Kısa paylaşımlar - Notlar
İyiyi, iyi yapan, kötünün varlığıdır. Herkes iyi olsa iyinin ne demek olduğunun farkına varılamaz, iyi açığa, çıkıp bilinemez. İşin aslına bakılırsa kötü diye de bir şey yoktur. Kötüyü, kötü gösterip, öyle algılatan, iyiliğin üzerini örten örtü olup, onu perdeleme sidir.
******************************************* Bizim suretler aleminde ayrı, ayrı olarak algıladığımız her şey öz’de, atom altı boyut da bütünsel, tek bir yapıdır. Varlık tek olduğu, gerçekte iki ayrı şey olmadığı için, birinin etkisi, diğerinin tepkisi olarak yansıyarak açığa çıkması ile oluşan yanılma (illüzyon) neticesi çokluk algısı oluşmaktadır. Bu da her an, her şart altında, her şeyin bir biri ile karşılıklı bağlantılı halde bulunduğunu ve açığa çıkanların bütünün birer yansımaları olduğunu bizlere göstermektedir. Çünkü kuantum potansiyelde ki hareketler (holografik bilgi) mekansal değil, bütünün “an” daki akışı şeklindedir. Bu mekansız, bütünsel hareketlilikten, varlıklar boyutunda (ışık hızı altında) birimsel mekansal hareketlilik açığa çıkmaktadır. *************************** İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Ancak zatın kendisi değildir. Özel bir konuma sahip bir ara geçiş varlığıdır. İnsan varlık aleminin berzahıdır. İnsandan Allah’ın zati sıfatları açığa çıkar. Ancak onların zati sahibi değildir. Kısaca insan sadece aynadır. Yansıtandır.
********************
Senden(Allah) gelen her şeye razıyım. Senden(Allah) gelen her şey benim için güzeldir. Bilincine ulaşana sıkıntı ve bela azap vermez. Onu yakmaz. Kişi, başına gelen her şeyi, Allah’ın kendisine bir selâmı olarak algılar. Mutlu olur. Bu durumdan zevk almaya başlar. Ateşi (sıkıntı ve belâyı) "Gül bahçesi" gibi görmeye başlar. İşte bu, Hz. İbrahim’de tecelli eden teslimiyette “rıza” makamının kul ’da açığa çıkmasıdır. *************************** İnsanın yaşadığı sıkıntıların nedeni, bilincin her şeyi “var - yok” ikileminin oluşturduğu format üzerinden değerlendirmesi ile oluşan vehim, vesvese, korkular ve bu korkuların oluşturduğu etkilerin tepkisi olarak açığa çıkan negatif oluşumlardır. Çünkü, ikilik(şirk) de her şey zıttı ile bilinip bir sebep, hikmet içerisinde iyi ile kötünün, başarı ile başarısızlığın, vb. zıtların birbirlerini baskılamaları neticesi oluşup, açığa çıkmaktadır. Bilincin algıyı ikilik(şirk) formatı üzerinden okuyup, değerlendirmesi neticesi kişinin dünya(sın)da zıt kavramlar açığa çıkar. Bu aynı zamanda kişinin dünyasındaki negatifin yani "şeytan"ın (vehim, vesvese, kin, nefret, korku, vb.) bilinir (yaratılmış) olmasıdır. “Şüphesiz, kim Allah'a (tek olana) şirk koşarsa, Allah ona cennet’i haram kılmıştır ve onun gideceği yer cehennemdir. Zalimler için orada hiç yardımcılar yoktur” (Maide suresi/ 72)
|
İnkar eden(ateist) ler, Allah ismiyle etiketledikleri, tanrı manasını inkar ederken, bilinçsizce, taklit ve korku ile iman ediyoruz, diyenler de hayallerinde yarattıkları, Allah ismi ile etiketledikleri tanrı manasına iman etmektedirler. Her iki düşünce de aslında Allah manasının gerçeğini, algılayamadığından, hakiki mana'da Allah'a iman edemeyerek, yaşamlarını, şikayet, isyan, nankörlük ve cehaletin getirileri ile sürdürmekte ve bunun sonuçlarını, yaşamaktadırlar.
