Ataların mirası - Hiç olmak
Yaşamımız deneyimlerle geçmekte, her birimiz her an bir şeyler deney imlemekteyiz. Kimi zaman bu deneyimlerle kendimiz arasında bir bağ oluştururken kimi zamanda yaşadıklarımızın neden başımıza geldiğini sorgular dururuz. Bizden bağımsız ve bizim kontrolümüz altında olmayan bir şeyler olmakta ve biz olana müdahale edememek teyizdir.
Dünyasal “ben” algısı içindeyken yaşadığımız deneyimlerin bizimle ilişkisini kuramayız dış dünya(mız)da bedensel boyutta açığa çıkanlar aslında ben algısı ile oluşturduğumuz var olarak kabullendiğimiz bireysel, sınırlı varlığımızın kendi dünya(sın)da açığa çıkan oluşumlardır.
Sistemde her kişi var olarak kabullendiği ben merkezli bedensel dünya(sın)da genetik frekansına sahip olduğu ailesel topluluğun kolektif belleği ve bu belleğin sistemi içerisinde yer almaktadır. Her sistemin algısı da kendi içinde bir bütündür. Dolayısı ile sistemin herhangi bir diliminde vuku bulan bir olay diğer dilimleri otomatikman etkilemektedir.
Bu yüzden sistem içerisinde geçmişte yaşanan bir olay negatif veya pozitif olma durumuna göre zincirleme olarak gelecekteki bir olayı da etkileyerek oluşturmaktadır. Çünkü sistem de geçmiş, şimdinin içinde bir tür saklı düzen halinde aktif durumdadır. Geçmiş unutuluş içerisinde eriyip gitmemekte kozmik hologramda her an kayıtlı olarak bulunmaktadır.
“Dedesi erik çalmış, torununun dişi kamaşmış” şeklinde ki sözlerle halk arasında ifade edilen bu oluşum, geçmişte atalarının yaptığı bir hatanın cezasını yeni nesillerin çekmesi algıladığımız dünyevi sisteme ters geliyor gibi görünse de. Holografik yapı içerisin de, her birim geçmiş- şimdi-gelecek ayırımı olmaksızın “an”daki tümün bilgisi ile programlandığı için bu olay teklik noktasından bakarak, bütünsel yapı içerisin de değerlendirilmelidir.
Bilginin enerji hali dijital veri, format (data) şeklinde kendini gösterir. Dijital formattaki her bilgi de zaman ve mekana bağlı olmaksızın an'da bulunmakta ve nakledilebilmektedir. Çünkü zaman ve mekanın, izafiyeti (rölativitesi) dolayısı ile "Geçmiş- Şimdi-Gelecek" aslında aynı yerde bulunmaktadır.
Farkına vararak, şuurunda “Tek”lik boyutunu yaşayan annesiz, babasız, doğmamış ve doğurulmamıştır. İnsanın aslı da budur. İnsan aslını unutup bilincinde varlıkları, algılamak suretiyle doğurarak, DÜNYAsınDA çoğaldıkça şirke, ikiliğe düşer. Tekliği unutup çokluk aleminde yaşamaya başlar.
İşte tüm yanmalarımızın nedeni de budur. Kendimizde bir benlik (varlık ve irade) görerek, bu anlayışla tek olanı bilincimizde bölerek (şirk'e düşerek) ortaya çıkanları diğerleri şeklinde algılamamızdan kaynaklanmaktadır.
Hiçliği deneyimlemek için ise öncelikle insanın benlik hissinden kurtulması gerekir. Hiçlik olmadan insan, Hepliği algılayıp, deneyimleyemez. Ancak, Heplik le varlığın, Tekliği algılanıp, seyredilir.
Bu bilince ulaşıp, Hiç olanın da bilincinde sahiplenecek, kaygı duyacak, korkacak, ne malı, ne canı, ne şanı, şöhreti, ne geçmişi, ne geleceği vb. hiç bir şeyi yoktur. O anda cennetini yaşamaktadır.
Konuyu özetlemek gerekirse insan, öze yapılan dairesel bilinç yolculuğunda başlangıç noktası olan birimsel varlık olma halinden, kendisine ait birimsel varlığının olmadığını idrak ettiği ve yaşamaya başladığı “Fenafillah” hali ile yarım turu tamamlar.
Kendi varlığı dahil, gördüğü var olan her şeyin aslında Allah’ın varlığı olduğu “Bekabillah” bilinç haline ulaşıp, Allah!.. deyip ötesini bıraktığı, gerçek anlamda teslim(islam) olduğu an’da da, tam turunu (miracını) başladığı noktada tamamlayarak, bitirir.
Bu turu (miracını ) tamamlayan, artık bir "Hiç" tir. Onun için kendi varlığı dahil artık başka hiç bir şey yoktur. Gerçek var olanı bulmuştur. Her şeyde sadece onu görmekte, onu duymakta, onu seyretmektedir. “Huzura” kabul edilmiştir. Bundan sonrada daimi Huzurdadır.
