Adem ve şeytani boyut

Şeytan bilinci, yüksek zeka ağırlıklı bilinçtir. “Kamil insan” bilincine bu bilince sahip olup, şeytanlıktan korunarak, yani yüksek akıl ile ulaşılır.

Allah'ı hakikaten aklen idrak edebilene göre şeytanın hiç bir hükmü yoktur. Allah'ın aklen, bilinçli olarak hissedilip, anlaşılamaması sonucunda şeytan ortaya çıkarak, var sanılır, sanana göre de var olarak işlevini yerine getirir.

Şeytanı, şeytan yapan, Allah’a secde etmemesi değildir. Şeytan, Allah’ın varlığını, tekliğini biliyor, kabul ediyor. Yani “La ilahe illallah” diyor ve ona secde ediyor. Onu, şeytan yapan, insandaki, hakikat, sırrını, akledip, görememesi yani, "Hakikat-i Muhammediyenin" aslını bir türlü anlayıp, kabul edememesi dolayısı ile “Muhammed en Rasulallah” diyememesinden kaynaklanmaktadır.

Günümüzde, modern bilim de gelişmiş toplumlar, özellikle atom altı fiziğinin tespitlerinden sonra varlığın tekliğini bilimsel olarak kanıtlamışlardır. Yani “La ilahe illallah” demişlerdir. Bu ülkelerde çıkan kitaplar ve çekilen sinema filmlerinde bu mesaj açıkça insanlığa verilmektedir.

Fakat, bu insanlar, yüksek ego ve şartlanmaları nedeni ile Muhammed ismi(suret) altındaki perdenin arkasındaki hakikati(suretsizi) görmek istemeyip, örtüp, inkar ettikleri “Muhammed en Rasulallah” diyemedikleri için de şeytanlaşmaktadırlar. Sonuçta da, ilimleri şeytanları olmaktadır. 

İnsanların çoğu binlerce yıldır var olan her şeyin birbirinden bağımsız yaratılmış madde yapılı nesneler olduğunu savunurken, bir kısım insanlarda gördüğümüz, algıladığımız bu madde yapılı evren’in haricinde yaratılmamış açığa çıkmamış, görüp, algılayamadığımız fakat bizi etkileyen bir boyutun olduğu görüşünü savunuyorlardı..

Bugün bilimin geldiği noktada ise bu iki boyutun birbirinden ayrı iki mekan olmayıp, algılayanın algılamasından doğan “tek yapı” olduğu anlaşılmıştır.

"Atom altı fiziği kuramı" gereği de varlığın iki farklı hali bulunmaktadır; 


Birinci hali; algılama olduğu anda madde yapı yaratılmış olarak, kişinin dünya(sın)da var olarak açığa çıkar. 

İkinci hali; algılama olmadığında, 'kuantum mekansızlık prensibi' gereği aynı anda evrenin her yerinde sınırsız, sonsuz yaratılmamış ”olasılıklar” halinde frekans dalga olarak bulunur.

Beynin dünya yaşamında oluşturduğu 'veri tabanı' ile gelen dalgaları değerlendirip, yorumlaması sonucu bilinçte oluşan algı, her boyutta (dünya yaşamı, rüya, ölüm ötesi) “madde” zannını oluşturmaktadır.
  
Kişi algıladığı “an”da madde dünyası bulunduğu boyut itibariyle görüntü (için, dışa projeksiyonu) olarak oluşmakta ve kişi bu madde dünyanın fizik kanunları ve “nedensellik-sonuç ilişkisinin” sınırları içerisinde varlığını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Yani, insanın "bilinci" sınırlı, sonlu bir yaşama hapis olarak “beden kabrinde” yaşamaktadır.

Efsanevi kral Midas'ın dokunduğu her şeyin altına dönüşmesi nedeniyle, bir ipeğe dokunup, onun yumuşaklığını hissedememesi gibi, insanda algıladığı her şeyin maddeye dönüşmesi sebebiyle, bilincini birimsel varlık olgusundan kurtarmadan sonsuzluğun, sınırsızlığın teklik bilincinin hakim olduğu o cennet diye tabir edilen boyutu deneyimleyemez.

Bundan dolayı kişi kendisini sadece madde beden zannı ile tanıyıp kabullendiğinde, tüm yaşamı algılaması da "madde bedene" dönük olarak yaşanmaktadır. Maddeye dönük yaşam, demek maddenin çekim alanı içersin de olmak demektir.

Ne kadar çok maddeye dönük düşünce ve fiiller (cinsellik, mal, mülk, sahiplenme vs.) ortaya koyarsak o kadar çok madde bedenimiz ağırlaşır. Bu da fizik yasalarına göre; “kütle = çekim gücü = negatif enerji“ olduğundan kütle ağırlaştıkça, dünyaya dönük çekim gücü artar ve kişi dünya çekim gücünden kendini kurtaramaz. Dünyaya bağımlı hale gelir.

