Yaratılış sırrı – Zıt kutuplar - Şirk

Dünyamızda, Allah'ın zatı hariç yaratılan her şey açığa çıkıp, bilinebilmesi için çift olarak zıtları ile yaratılmak zorundadır. Bu zıtlıkta bir taraf etken, diğer taraf edilgendir. Bu ikilik (zıtlık) olmasa yeryüzünde bilinirlik dolayısı ile hayat olmaz. 

Allah sıfat âlemi olan kainatta zıtlıkları (ikilik) ile bir denge kurmuştur. Sıfat alemi olan kainatta bir şeyin bilinebilir olması, açığa çıkması için karşıt (zıt) sıfat ikiliğine ihtiyaç vardır. Bunun içinde sıfatın, zıttı ile fark edilip (etki- tepki) oluşturarak açığa çıkması gerekir. “Her şeyi çift olarak iki eşten (erkek- dişi, pozitif-negatif) yarattık. Belki düşünüp ibret alırsınız diye” (Zariyat suresi/49)

Allah yeryüzünde isimleri(esmalar) vasıtası ile kuldan açığa çıkıp, bilinir olur. Onun için Allah’ın birbirine zıt isimleri vardır. Mesela, Afüv(af eden), Müntakim(intikam alan) gibi..
Bir kimseye kötülük yaparsan, otomatikman intikam alıcı isim karşına gelir. Yani kötülük yaptığın zaman, müntakim isminin açığa çıkışını bekle.. Onun için kötülük yapan bir şekilde cezasını bulur. Bu suretle de Allah’ın Adil ismi açığa çıkıp, bilinir olur.
Bu ismin eksik kalmaması kötülük yapan sayesinde olduğu için kötülüğü yapanın(kulluğunu yerine getirenin) değerlendirmesi Allah katında bizim bakış açımızdan farklıdır. “Elhamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn” (Doğru değerlendirme sadece Alemlerin Rabb'i olan Allah’a aittir.)(Fatiha suresi)

Yani Allah’ın tüm esmalarının eksiksiz açığa çıkabilmesi için bize kötü gelen isimlerinde var olması gerekir ki, bu suretle bunun etkisi ile adil isminde olduğu gibi tüm esmalar eksiksiz açığa çıkabilsin.
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek, mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."Hz.Muhammed(sav) 

İçteki nedenselliğin oluşturduğu etkinin dışa patlaması ile oluşan tepki kuantlaşıp, maddeleşmek sureti ile dışta açığa çıkıp, kişinin dünyasında yaratılmış hükmünde bilinir olmaktadır. 

İşte, dünya denilen zıtlıklar silsilesi bu keşmekeş içerisinde var olup, açığa çıkmaktadır. Bir anlamda dünya hayatı, mananın zıttı ile bilinip, algılanarak, yaratılmış hükmünde açığa çıkışıdır. 

Çünkü kişi terkibinde hangi ismi ne ağırlıkta taşıyorsa o mananın açığa çıkması için gerekli zıt fiillerle karşılaşır. Mesela; Terkibinde sabır ismi olan, bu mananın açığa çıkması için sabır göstereceği fiillerle, terkibinde merhamet ismi olan bu merhamet ismini oluşturacak zulümlerle karşılaşır.  

Tek kavramının hakim olduğu Allah indi ise zıtlık (ikilik) olmadığı için yaratılmanın (bilinirliğin) olmadığı karanlık “âmâ” halidir. Bu karanlık (âmâ) durumu, tek olan Allah dışında bir ikinci oluşumun var olmadığı, dolayısı ile bilinirliğin olmadığı, bilinmezlik halidir. “Yerleri ve gökleri yaratmazdan evvel rabbimiz altında ve üstünde hava olmayan âmâ da (bilinmezlik) idi!”Hz. Muhammed(sav)   

Bu bilinmezliği, bilinir. Görülmeyeni, görülür kılmak için  görülenleri, görülmeyene (zıt) ayna yapmak gerekir ki!. Halik mahlûkla, bilinsin...