*****************
Dünyaya, yaşama şartlanmış, klasik bakış tarzı ile birbirinden kopuk, bağımsız madde yapılı bireyler olduğumuz zannıyla bakmak yerine, her şeyin olması gerektiği gibi olduğu, gören ile görülenin bir olduğu, tek bir bilinçle bakabilmemiz gerekir. Bunu da kendi bilincimiz de yaşamamız gereken bir reformla gerçekleştirebiliriz
********************** Gerçek Kuran, ümmül kitap (kainat) tır. Kainat kitabını okuyabilenler, gördükleri her şeyin birer ayet (hakikate kendilerini ulaştıracak işaretler) olduğunu anlarlar. İkan ederler (görerek, şahit olurlar) ve bilerek, görerek yaşarlar, korunurlar. Fakat algılama, tefekkür gücü zayıf olduğu için, evrensel kainat sistem ve düzenini okuyamayıp, itimat (iman) ederek korunup, hakikate ulaşmak isteyenler için nebiler, rasuller “mushafı" (sayfalardan oluşmuş,ciltli beşeri kitabı) rehber olması için tebliğ etmişlerdir.
******************
Evrenin her zerresi birbiriyle bağlantılıdır. Hiç bir şey, hiçbir zaman, tümden bağımsız, hareket edemez. Ben ve evren, madde ve mana ayırımı atom altı (kuantum) boyutuna inildiğinde kaybolmakta, geçersiz kalmaktadır.
Tüm evren, her zerresine kadar aynı bütünlüğün ve tekliğin ifadeleridir. Dünyadaki bütün her şey arasında var olan karşılıklı ilişkiler dokusudur. Evrenin bir noktasına yaptığımız etki, bütünü etkilemektedir.
Kuantum fiziği kısaca tek cümle ile tüm evrene şunu söylemektedir. “Her biri aynı şeyden meydana gelmiş, birbirinden bağımsız ayrı ayrı şeyler değiliz, tümümüz aynı şeyiz.”
*****************
Beynimiz beş duyumuz dahil, her şeyi biyoelektrik frekans dalgaları olarak algılamaktadır. Rengin kırmızılığı, metalin sertliği, gül'ün kokusu beyin açısından sadece frekans dalgaları’ndan ibarettir. Görüyorum dediğimiz, algıladığımız her şey, beynin içinde oluşan çok boyutlu ''holografik dünya'' beyne gelen tüm frekans dalgaları, beyin tarafından deşifre edilerek beynin içindeki holografik çok boyutlu görüntü halinde dünya(mız)ı oluşturuyor. Yani dış dünyada değil, her kişi(her terkipsel yapı beynin'in içinde oluşan hayal dünyasın’da yaşamaktadır. Gerçek sadece beynimiz tarafından yorum'lanan elektirik sinyalleridir.
*****************
Bir bilgisayar oyunundaki karekterlerin fiziksel ve meta-fiziksel özellikleri, programı yazan tarafından yazım sırasında belirlenmiş, kesinleşmiş, değiştirilemez özelliklerdir (külli irade). Bu özellikler karekterlerin kaderidir. Bu fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kullanılarak, birbirinden çok farklı neticelere ulaşılabilir. Yani özellikler (kader) aynıdır. Sabittir. Fakat kullanana göre değişik (olumlu- olumsuz, vb.) oluşumlar açığa çıkabilmektedir. Bu da bu özellikleri kullanana (cüz-i irade) bağlı bir durumdur. Yani kader (tespit edilmiş özellikler) değiştirilemez. Fakat bu özellikler kullanana göre birbirinden çok farklı sonuçların oluşmasına neden olur. Bunun sorumluğu da kullanana (terkipsel yapıya) aittir. |
Her varlık, kendi fıtratında ne varsa onunla olmak ister. Bu doğrultuda hareket eder. Bu yönde fiiller ortaya koyarak mutlu olur. Bu onun ilahi kaderidir. Bülbül gülü sever, gül ister. Gübre böceği ise gübreyi sever. Gülü versen, ben gül, istemem bana illa gübre verin, ben onu severim der. Çünkü o orası için yaratılmıştır. Bu yüzden “şaki”(cehennemlik) olup, şiddetle iş yapan, asan, kesen birisi, terkibinde "celal" sıfatına ait isimleri (kahhar, müntakim, cebbar, vb.) bulundurduğu için yaptıklarından memnun ve huzur içerisindedir. Çünkü yeryüzündeki kendi varlığının var oluş sebebi, bu isimlerin oluşturduğu manalardır. Bu mana ile var olabilmektedir. Bu yüzden, yılan yılanlığını, çakal çakallığını, şeytan şeytanlığını, melek melekliğini yapmak zorundadır. “Herkes ne iş için yaratılmış ise, ona o iş kolaylaştırılır." (Hz. Muhammed) İşte bu varlıktaki yaratılış sırrıdır. İnsan bunu idrak ettiği zaman, kimseyi suçlamaz, kimse hakkında kötü düşünemez. Herkesin kendi ismi yönünde hareket ettiğini anlar. Korunarak, sevmeye başlar.