Dünyasal “ben” algısı içindeyken yaşadığımız deneyimlerin bizimle ilişkisini kuramayız dış dünya(mız)da bedensel boyutta açığa çıkanlar aslında ben algısı ile oluşturduğumuz var olarak kabullendiğimiz bireysel, sınırlı varlığımızın kendi dünya(sın)da açığa çıkan oluşumlardır.
Sistemde her kişi var olarak kabullendiği ben merkezli bedensel dünya(sın)da genetik frekansına sahip olduğu ailesel topluluğun kolektif belleği ve bu belleğin sistemi içerisinde yer almaktadır. Her sistemin algısı da kendi içinde bir bütündür. Dolayısı ile sistemin herhangi bir diliminde vuku bulan bir olay diğer dilimleri otomatikman etkilemektedir.
Bu yüzden sistem içerisinde geçmişte yaşanan bir olay negatif veya pozitif olma durumuna göre zincirleme olarak gelecekteki bir olayı da etkileyerek oluşturmaktadır. Çünkü sistem de geçmiş, şimdinin içinde bir tür saklı düzen halinde aktif durumdadır. Geçmiş unutuluş içerisinde eriyip gitmemekte kozmik hologramda her an kayıtlı olarak bulunmaktadır.
Çünkü, aynı genetik frekansa sahip olan kişiler mekan ve zaman farkına rağmen aslında aynı ortak genetik frekans alan içerisinde bulunmakta, kendi genetik “ortak toplumsal alanlarını” oluşturmakta ve bu alan içerisinde birbirlerini zaman ve mekana bağlı olmaksızın etkilemektedirler.
Ben olgusu içinde bedenselliği kabullendiğimizde, onun nedenselliğini oluşturan unsurlarını ve yasalarını da otomatikman üstleniriz. Var olarak kabullendiğimiz bedenin annesi, babası, ataları ve bir geçmişi vardır. Yani, bu bedenin nesiller öncesinden gelen genetik bir mirası vardır. Bilinç altına giren her bilgi/data da birimsellikten çıkarak “ailesel ortak alan” içinde toplumsallaşır. Benlik bu genetik mirası devir alarak, birimsel yaşamını sürdürür.
Ben algısı içindeki kişinin, bedensel dünyasını oluşturan tüm bilgileri ortak alandaki ailesel sistem içerisin de asılı kaldığı için bu bilgiler uygun ortamı bulduğunda oluşan yeni bir alan da, ortak genetik sistem içindeki farklı bireysel yapılarda yeniden bedene bürünmüş olarak açığa çıkar.
Yani, nesiller önce aile bireylerinin yaşadığı ağır travmalar, bunalımlar bir anlamda “kader” olarak bize atalarımızdan genetik miras olarak kalmaktadır. Aile içerisinde zamanında çözülememiş her blokaj bir sonraki kuşak tarafından,aynı ortak belleğe sahip olmalarından dolayı otomatikman bilinçsizce üstlenilmektedir.
Kuşaklar arasında yaşanan, zaman ve mekana bağlı olmayan bu bilinç dışı aktarım, kişinin hayatında çeşitli alanlarda, kilitlenmeler, problemler yaşamasına sebep olmaktadır. Geçmişte yaşanan tüm travmalar ortak genetik alanda kaydedilip, bilinç dışı bir şekilde yeni nesiller tarafından üstlenerek, bedelleri çok uzun yıllar sonra bile ödenebilmektedir.
“Dedesi erik çalmış, torununun dişi kamaşmış” şeklinde ki sözlerle halk arasında ifade edilen bu oluşum, geçmişte atalarının yaptığı bir hatanın cezasını yeni nesillerin çekmesi algıladığımız dünyevi sisteme ters geliyor gibi görünse de. Holografik yapı içerisin de, her birim geçmiş- şimdi-gelecek ayırımı olmaksızın “an”daki tümün bilgisi ile programlandığı için bu olay teklik noktasından bakarak, bütünsel yapı içerisin de değerlendirilmelidir.
Çünkü, sistemde atom altı boyutta parçacıkların her biri ayrı ayrı değil bir bütünsellik içerisinde hareket etmelerinden dolayı her bir parçacık diğer parçacıkların bilgisine sahip olarak zaman ve mekana bağlı olmaksızın ortak bir davranış sergilemektedir.
Aslında kainatta var olan her şey bilgi (esma) dır.Yani Evren aslında bilgi ve bilginin çeşitli şekillere bürünmüş halidir. Bilginin zaman ve mekan ile kayıtlı madde şekli olduğu gibi, zaman ve mekan ile kayıtlı olmayan enerji şeklide mevcuttur.
Bilginin enerji hali dijital veri, format (data) şeklinde kendini gösterir. Dijital formattaki her bilgi de zaman ve mekana bağlı olmaksızın an'da bulunmakta ve nakledilebilmektedir. Çünkü zaman ve mekanın, izafiyeti (rölativitesi) dolayısı ile "Geçmiş- Şimdi-Gelecek" aslında aynı yerde bulunmaktadır.