“Ben (özde) gizli bir hazine (bilgi) idim. Bilinmek liğimi istedim alemi, bilmek liğimi istedim Ademi  (algılayan bilinci) yarattım" (Hadis-i kudsi) 

Hazinede (özde) her şey kodlanmış, şifrelenmiş data (dijital bilgi) olarak mevcut. Bilinçli bir varlık tarafından fark edilip, zıttı ile algılandığında, algılayanın dünyasında, kodlar çözülmüş, şifreler açılmış olarak okunası kainat kitabı olarak bu bilgi “yaratılmış” hükmünde açığa çıkarak bilinir oluyor.

İnsan, Evrensel Öz(Allah'ı) holografik (bütünün, zerrede kodlu oluşu) dolayısı ile varlığında bulunduran ve o, özün mevcudiyetiyle (esma terkibi) var olan bilinçli frekans yapıdır.

Yaratma, yaratılma denen şeyin aslıda, var olan hazinedeki (özdeki) bu esmaların algılanarak, zıtları ile bilinebilir olmasından başka bir şey değildir. Bilinir olan, bu suretle, yaratılmış olarak açığa çıkarak, perdede (kişinin dünyasında)  belirmektedir.  

Tek kavramının hakim olduğu Allah indinde ise zıtlığı oluşturacak ikinci bir kavramı olmadığı için mukayese, çatışma, kazanmak kaybetmek, İyi kötü,  güzel çirkin, bilmek bilmemek gibi ikilem oluşturan zıt manalar yoktur. 

Dolayısı ile çabasız, sebepsiz, mücadelesiz bir oluşum vardır. Etki, tepki oluşumu olmadığı için de Allah'tan ceza da gelmez. Çünkü, ancak (ikilik) aleminde var olan zıt isimler, birbirlerini karşı olarak algılayarak tepki verirler ve birbirini cezalandırırlar.  Yani, etkiye tepki (ceza) prensibi çokluk âleminde geçerlidir. 

Aslında insan halife olarak yaratılışı nedeni ile özünde Allah’ın tüm güzellik, iyilik, bolluk ifade eden manalarını barındırmaktadır. Bu manalar algılanıp tüm zenginliği ile açığa çıkıp, bilinir olmak için hazır beklemektedir. 

Yani tüm güzellikler, zenginlikler, yaratılış programı, fıtratı gereği insanın özündedir. Fakat insan teklikten uzaklaşıp, ikileme düştüğünde otomatikman zıt manalar açığa çıkarak vehimleri, çelişkileri, korkuları oluşturarak kendisine açlık ve korku elbisesini giydirmektedir. 

Çünkü İnsan veri tabanında (bilincinde) oluşturduğu ikilem (şirk) ile vara, yoku ortak etmiştir. İkiliğin hissedildiği an da zıtlık oluşur. Var, yoka - Başarı, başarısızlığa - Mutluluk, mutsuzluğa ortak olur. 

İnsanın yaşadığı sıkıntıların nedeni, bilincin her şeyi “var – yok” ikileminin oluşturduğu format üzerinden değerlendirmesi ile oluşan vehim, vesvese,  korkular ve bu korkuların oluşturduğu etkilerin tepkisi olarak açığa çıkan negatif oluşumlardır.  

Çünkü, ikilik(şirk)de kuantlaşma (maddeleşme) vardır. İkilik(şirk) de her şey zıttı ile bilinip bir sebep, hikmet içerisinde iyi ile kötünün, başarı ile başarısızlığın, vb. zıtların birbirlerini baskılamaları neticesi oluşup, açığa çıkmaktadır.

Bilincin algıyı ikilik(şirk) formatı üzerinden okuyup, değerlendirmesi neticesi kişinin dünya(sın)da zıt kavramlar açığa çıkar. Bu aynı zamanda kişinin dünyasındaki negatifin yani "şeytan"ın (vehim, vesvese, kin, nefret, korku, vb.) bilinir (yaratılmış) olmasıdır.

