Dünya cehennemi - Şerri istemek - Nas suresi

Bir insanın manası güzel olsa da, nefsi o manayı örtmüşse ve ona göre hareket ediyorsa, o insanın içinde ezeli bir mutsuzluk oluşur. Bu mutsuzluk onu Allah’tan da, kuldan da, yaşamdan da uzaklaştırır. Bu mutsuzluğun adı, Dünya cehennemidir. 

Bunu oluşturan farkında olmasa da insanın kendisidir. Aslında insan kendisi istemedikçe, inanmadıkça dışında sandığı şeylerin ona zarar vermesi mümkün değildir. Fakat insan kendisi için hayrı istediği gibi, farkında olmadan şerri de kendisi ister. 

Çünkü! İnsan hakikatini unutmuş, dışsallık zannına kendisini öylesine kaptırmış ki! Yaşamında oluşanların, Allah sistemi gereği kendi esma terkibinden açığa çıkanlar olduğunun farkında olmadığı için, hakikatinden uzak yaşamanın verdiği cehalet ile fıtratında sahip olduğu özelliklerin dahi adını anmaya korkar olmuş.. 

Kendindeki, rabbani gücün ve bu suretle işleyen sistemin farkında olmayan insan, inancını kaybetmiş, her şeyini ötedeki tanrıya havale etmiş, kendinden perdeli bir şuurla ne yaptığını bilmeden kontrolden uzak olarak yaşamaktadır.

Oysa! insan varlığı tek ve bütün olarak görüp, hakikatte ne yapıyorsa, kendine yaptığının farkında olmalıdır.

Bunun içinde, insanın öncelikle hakikatini fark ederek, Rabbinden(kendi esma terkibi hakikatinden), Allah’a(tüm esma terkiplerin orijini sınırsız-sonsuz esmanın hakikati olan alemlerin rabbine) yönelmesi gerekir.

Allah'a yönelende, “Vahid-ul Kahhar”(tek olan, güç ve hüküm sahibi) idraki ile “Allahu Samed”(hiçbir ihtiyacı ve kimseye muhtaç olmayan) şuuru oluşur. Bunun neticesinde insan, ötedeki ilah zannından arınır, kendinden işleyen Allah sisteminin farkına varır.

Bu farkındalıkla da, kapasitesi oranında sahip olduğu rabbani gücünü, sistem içerisinde kullanarak korunur.

Çünkü! İnsan beyni, her an çevresindeki insanlardan(ins) ve bilinçaltından gelen cin’ni(gizli) yayınların bombardımanı altındadır. İnsan, bu yayınların farkında olmadığı için, gerekli korunmayı oluşturup, hayrına şekillendiremez. Bundan dolayı da sahip olduğu sistemi kullanamadığı gibi, gerçek bir korunmaya da sahip olamaz.  

Vehim(tasa, kaygı, korku) oluşturan bu yayınları, insan kontrol edemeyip, sorgulamadan kabullendiğinde, onların etkisi altına girer ve olmayanı varmış gibi hissederek, korku, tasa ve kaygıya kapılır, bir müddet sonrada iç alemindeki bu korkularını, surete büründürerek, dünya(sın)daki sonuçlarını yaşamı içerisinde "şer" olarak algılar. 

Oysa! Okuyup, anlayana "Kur’an" hakikatini hatırlatarak nelere sahip olduğunu ve bunları sistem içerisinde nasıl kullanması gerektiğini haber vermektedir.  
    
Mesela; “Nas suresi” insanlar(nas) ve cin’ler(bilinçaltı gizli enerji alt kişilikler)den gelen olumsuz yayınların(virüslerin) insanın yaşamında şer oluşturacağını, insanın bunlara karşı sahip olduğu rabbani gücü ile sistemi kullanarak, ne yapması gerektiğini anlatmaktadır. İnşallah okuruz, unuttuğumuz özümüzü hatırlarız.