Farkına vararak, şuurunda “Tek”lik boyutunu yaşayan annesiz, babasız, doğmamış ve doğurulmamıştır. İnsanın aslı da budur. İnsan aslını unutup bilincinde varlıkları, algılamak suretiyle doğurarak, DÜNYAsınDA çoğaldıkça şirke, ikiliğe düşer. Tekliği unutup çokluk aleminde yaşamaya başlar.
İşte tüm yanmalarımızın nedeni de budur. Kendimizde bir benlik (varlık ve irade) görerek, bu anlayışla tek olanı bilincimizde bölerek (şirk'e düşerek) ortaya çıkanları diğerleri şeklinde algılamamızdan kaynaklanmaktadır.
"Ona (Kur’an bilgisine) abdestli, tâhir (bilinci temiz) olanlardan başkası dokunamaz(anlayamaz). Çünkü, “şirk (ikilik, çokluk) düşüncesine sahip olan (bilinç)ler kirlidir, pistir. Bu pislikten (şirkten), temizlenmeden, arındırmadan, o’na, o bilgiye(Kur’an’a) dokunmasınlar (çünkü anlayamazlar) muhakkak ki “şirk” bir zulümdür.” (Vakıa suresi/79)
Kişi sınırlı duyu organlarının oluşturduğu illüzyona aldanıp, kendini tümel, bütünsel yapıdan ayrı çokluk aleminde (şirk'de) yaşayan birimsel, müstakil bir yapı olarak kabullendiğinde, yani ben varım diyerek birim selliği, bedenselliği yaşamaya başladığında varlığı oluşturan bilgi(data) zaman ve mekan ile kayıtlanıp, kişiye ben merkezli madde dünya sını ve bu dünyanın varlıklarını varmış şeklinde algılatır.
Kişi, aslını fark ederek, ben merkezli madde dünya(sın)dan, bilincini arındırıp, tek’in bütünsellik sistemi içerisine yeniden dahil olana kadar var olarak algılayıp kabullendiği bedeninin ve bu bedenin oluşturup, sahiplendiği dünya(sı)nın tüm maddi, manevi yükünü de otomatikman, bilinçsizce üstlenir ve taşımaya başlar.
Sonuçta dünya(sı)nın yükünün bedenselliğine verdiği tüm acıyı, sıkıntıyı, stresi, ıstırabı, yanmayı (cehennemini) şuurunda birimsel benliği var oldukça bilincinin bulunduğu her boyutta (dünya, rüya. ölüm sonrası, vb.) yaşamaya sonsuza kadar devam eder.
Dünya(sın)da, her sahiplendiği şeyi kaybetme korkusu, kişiyi yaşam denen sırat köprüsünden her an cehennemine düşürmektedir.
Taa ki!.. Kişi, gerçeğin farkına varıp, aslında sahiplenecek hiçbir şeyinin olmadığını idrak edip “ben” diyerek sahiplendiği tüm yükünü, (yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra) gerçek sahibine bırakıp dünya(sın)da ortaya çıkacak sonucun kendisi için, en iyi, en hayırlı olan olduğuna kesin inanarak, iman ederek, kendisini hayatın akışına bıraktığında) gerçek anlamda "teslim = islam" olduğunda, artık bir Hiç dir.
Hiçliği deneyimlemek için ise öncelikle insanın benlik hissinden kurtulması gerekir. Hiçlik olmadan insan, Hepliği algılayıp, deneyimleyemez. Ancak, Heplik le varlığın, Tekliği algılanıp, seyredilir.
Bu bilince ulaşıp, Hiç olanın da bilincinde sahiplenecek, kaygı duyacak, korkacak, ne malı, ne canı, ne şanı, şöhreti, ne geçmişi, ne geleceği vb. hiç bir şeyi yoktur. O anda cennetini yaşamaktadır.
Konuyu özetlemek gerekirse insan, öze yapılan dairesel bilinç yolculuğunda başlangıç noktası olan birimsel varlık olma halinden, kendisine ait birimsel varlığının olmadığını idrak ettiği ve yaşamaya başladığı “Fenafillah” hali ile yarım turu tamamlar.
Kendi varlığı dahil, gördüğü var olan her şeyin aslında Allah’ın varlığı olduğu “Bekabillah” bilinç haline ulaşıp, Allah!.. deyip ötesini bıraktığı, gerçek anlamda teslim(islam) olduğu an’da da, tam turunu (miracını) başladığı noktada tamamlayarak, bitirir.
Bu turu (miracını ) tamamlayan, artık bir "Hiç" tir. Onun için kendi varlığı dahil artık başka hiç bir şey yoktur. Gerçek var olanı bulmuştur. Her şeyde sadece onu görmekte, onu duymakta, onu seyretmektedir. “Huzura” kabul edilmiştir. Bundan sonrada daimi Huzurdadır.
Yorumlar
Yorum Gönder