“Şüphesiz, kim Allah'a (tek olana) şirk koşarsa, Allah ona cennet’i haram kılmıştır ve onun gideceği yer cehennemdir. Zalimler için orada hiç yardımcılar yoktur” (Maide suresi/ 72)

İyiliğin zıttı olarak açığa çıkan şeytan, nefret, kıskançlık, korku, ayrılık damarlarından beslendiği için kişiyi “teklik” den uzaklaştırıp, kişinin kendisini bireysel, bağımsız bir beden olarak algılamasını sağlayarak kendi varlığını devam ettirmeye çalışır. 

Bu suretle şeytan algısı çokluk alemine dönük bir şekilde kişiye gerçekte bir bütünsel, bilinç varlık olduğunu unutturup, “tek” olanı bilinçte ayrı ayrı birimlermiş gibi algılatarak “ben ve diğerleri” ikilemi içerisine sokar. 

Bu duyguların bilinir olduğu alemde “benlik” kendini, bütünden ayrı bir yapı sandığı için kendisini diğerlerine karşı savunmak, korumak, varlığını sürdürmek zorunda olduğunu zanneder. 

Bu algı ile kişi "ben" düşüncesi ile oluşan sahiplik olgusunu, koruma ve yaşatabilme gayesiyle, bilincinde oluşturduğu "diğerleri" ile devamlı zıtların savaşını yaşayarak farkında olmadan cehennemine odun taşır.

İnsan, bilinci tekamül ettikçe ilahi özellikleri ile öz ’ündeki hakikat bilgisinin kodlarını deşifre etmek sureti ile algılayıp, bilinir hale getirmek için fıtratında var olan Allah manalarını (halife) özelliğini kullanır. “Ben insanı en üstün şekilde  yarattım” (Tin suresi/4) 

İlahi huzur için huzursuzluk oluşturan zıt manalardan bilinci arındırarak "şirk" (ikilik) den kurtulmak gerekir. Allah’ı (tekliği) hal edinene göre şeytan yoktur. “Ben şeytanımı Müslüman ettim” Hz.Muhammed(sav) 

Her negatif isim, pozitifi ile birleşince bizim içimizde ki, yeni bir yaratılış başlar. Bunu sistemi kullanmak,başarabilirsek, kavgalarımızı bitirebilir. Kıskançlığı, merhamete, zulmü hizmete dönüştürebiliriz.

Hakikati bilip, sistemi kullanabilenler, yaşamlarında onlara sıkıntı veren esmaları yapacakları çalışmalarla (nefislerine zor gelen fiilleri oluşturarak) zıtları ile birleştirmek sureti ile nötrleyerek, kendileri için sıkıntı oluşturabilecek fiillerin açığa çıkmasını önlemek sureti ile (kaderin, kazasına sığınarak) dünyalarında yaşamlarını huzurda sürdürürler.   

Bilmeyenler ise terkiplerinde var olan esma(mana)larla boğuşup, kaderlerine tabi olarak, yorularak ömür tüketirler.


Bu durum bir ampulün ışık vermesi gibidir. Artı ve eksi bir araya gelince nasıl bir aydınlanma oluyorsa insanda kendisindeki zıtları birleyip, her olayın hakikatinin “Hak” olduğunun farkındalığına ulaşıp, hakikati okuyabildiğinde, devre tamamlanır insan aydınlanır ve oluşan her şeyin yerli, yerince olmakta olduğunun bilinci ile insan huzurda ve seyirde kalır. İnsan-ı kâmil, tüm bu isimleri denge üzerine yaşayan kimsedir.


Sadece artı(pozitif)de veya sadece eksi(negatif)de kalan algılarla yaşayan insan ise şartlanmalardan oluşan bireysel, ben odaklı bir veri tabanı oluşturur. Ve o doğrultuda vehim, acaba, korku, vb. algılarla huzurdan uzaklaşıp, kavga, kıskançlık, vb. oluşumları yaşamında açığa çıkararak nefsine zulüm eder. 

"Onların şu dünya aleminde harcadıklarının misali, kendi nefislerine zulmeden bir topluluğun ekinlerine isabet edip, onu mahveden dondurucu bir rüzgara benzer. Allah onlara zulmetmedi, lakin onlar kendilerine zulmediyorlar."(Ali İmran suresi/117)

Yorumlar