Düşüncenin yaratımı - Cehennem ile arınmak
Hz.Muhammed(sav) "Vallahi, ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar, tövbe ediyorum" buyurmuştur. (Peygamberler, Allah’ın kulu ve Resülü’dür.” Fakat masumiyetleri, Vahyin geldiği (Resul) anlara mahsustur)
Bu yüzden, herkes Allah dostu da olsa terkipsel esma yapısının oluşturduğu etki altındadır, kuldur. Gündelik alt bilinç hallerinin getirisini yaşamında çıktı olarak alır. Getirilerini de bir kul olarak yanarak (sıkıntı, bunalım, vb.) yaşar.
Önemli olan içinde bulunduğu, alt bilinç hallerinden en kısa sürede durumun farkına vararak, yüksek bilinç hallerine yükselebilmektir. Farkındalığa ulaşıp, uyananın, yanması biter. Bu farkındalığa ulaşıp, hakikate uyanma süresi de kulun Allah'a yakınlığı oranında hızlı gelişir.
Özgür irademizle yaptığımızı zannettiğimiz seçimlerin, belirsizliğinin ardında belirleyici bir “düzen” vardır. Tohumda ağacın her hali, her anı saklıdır. Her şeye, herkese kendi var oluş nedenlerine göre bir takım özellikler takdir edilmiştir. Kimden ne çıkacağı, kimin ne olacağı biz bilemesekte bellidir.
Göremediğimiz kadar küçük bir hücrenin içindeki “gen” de kişinin hakkındaki tüm bilgi yazılıdır. Saçındaki, gözündeki, kulağındaki her hücrenin ne için var olduğu, sonuçta ne olacağı, neyi meydana getireceği, tüm programı daha o var olmadan bellidir.
Bundan dolayı her şey var oluş şekli ve programı ile Allah’a teslim olarak yaratılmıştır. Her şey ne için yaratılmışsa, o yaratılışın gayesi için gereğini yerine getirmektedir. Bu yüzden yaratılmış olan bütün varlıklar Allah’ın sistemine uygun olarak programları doğrultusunda fiilleri ortaya koymaktadırlar.
Tüm varlıklar teslimiyet, rıza içersin de programlarına tabi olarak yaşarlarken, insan ise aklı, düşünceleri, niyetleri ile bir sonraki olumlu veya olumsuz anını oluşturan varlıktır. Çünkü, insan yer yüzünde Rab (halife) olmak için yaratılmıştır.
İnsan Rab işlevi ile yeryüzünde madde aleminde halifedir. Yani Allahın tüm manalarını (esmalarını) kullanabilme yetkisine sahiptir. İnsan öz’ündeki bu kuvveleri farkında olarak veya olmayarak dünya(sın)da açığa çıkartmakta, algılanır kılmaktadır.
Zihin, Rab özelliği ile madde aleminin yaratıcısı ve hakimidir. Dünyamız bilinçaltımızdaki alemlerin ürünü, gölgesi, yansıması olarak açığa çıkmaktadır. İnsan, Rab özelliği ile var olanı algılayarak, batından, zahire çıkararak oluşturmaktadır. Yaşadığımız her şey, beş duyunun algıladıklarının, beyin veri tabanınca işlenmesi ile var olur, var sanılır.
İnsan, Rab(halife) işlevini düşünceleri ile ortaya koydukları ile gerçekleştirir. İnsan aklı ile ürettikleri ve düşünceleri ile "Rab" işlevini kullanır. Bu işlevi tetikleyen temel fonksiyon ise güçlü inanç “iman”dır.
İnandığımız da duygu ve düşüncelerimiz güçlü dalgalar oluşturup, kuantum boyutunda benzer frekanstaki dalgaları kendine çeker ve bu dalgalar madde boyutunda, dünya(mız)da kabullendiğimiz gerçeğimiz olarak açığa çıkarlar. İnsan düşünür ve düşünceleri ile insanlık aleminde yerini alır.
Güvenmeyen, inanmayan yani iman etmeyen düşüncenin gücüne yönelip onu kullanamaz. Ondan mahrum olur, madde hapsinde tutsak, bilinçsiz, mutsuz bir hayat geçirir.