Çünkü yaşamı boyunca bedene dönük yaşamın getirisi olarak negatif (günah) üretip, pozitif (sevap) üretemediğinden dünya(sı)nın çekim alanından (kozasından) kendisini kurtaracak enerjiden mahrum kalmıştır.

İnsanda “iki bilinç seviyesinden” güç açığa çıkışı vardır. Kişi hangisi ile uyumlanırsa o evrensel bilinç katmanı tarafından desteklenir. Birisi her şeyin birbirinden bağımsız varlıklar olarak ayrı ayrı algılandığı ayrılık ve hükmetme özellikli “şeytani boyut” diğeri ise her şeyi tek de toplayan (tevhid) her şeyin olması gerektiği gibi olduğu kabulü ve bilinci ile yaşanan “teslimiyet = islam” boyutudur.

Ego (şeytani boyut) nefret, kıskançlık, korku, ayrılık damarlarından beslendiği için kişiyi tek bilincinden uzaklaştırıp, günah (negatif) işleterek, özünden habersiz bir şekilde kozasının içinde oluşturduğu dünya(sın)da, kendisini madde beden olarak görmesini (algılamasını) sağlayarak kendi varlığını devam ettirmeye çalışır.


Ego (şeytani boyut) bilinci beden ve dünyaya dönük bir şekilde aşağıya çekerek, kişiye gerçekte bir bütünsel, bilinç varlık olduğunu unutturup, “Tek” olanı bilinçte ayrı ayrı birimlermiş gibi algılatarak “ben ve diğerleri” ikilemi içerisine sokar.


Hakikati fark edemeyen kişi, ego "ben" düşüncesi ile oluşan sahiplik olgusunu, koruma ve yaşatabilme gayesiyle, bilincinde oluşturduğu "diğerleri" ile devamlı bir savaşın (ateşin) içerisinde "cehennemini" yaşar.


Çünkü “ego” kendini ayrı bir yapı sandığı için kendisini savunmak, korumak, varlığını sürdürmek istemektedir. Varlığının teslim olmakla yok olacağını sanmaktadır.

İnsan, kendisini birimsel, bütünden ayrı bir beden varlık, kabul ederek (çokluk aleminde) bu bedene dönük bir bilinç ile yaşadığı sürece farketse de, farketmese de kabullendiği hal o kişiye “cehennemini = tek’den ayrılığı” her an yaşatmaktadır.


Bu konudada, şeytanın en büyük silahı kişinin kendisini beden olarak kabul etmenin belirleyicisi olan “cinselliktir.” Bu yüzden kutsal kitaplarda kişide cinsel dürtüler oluşturabilecek davranışların günah (negatif) olduğu belirtilmiştir.

Aslında, insan, birimsel olarak "ben yokum" bilinci ile teslimiyet içerisinde yaşayabilse, ne varlığı nede sahip olduğunu zannettiği ve dolayısıyla savaşacağı bir şey kalmayacağı için, teslimiyetin (İslamın) verdiği huzurla yoklukta ki varlığı, “cennetini” yaşayacaktır.

Fakat, insan farkındalığa ulaşıp, egosunu kontrol edebildiği, "bilincinin kıyam’et ine" yani bütündeki,  tekdeki dirilişine (farkındalığına) kadar “şeytani boyut ile mücadele”devam eder. Bu olay Kuran da (Araf suresi/11-18) “Şeytan bana diriliş anına kadar mühlet ver dedi” (Allah da) “sen o vakte kadar, mühlet verilenlerdensin dedi” şeklinde ifade edilmektedir.

Kişi, şeytani boyutu (egoyu) devre dışı bırakıp, belirli bir farkındalığa ulaşabildiğinde "insansı bilinç yapısından "kamil insan" olmanın ilk aşaması olan kutsal kitaplarda “Adem” ismiyle kodlanmış olan bilinç boyutuna geçer.


Kişinin bilincinde, “Adem boyutu” oluşmadan önce, zihin “ins” (gündelik bilinç halleri) ve “cin” (bilinç altı saklı kişilik) etkisinde veri tabanında oluşan halleri yaşamı (dünyası) olarak algılar.



Bu aşamada, genetik ve çevresel faktörlerin oluşturduğu şartlanma ve değer yargılarının veri tabanını, programlaması ile oluşan çokluk (şirk) halleri kişiye zihninde cehennemi =Allah'dan uzaklığı yaşatır.

Adem, ismi ile kastedilen geçmiş zamanda yaşamış tek, bir kişi değildir. "Adem" her zaman diliminde insansı (içgüdü ve şartlanmaları ile özünden uzak) yaşamdan, farkındalık sahibi, bilinçli "kamil insan” olma haline geçişin “ilk aşamasıdır.”