“Kul, euzü birabbin nâs, melikin nâs, ilâhin nâs, min şerril vasvasil hannas, elleziy yuvesvisu fiy sudûrin nâs, minel cinneti ven nâs” 

(De ki: Gerek cinden ve gerekse insanlardan, insanların kalplerinde vesvese (aslı olmayan şüphe, tasa, kaygı, korku) veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların İlahına sığınırım.)

Buradaki, Melikin nâs, İlâhin nâs, Rabbin nâs ifadelerini insanın kendi varlığından ayrı, tapınılıp, kendinden bir şeyler istenecek, ötedeki bir rab, melik, ilah şeklinde anlamamak gerekir. 

Bu ifadeler, insan(nas)ın, fıtratı gereği sahip olduğu Rabbani gücünü kullanarak, sahibi(meliki) olduğu esmalara, özündeki ilah vasfı ile hükmederek, şerri dünyasında açığa çıkartmakta olanın kendisi olduğunu insana hatırlatmak içindir. 

Bu şu demektir. İnsanın dışında oluştuğunu sandığı şeyler, aslında onun içinden açığa çıkanlardır. Aksi halde, insanın sahip(melik) hükmedici(ilah) olduğu esma terkibinin şekillendirici(Rab) işlevine sığınıp, korunması talep edilmezdi. 

Çünkü, varlıktaki esma terkibi o varlığın Rabb’liğini oluşturur. “Rab” ismi de, o esmaların melikliğini(sahipliği) ve ilahlığını(hükmediciliği) içinde barındırır. 

Bu suretle de, insan kendi nefsine efendilik(Rablik) işlevini sergileyerek, sahip olduğu esmalara kapasitesi oranında, ilahlık vasfı ile hükmederek, dünya(sın)daki “Hayrı(nefs-i rabbani)”yi veya “Şerri(nefs-i zulmani)”yi oluşturur.  

Burada bir yanlışlık yoktur. Çünkü Allah, ilah(zaman ile sınırlı hükmeden) değildir. O an’da dır. Dolayısı ile zorlama ve hükmetme gibi kavramlardan münezzehtir. O sadece “Kün fe yekün” (Ol der, olur). Hükmetmek(ilahlık) ise zaman ve mekan ile sınırlı esma terkibi olan insan(nas)ın göreceli işidir. 

Yanlış olan, insanın, Allah tarafından kendisine verilmiş bu vasıflarını, hayrı oluşturan rabbani yönde değil de, şer oluşturan, nefsani yönde kullanarak kendi nefsine zulüm etmesidir.

“Biz onlara zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin hükmü açığa çıktığında, Allah’tan başka, taptıkları tanrıları, onların ziyanlarını arttırmaktan, helâk olmalarından başka bir şeye yaramadı.”(Hud suresi/101)

Varlık, sureti ile kul, suretsizliği ile Rab dir. Her varlık, kendisinde tecelli eden manasına suret oluşturması itibari ile kuldur. Ve kulluğu vasıtası ile kendi varlığını oluşturan mananın hakikati olan Rab’liğini(rabb-i hass) tanır. 

Kul kendindeki (nefs) yokluğun zıddı olan ve Allah’a ait olan varlığı bilmeye çalışarak da Allah’ı (Alemlerin Rab’ini) tanıyarak, idrak eder. Kul nefsinin şerri ile halktaki mutlak hayrı tanımaya çalışır. Bu yönü itibari ile de kul nefsin marifetine ulaşır.

Varlıktaki rab ile kulluk bir olmayınca zıtlık oluşur. Eğer cem olur birleşirse, vahdetin(tekliğin) hakikati ortaya çıkar. Böylece vahdette birlik, kesrette(çoklukda) ise kulluk ve Rab’lik gözükür. Nefs, Rabbine tabi olduğunda, külli akıl tecelli eder. Ve vücut idrak ederek, kemale erer.

Yorumlar