Düşünce, arzu ve isteklerimiz bir enerji olduğundan, bir çekim alanı oluşturmakta ve yaşadığımız deneyimler, çekim yasası gereği ihtiyaçlarımıza karşılık oluşmaktadır. Güçlü tüm istekler kuantum boyutuna sıçrar, benzer dalgaları kendine çeker. Güçlü isteklerin hiç biri yok olmaz, karşılığını alır. İnanılmayan, unutulan, tekrarlanmayan düşünceler ise zayıf dalgalar oluşturacağından, bu yolculuğa güç yetiremeyip, güçlü çekim oluşturamazlar.
İnsanı dünya(sın)da kilitleyen de, açan da güçlü negatif veya pozitif, inanç (iman) dolu düşünceleri ve bu düşüncelerin yansıması olan duygu, his, hallerin yaşamında oluşturduklarıdır. İşin başı, beynimizden geçirdiğimiz düşüncelerimizdir. Gerisi onun hayata yansımalarıdır. Bu gün yaşadıklarımız, geçmişteki düşüncelerimizin, hayallerimizin ürünüdür.
Herkesin programı ayrı olduğundan, hiç birimizin şartları eşit değildir. Doğal olarak yaşamda eşitlik yoktur. Yaşam herkes için yaratılış programına dönük olarak imtihan denilen, kişiye özel soru ve cevaplardan oluşmaktadır. Herkes kendi yaratılış programı (fıtratı) doğrultusunda sorulara muhatap olarak sınavını vermektedir.
Bu yüzden kendimizi madde beden sanıyoruz. Beyin veri tabanına giren virüs (vehim ve vesvese)lerin oluşturduğu korku, hüzün, tasa ve kaygılarla dolu dünya(mız)da, bilincimiz madde bataklığına saplanmış durumda, ilmimiz ne kadar artsa da, halimizi ne kadar düzeltmeye çalışsak da, bu virüslerden dolayı şuurumuz maddeye dönük bilinç kirliliği ile örtülmeye devam ediyor.
Kişi dünya(sın)da korkularını, kaygılarını aşamamışsa virüs (vehim ve vesvese)lerden beynindeki veri tabanını temizli yememişse ölüm olayı ile birlikte sonsuza kadar kullanacağı ışınsal bedenine(ruhuna) transfer ettiği sağlıklı olmayan veri tabanının ona getireceği azaplar ileride çok daha büyük ve şiddetli olacaktır.
Dünyada da, ahirette de korku ve hüznün kaynağı, kimileri için malını, parasını kaybetmek, kimileri için canını, sağlığını kaybetmek, kimileri için yakınlarını, sevdiklerini kaybetmek kimileri için de makamını, şanını, şöhretini kaybetmektir. Kişi neden korkuyorsa, korktuğu şeyi kendine çekmeye başlar.
Ve bu mana yeterince kuvvetlenince, güçlenince "Allah sistemi" de bunu istek alır ve kişiyi korkusu ile yüzleştirir. Çünkü Allah kimsenin korkusu ile sonsuza kadar kalmasını istemez. Korkusu ile yüzleşip ondan arınmasını ister.
Kişiye cehennemini yaşatan dünya(sın)da sahiplendikleridir. Bu mal sevgisi ise, malından arınmadan asla bu korkuyu, bu korkunun oluşturduğu içsel yanmayı (cehennemini) üzerinden atamayacaktır.
Sistem, kişiye sahiplendiğini (malını, sevdiğini, sağlığını, vb.) kaybettirir ki!. kaybetmeyi tatsın da, korkusundan arınsın, bir hiç olduğunu fark edip, yanmasını bir an önce bitir sindir buradaki amaç...
"Teslimiyetin/İslamiyetin" verdiği uyanışla ulaşılan farkındalıkla sahip olduklarının farkına varan insan, şükür, rıza, teslimiyet içerisinde kaybetme korkusundan arınmış olur. Ve sistemin bütünselliğine dahil olup, Allah’ın muhatap alanı içerisine girerek, huzur ve mutluluğu (cennetini) bu farkındalıkla sonsuza kadar bulunduğu her boyutta (dünya, ölüm sonrası, rüya, vb.) yaşamaya devam eder. İşte bu Rahman'ın, Rahmetidir.
