Ben yazılımlı varlık – İnsan

Sanal bir veri tabanı yazılımı ile oluşturulmuş varlık zannını “ben” diyerek kimlik edinmiş olan insan, kendisine has yazılımdan(terkip) oluşan programı (kader)ile gözlerini açtığı kozasında yaşamı bu yazılımın sınırları içerisinde algılayıp, yaşamaya başlar.

Bu sırada, çevresinden sürekli bir beşer olduğu yönünde mesajlar alır. Gelen bu mesajlar ona devamlı bireysel bir varlık olduğu bilgisini aşılar. Bunun neticesinde, kendisini bütünden ayrı bireysel bir varlık olarak algılar. Bilinci bu ben merkezli, beşer örtüsü ile örtülür.

Kendisinde doğal işleyen rabbani işlevin farkına varamadığı bu süreçte, bilincine örtü üzerine örtü örtülür. Bu örtü hakikati ile arasındaki perde olup, bütünsel, sınırsız boyutu fark edip, algılamasını sağlayan kalp gözünüde kapatır. 

”Onların kalpleri vardır, anlamazlar. Gözleri vardır, görmezler . Kulakları vardır, duymazlar. Bunlar hayvanlardan da daha aşağıdırlar. İşte bunlar olup, bitenden habersiz olan gafillerdir.”(A’râf Suresi /179. Ayet)

Genetiğinden getirdiği, iç güdü ve çevresel faktörlerin tetiklemesi ile yaşamında sahiplenme, kibir, hırs, nefret, kaygı, vb. gibi duygular ortaya çıkması ile de “ben madde bedenim” inancının oluşturduğu kalın duvarlarla, eşyanın hakikatini göremeyip, hakikatinden iyice perdelenir.
“Allah'ım! Bana eşyanın hakikatini göster” Hz. Muhammed (sav)

Oluşan “ben perdesi” ile hakikatinden gittikçe daha çok perdelenen insan zihni, bu süreçte özündeki üst derin boyutları oluşturan ana varlığından uzaklaşır. Fakat kozasında, sıkışan beden algısındaki zihin, ana yapıdan bihaber olsa da, bilinçaltı ayrı kalmanın eksikliğini her an hisseder. 

Çünkü, insan aslında fıtratı gereği diğer varlıklardan ayrı olarak bütünsellik ve tek’lik ilmine vakıf olabilecek kapasite ile yaratılmış bir varlıktır. “Biz insanı en mükemmel şekilde yarattık.”(Tin Suresi/ 4. Ayet)

Bilginin bilinçaltında kayıtlı olması nedeni ile de, iletişim bağları incelmiş olsada ben kimliği ile oluşan varlık, bütünden ayrı kalma durumunun oluşturduğu aidiyet duygusunu, içsel olarak hissedip, eksikliğini duyar. Bu durumun yol açtığı tamam olamamanın yol açtığı, tatminsizliğinin verdiği sıkıntı ve bunalım hallerinin oluşturduğu belirsizlikleri yaşar.  

Bu eksiklik ve belirsizlikten kurtulmak için sosyalleşme çabası içine girip, politik, ideolojik, sportif, mistik, kulüpler, örgütler, dernekler, cemaatlere olan fanatizmi ile aitlik hissini doyurmaya çalışırken, bir taraftanda aşırı yeme, içme, tüketim hırsı, şehvet, alışveriş, vb. yollarla da duygusal, bedensel haz merkezlerini geçicide olsa tatmin etmeye çalışır. 

Fakat bu tatmin araçlarının etkileri geçtiğinde, arş’tan uzaklaşıp, gittikçe dibe inen ben merkezli kişilik yapısı, kendisini dibe çeken kaygıların bağlarından koparacak daha güçlü arayışlar içine girer. 
Alkol, uyuşturucu ve uyutuculara (seks, alışveriş, spor, vb. fanatizmler) geçici mutluluk seansları ile kandırılan zihin, uyuşturulup, uyutulmaya çalışılır.  

Kişi, bu süreçte gittikçe dozajı artan sarhoşluğu, uyuşturuculuğu daha çok kullanmaya yönelerek, egonun içten içe bıktıran sonuçlarını bir an da olsa def edip, içsel okyanusa temas edip, ona ulaşma, eksik olanı yakalama çabalarında bulunsa da, uyuşturucuların etkisi geçip, zihin uyandığında, dünya(sı)nın tüm yükünü tekrar omuzlarında hissetmeye başlar.

Korkuları ve kaygıları ile karşı karşıya kalır. Çaresizliğin getirdiği uyuşturuculara teslimiyet ile mutsuzluk bir bağımlılık haline gelir. Uyutma, uyutulma seanslarına her seferinde artan dozajlarda yeniden başvurulması ile bu kısır döngü kendini tekrar eder.

Acı, negatiflik zevk haline dönüşür. Benlik olumsuzluklardan, acılardan beslenir. Bütün olumsuz düşünceleri iştahla yutar. Kendini bulduğu arabesk, metal ve benzeri müzik ve filim türü yayınlarla iyice tahrik olup, gerilir ve isyan etmeye başlar. 

İnançsızlığın ve dolayısı ile teslim(islam) olamamanın verdiği boşluk ile içine düştüğü, korku ve  kaygılarından uzaklaşıp, kaçabilmek için uyuşturulup, uyutulan beyinlerin, alışkanlık haline getirdiği bağımlılığın gittikçe artması ile, insan, hakikatinden iyice uzaklaşıp, Allah’ın kulu olup, huzurda olmak yerine, bağımlılıklarının esiri olup, huzurdan gittikçe uzaklaşır. 

Oysa ki!. İnsanlığın yaşadığı tüm korkuların, kaygıların, stresin, azap ve mutsuzluğun altındaki sebep, olaylar arasındaki bağlantıyı, evrenin özündeki bütünlüğü ve mükemmel işleyen sistemi göremeyip, kendi dışındaki her şeyi, ötekiler olarak algılayarak, sahiplendiklerini ,koruyup, kontrol edebileceği zannı ile bilincini soktuğu ağır yükün altında duyduğu aciziyetinin içsel feryadıdır. 

Sahiplenmeye devam ettikce de, dışarıdaki,  ötekiler artarak var olmaya devam eder  ve sonuçta kişi, bunlarla uğraşarak, kendisini tüketip, bitirir.

İnsanın kurtuluşu, öncelikle evrene şartlanmış, klasik bakış tarzı ile birbirinden kopuk, bağımsız madde yapılı bireyler olduğu zannıyla bakmak yerine, gören ile görülenin bir olduğu “tek” bir bilinçle bakabilmesinden geçmektedir. Bunu da kendi bilincinde oluşturacağı bir yenilenme  ile oluşacak “yeni bir bakış açısı” ile gerçekleştirebilir.

Bunun içinde, insan iç dünyasına, dışarıdan bakıp, kendi  özeleştirisini yapmak sureti ile, oluşturacağı yeni değer yargıları ile farkındalıklı yeni bir kimlik oluşturabilmelidir. Öz eleştiri yapamayan vicdanı devreye sokamayan insan diğer boyutlara açılan kapıyı baştan kapatmış olur.  

Derinliği olmayan, tek noktadan ego ile bakılan dışa dönük yaşamdan, içe yönelebilen insan, bilincine atacağı yeni formatla, kendisindeki ilahi manaları güncellediğinde, ulaşacağı yeni geniş bakış açısı ile pasif alıcı konumundan, aktif vericiliğe(infak) geçebilirse, kendini değil, bütünü düşünen insan konumuna gelir.

Çünkü ontolojik yükselmenin başka bir yolu yoktur. Bir üst kata çıkmanın temel şartı vermektir. Kur’an da “infak” ve “isar” kelimeleri geçer. “İnfak” sahip olduklarından, bunları elden çıkarmak zor bile gelse, canını yakacak oranda ihtiyaç sahiplerine vermek demektir. “İsar” ise başkalarını kendinden daha çok düşünmek demektir. 

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar (başkalarına karşılıksız olarak bağışlamadıkça) asla "Birr"e (hayra, iyiliğe ) eremezsiniz.  Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını da halkeder” (Ali imran suresi/92. Ayet)

“Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile isar ile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte ancak onlar felah (kurtuluş) bulanlardır.”( Haşr Suresi /9. Ayet)

İhtiyacı olanın ihtiyacını gidermek amacıyla kendi sahip olduklarından (maddi, manevi) Allah rızası için, teklik şuuru idraki ile gönülden veren (İnfak eden) onu kendisine verdiğini bilmelidir.

Bu bilinç ile verilen sistem gereği, teklik (Allah)dan, çokluğa (varlıklar alemine) çıktığı için bir iken, bin olmaktadır. Yani yapılan fiilin dönüşü bin olarak gerçekleşmektedir. Bu sırrı idrak eden, değerlendirip, sistemi kullanır.

Çünkü, yer yüzünde, Allah'ı, Allah olarak arayanlar onu bulamazlar. Allah, bu alemde insanda gizlenmiş, varlık örtüsüne bürünmüştür.

“Ben mekânın mekânıyım! Benim mekânım olmaz! Ben insanın sırrıyım!”
“Hiçbir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!”
”Yemem, fakîrin yemesidir; içmem de fakîrin içmesidir!”
"Fakr ateşiyle yanan ve ihtiyaç ateşiyle münkesir birini görürsen yaklaş ona; şüphesiz ki benimle onun arasında perde yoktur!" (Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hz.) 

Bunun farkındalığına ulaşanın bilinçaltındaki kördüğümleri çözülür ve bilinçsel manada yataydan, dikeye yükselerek, bütünselliği ile kurduğu bağlantı ile özüne “miraç” yolculuğuna içindeki Adem’i (hakikati algılayan ilk şuurlu bilinç basamağı) yaratılmış olarak başlar ve diğer şuurlu bilinç boyutlarını (Nuh, İbrahim, Musa, İsa, vb.) sırasıyla hakkını vererek bilincinde açığa çıkarabildiği taktirde de, beşer olmaktan, gerçek insan (kamil) olmaya giden yolculuğunu sürdürür.

Yorumlar