Adem, bilinç boyutuna geçen kişi, gündelik yaşamı içerisinde, şeytani boyuttan gelen (cinsellik, vehim,vesvese vb.) yüklü  frekans dalgalarını, gerekli çalışmaları (ibadetleri) yapıp, pozitifi (sevap) veri tabanında oluşturamadığı için bilincini kontrol edemeyerek, Teklik bilincinden = Allah’dan, uzaklaşarak kendisini tekrar, madde beden algılaması ile dünya(sın)da ki mücadelesinin, savaşının içerisinde bulur.

Bu da Kur'an da (Araf suresi) “(şeytan) Beni ateşten(frekans dalga) yarattın, onu çamurdan (madde) onları senin doğru yolundan saptırtmak için bende mühlet verilen güne kadar, elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım.” şeklinde ifade edilmiştir.

İnsanın kendisini bütünden ayrı birimsel bir beden olarak müşahede etme ve bunu yaşama hali, Kur'an’da “Adem ve Havva’nın cennet’ten indirilmesi, kovulması” diye tarif edilmiştir.

“Cennet” varlığın tek olduğu bilinci ile, kendi hiçliğini idrak ederek tek olan varlığa (Allah) tam bir teslimiyet içerisinde yaşanan ve bunun sonucunda neden-sonuç ilişkisi olmaksızın özgürce, sınırsızca, çabasızca her istediğini, düşündüğünü anında kuvveden-fiile çıkarabilme, oluşturabilme halinin yaşamıdır.

Yani Adem ve Havva’nın cennetten dünyaya indirilmesi, mekansal bir indirilme olmayıp “teslimiyet = islam” bilinci içerisinde yaşadıkları ilahi güçlerle tahakkuk etme halinden, bedenli, kayıtlı, kısıtlamaların hakim olduğu dünya fizik yasaları ile sınırlı bir yaşama geçmeleri olayıdır. 

Adem, kendisini bir beden varlık olarak algılamadığı zaman süreci içerisinde özgürce, sınırsızca, çabasızca her istediğini, düşündüğünü “anında” olşturabiliyor, fiiliyata geçirebiliyordu. Bu olay Kur'an’da (Taha suresi/119) “Oradayken sana acıkmak, açıkta kalmak yoktur. Sen susuzluk çekmezsin, Güneşten de yanmazsın.” diye ifade edilmiştir.

Adem ve Havva’nın cennet’ten indirilmeleri ile kaybettikleri şey işte bu arzuladıkları, istedikleri her şeyi anında çabasız elde etme, anında yaşamlarında hazır bulma konforudur. Çünkü benliğin olduğu “dünya aleminde” Her şey, hikmet (neden-sebep-sonuç) ilişkisi içerisinde "mücadele" ile elde edilebilmektedir. Yeme, içme, barınma, korunma ve tüm ihtiyaçların karşılanması için çalışmak ve bunları korumak için mücadele etmek savaşmak gerekmektedir.


Kişi bu hakikatleri farkedip “Ademliğe” tamamen yerleştikten sonra “özündeki resulleri" oluşturan boyutları  hakkını vererek bilincinde açığa çıkarabilirse sırasıyla “Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed” bilinç boyutlarına, makamlarına yükselerek tek olan Allah'a olan yolculuğunu sürdürür.

Aslında, olan, biten bizim kendi “alt bilinç” boyutumuzun dışa yansımasıdır. Bizden bizedir. Dışarıda bizimle uğraşan yoktur. Bizdeki ego “şeytani boyut” birimsel yokluğu, teslimiyeti seçen yanımız olan meleki boyutla savaşmaktadır.


Din, insanı şeytani boyutun kurbanı haline getirecek negatif şeylere “günah” ismini verirken, Huzur içinde sınırsız ve sonsuzluğun yaşandığı tüm istek ve arzuların hiçbir çabaya gerek kalmaksızın anında gerçekleştiği cennet boyutuna taşıyacak  enerjiyi sağlayacak pozitif düşünce ve davranışlara ise “sevap” ismini vermiştir.


İşte, din(sistem) adı altında bize tavsiye edilenlerin, bir tanrının kendi istek ve arzuları doğrultusunda ortaya koyduğu hükümler olmadığı, tamamıyla evrensel sistem ve düzenin işleyişi ile ilgili olduğu, bugünün modern bilimin(atom altı kuantum fiziği, holografik evren, vb.) tespitleri ile çok daha iyi    anlaşılabilmektedir. 

Fiziksel, bedensel mutasyon neticesi evrimle gelen nesil, “insansı”(insan görünümlü yaratık),- Bilinçsel tekamülünü sağlayarak Adem ile gelen nesil ise “insan” adını alır.

Allah’ın bir topluma rahmet ve merhametinin işareti odur ki, onları yönetenler “insan” sınıfındandır. Allah’ın bir topluma gazabı ve celalinin işareti odur ki, onları yönetenler “insansı” sınıfındandır.

“Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir." (İsra suresi) - “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Hz. Muhammed(sav)

Yorumlar