İnsanın, dünya yaşamında başına gelen sıkıntılar, aslında, onu uykusundan uyandırmaya veri tabanını virüslerden temizlemeye dönük hallerdir. Rahmanın Rahmeti sıkıntıda gizlidir. Tıpkı acı ilacın içinde şifanın saklı olması gibi..
Allah’ın sistemi Teklik içerisinde mutlak teslimiyet üzerine işlemektedir. Bu da Kuran’da (Bakara suresi/112) “ Rıza (teslimiyet) halini yaşayanlar, huzura erecektir. Kim muhsin (olumlu) olarak vechini (kendini) Allah’a teslim ederse ona korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” şeklinde ifade edilmiştir.
Biz varlıklar ve iradeleri görüyor. Suçluyor, kınıyor, kızıyor, kırıyor, yanlış, noksan, çirkin, görüyor hayatla kavga ediyoruz. Tekliği değil çokluğu, Kaderi değil kederi, görüyoruz. Fakat sistem mazeret kabul etmez ne ekti isek onu biçiyoruz. Düşüncelerimizle ektiklerimizi, hayatımız olarak yaşıyoruz.
Gerçekte varlık sınırsızdır. Varlığı sınırlayan veri tabanınca oluşan algıdır. Sınırlanmış algı sınırlı varlık var sanır. Dünya da Allah’ın rızkı herkese yaratılış programı içerisinde ihtiyacı oranında, her yerden bol, bol gelmektedir. İnsanlar düşündükleri, yapıp ettikleri, vehimleri ile veri tabanlarını daraltıp, sınırlayarak kendilerine açlık ve korku elbisesini giydirmektedirler.
Çünkü yokluktan kaynaklanan sorunlar sınırsız olanı beyin veri tabanında sınırlamanın neticesi olan yokluk korkusundan kaynaklanmaktadır. Kişi bu korkusunu devamlı yayarak korktuğu şeyi kendisine çekmeye başlar. Ve sistem de her yoğun, güçlü düşünceyi olumlu-olumsuz ayırımı yapmaksızın bir istek olarak değerlendirip kendine çeker. Bu da Kuran’da “İyyake na’budu ve İyyake nesta’iyn” (Yalnız sana kulluk eder, Yalnız Senden Yardım Dileriz.) şeklinde ifade edilmiştir.
Yani, kuantum boyutundaki enerji parçacıkları olan kuantlar(melikler) kişinin bilincinde oluşturduğu istek ve arzularını olumlu- olumsuz, yapıcı-yıkıcı, iyi-kötü hiçbir ayırım yapmaksızın, sorgulamaksızın hepsini bilincin istek ve arzuları olarak değerlendirip benzer dalgaları çekip kişinin Dünyasında ki, fiilleri oluşturmak suretiyle tam itaatlerini, kulluklarını yerine getirirler.
İnsan kendini madde bilincinden arındırıp, şuur boyutuna yönelirse, aklının ve düşüncelerinin Rab işlevini fark edip, doğru yolda kullanırsa halifeliğinin gereğini yaşamaya başlamış olur. Burası insanın indidir, şuur boyutudur, düşüncenin gücüdür, üretimidir, yaratmasıdır.
İsteklerin, arzuların karşılığı insanın özünde mevcuttur. Özde olana kavuşma özlemi insanda istek olarak açığa çıkmaktadır. Olmayan şey, istek olarak açığa çıkmaz, yok olan istenemez, istenen, var olandır.
Bu da, Kuran’da “ Bismillahirrahmanirrahim” (Allah manası öz’ümde, öz’ümde sınırsızlık manası var, sınırsız güç ve üretim var) şeklinde ifade edilmiştir.
Bu da, Kuran’da “ Bismillahirrahmanirrahim” (Allah manası öz’ümde, öz’ümde sınırsızlık manası var, sınırsız güç ve üretim var) şeklinde ifade edilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder