insanın içinde bir huzursuzluk, mutsuzluk, isyan oluşur. 

Çünkü farkındalıktan uzak kalıp, sahip olunan potansiyel (nefs) üst bilinç (akıl) tarafından sorgulama ve muhakeme ile kontrol edilmediği(nefs, rabbine yönelmediği) sürece, insan yaşamı alt bilinç veri tabanı doğrultusunda nefsani olarak kontrolsüzce yönlenerek, çıktı verir.  

Yani, cüz-i irade kişinin özündeki Allah iradesinin kuldan ortaya çıkışıdır. Çünkü varlığın özü olan kuanttaki atom altı potansiyel başka bir yerde, başka bir boyutta değildir. O tamamen kişinin özünde var olan potansiyel, Rahman boyutudur. İnsan kendini madde bilincinden arındırıp, "şuur boyutuna" yönelirse kendisini burada(özünde) bulur. “Bismillah irRahmanir Rahiym”(Allah manası özümde, özümde sınırsız potansiyel güç ve üretkenlik var)

Burası algılamanın, düşüncenin gücüdür, üretimidir, yaratmasıdır. Algılamaların kuantlara dönüştüğü, atom altı(kuantum) boyutunun açığa çıktığı yerdir. İnsan duyguları, düşünceleri ve düşüncelerinin oluşturdukları ile burada “kuantların(atom altı enerji parçacıkların) rabbi” hükmündedir. Kişi şartlanmalarla kendini sınırlamadığında ben dediğinin aslında hiç var olmadığını fark edip bilincini teklik boyutunda bulduğunda, tüm enerjisi ile buradan çıkar ve rab hükmü ile komutayı devir alır.  

Bu yüzden işin özünde cüzi ve külli irade iki ayrı şey değildir. Çünkü hakikatte varlık tek ve dolayısıyla irade tek dir. Ayrı görmek vehimden dolayısı ile biri, iki görmekten(şirkten) kaynaklanan bir durumdur.

Yani cüz-i irade yoktur, yalnızca küll-i irade vardır. Ne kadar doğru ise, her cüz kendi iradesiyle yaşar, cümlesi de o kadar doğrudur. İkisi de aynı şeydir. Bu durum baktığın yere göre değişir. Beş duyu verilerine dayanarak madde, çokluk boyutundan varlığa bakarsan cüzler vardır. Atom altı bilinç, teklik boyutundan ilimle bakabilirsen cüzler yok, yalnızca küll(bütün) vardır.       

Yorumlar

  1. Tesekkur ederim,her zaman aklıma takılan sorular ve nihayet açıklık geldi .....😊

    YanıtlaSil

Yorum Gönder