*********************************
Zaman ve mekan ile kayıtlı olmayan, Dehr(an)da ki Allah ilmini, zaman ve mekan ile kayıtlı bir boyuttan anlamaya çalıştığımızda çelişkiye düşüyoruz. Anlamakta zorlanıyoruz.
Allah indinde geçmiş ve gelecek kavramı yoktur. Dolayısı ile zaman olmadığı için bir şeyin sonucunu, gideceği yeri önceden bilme kavramı da yanlıştır. Bu kavramlar bizim gibi geçmiş ve gelecekle kayıtlanmış bilinçler için geçerlidir.
*****************************
Allah indinde her şey (tüm yazılım) alternatif sonuçları ile mevcuttur. Allah tarafından bilinmektedir. Bu Allah'ın takdiridir(külli irade). Bu takdirde olandan "Kul"un, kendisindeki Allah'ın Mürid(irade) ismi ile bu ismin gücü oranında, bir sonraki anı yaşamı olarak açığa çıkartması ile aşikar olan Allah'ın kendi manalarını "an" itibari ile kulu vasıtası ile seyridir. Bilmesidir. “Ben gizli bir hazine idim, Bilinmekliğimi istedim Alemi, bilmekliğimi istedim Ademi yarattım" (Hadisi kudsi)
*****************
Allah’ın zaman ve mekandan muaf olarak sınırsız ilmi ile olmuş, olacak her şeyi ve bunların tüm alternatif sonuçlarını “an” itibarı ile biliyor olması (programı yazan olarak) Allah’ın takdiridir. Kulun ise zaman, mekân içerisinde sahip olduğu manaları(kader) kullanarak, seçenekler(hayır - şer) içerisinden açığa çıkarttığı hal, onun kendi oluşturduğu bir sonraki hali(ahireti)ni oluşturmaktadır.
**************************
Kıyamet gününde cehennem ehli,Ya Rab'bi!. Beni şakî yarattın, şaki oldum. Onu saîd yarattın, saîd oldu. Benim cehennemlik olacağımı takdir buyuran sensin!. Benim bu işte ne kabahatim var? Beni niçin cezalandırıyorsun? Diyemez. Çünkü!. Allah, ona: Ben senin var oluş programını(fıtratını) bildiğim için işleyeceğin amelleri ve bu amellerin tüm alternatif seçeneklerini sadece ilmimle tespit ettim(yazdım). Benim takdirim bundan ibarettir. Benim tespit ettiğim seçeneklerden, sen kendi seçimini, cüz-i iradenle kendin yaptın, Ben seni cehennemlik olmaya mecbur etmedim. Sen hak ettin, ben de hak ettiğini verdim der. “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmettiler“(Nahl suresı/33)
Kıyamet gününde cehennem ehli,Ya Rab'bi!. Beni şakî yarattın, şaki oldum. Onu saîd yarattın, saîd oldu. Benim cehennemlik olacağımı takdir buyuran sensin!. Benim bu işte ne kabahatim var? Beni niçin cezalandırıyorsun? Diyemez. Çünkü!. Allah, ona: Ben senin var oluş programını(fıtratını) bildiğim için işleyeceğin amelleri ve bu amellerin tüm alternatif seçeneklerini sadece ilmimle tespit ettim(yazdım). Benim takdirim bundan ibarettir. Benim tespit ettiğim seçeneklerden, sen kendi seçimini, cüz-i iradenle kendin yaptın, Ben seni cehennemlik olmaya mecbur etmedim. Sen hak ettin, ben de hak ettiğini verdim der. “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmettiler“(Nahl suresı/33)
**************************
Olan bir olaydan dolayı "Kızmak, nefret etmek, Fiiledir, fâile(yapana) değil!.".Çünkü yapan Hak’kın kendisidir!.. "Attığın zaman sen atmadın, atan Allah'dı, güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı (ondan o fiili seni denemek için açığa çıkarttı)" (Enfal Suresi/17)Biz fiile, fâili karıştırıp da, fiilinden dolayı fâile düşmanlık beslersek, kızarsak Hak’ka düşmanlık beslemiş, Hakk'dan nefret etmiş oluruz Bunun sonucunda da Hak’tan perdelenmiş Hak’tan uzaklaşmış, Hak’tan gâfil olmuş oluruz!..Bu da neticede bizim kendi cehennemimizi doğurur!..
Olan bir olaydan dolayı "Kızmak, nefret etmek, Fiiledir, fâile(yapana) değil!.".Çünkü yapan Hak’kın kendisidir!.. "Attığın zaman sen atmadın, atan Allah'dı, güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı (ondan o fiili seni denemek için açığa çıkarttı)" (Enfal Suresi/17)Biz fiile, fâili karıştırıp da, fiilinden dolayı fâile düşmanlık beslersek, kızarsak Hak’ka düşmanlık beslemiş, Hakk'dan nefret etmiş oluruz Bunun sonucunda da Hak’tan perdelenmiş Hak’tan uzaklaşmış, Hak’tan gâfil olmuş oluruz!..Bu da neticede bizim kendi cehennemimizi doğurur!..
***************************
Günlük sıradan bilinç hallarinden, yüksek frekanslı şuur hallerine geçişin en önemli çalışması, tefekkür içerisinde farkındalık sağlamaktır. Bunun içinde her an yediğin, gördüğün, oluşan, vb. her şeyin perde arkasındakini fark etme gayreti içerisinde, uyanık olmak gerekir. Bir meyveyi, eline alıp, yemeye başladığında, üstündeki ambalajının, içindeki şekerin, vitaminlerinin, minerallerinin senin hiçbir müdahalen olmadan en mükemmel şekilde oluşturulmuş olduğunun her an farkında mısın?. Bir lokmayı ağzına attığında senin hiçbir müdahalen olmadan en mükemmel şekilde bir fabrika gibi vücutta değerlendirilip, ayrıştırılıp, gerekenin gerektiği kadar, gereken yerlerde değerlendirildiğinin her an farkında mısın?.. Bir canlının anne karnında, hiçbir müdahale olmadan her şeyinin en mükemmel şekilde oluştuğunun her an farkında mısın?..Vücudundaki milyarlarca hücrenin senin hiçbir müdahalen olmadan görevlerini en mükemmel şekilde yaptığının her an farkında mısın?. Peki!. Yaşadığın problemlerin, sıkıntıların gerçek anlamda teslim(islam), razı olamayıp, kısıtlı algılamanla değerlendirip, oluşturduğun vehim, vesvese ve acaba larının (virüslerin) mükemmel işleyen sisteme müdahale etmeye kalkışmasından kaynaklandığının da farkında mısın?..Bunlara samimi olarak evet diyebiliyorsan, yolun açık, yok bunların farkında değilsen, uyan ve fark etmeye çalış!..
********************************
Kalp ile bağlantılı beyin, evrensel bilinç ile insan arasındaki köprüdür. İnsanda oluşan yüksek farkındalık kalp nöronları ile bağlantılı beyindeki değerlendirme merkezi epifiz’in (kalp gözü) açık olup, olmamasından kaynaklanmaktadır. İnsanın bütünselliğe “bilinç sıçraması” yapabilmesi için “kalp” ile beyindeki “epifiz” bölgesinin bağlantısının açık olması gerekir. Bu kanal (kalp gözü) kapalı olduğu taktirde insan bütünselliği algılayamaz. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de gerçekleri görmeye engel bir perde vardır; böylelikle gerçeği görmezler” (Bakara suresi/7)
**********************************
Nöronlar beyin ile bağlantıya girerek bir internet iletişim ağı (network) gibi çalışırlar. Beyindeki diğer nöronlar ile iletişime girerek beyinde lokal algı bölgeleri oluştururlar. Bu bölgelerin oluşturduğu algılama ile de duygu ve düşünceler oluşur. İnsan oluşan bu algı bölgelerinin birbirleri ile kurduğu iletişim sayesinde oluşan kalp gözünün (basiret) kapasitesi oranında “evrensel sistemi” algılayarak görür ve değerlendirir. Şu an da yaşadıklarımız, bir önceki an da zihnimizde oluşturduklarımızın neticesidir. Bir sonraki an da da yaşayacaklarımızı şu an da oluşturmaktayız. Önemli olan geçmişe takılı kalmadan (keşke şöyle olsaydı demeden) şu anı geçmişin verdiği tekamülle en iyi bir şekilde olumlayabilmektir.
***********************************
Yaşam içerisinde ortaya çıkan her şey, bütünsellik içerisinde oluşan bir düzen gereği sonuç da en “Hayrı” oluşturmak üzere meydana gelmektedir.Oluşumları kısıtlı algılama organı göz ile algılayıp değerlendiren, her şeyin, her an Allah’a teslim, kul olduğunu (belirli bir düzen içerisinde oluştuğunu) göremeyen,nefsine (terkipsel yapısına) hoş gelmeyen her şeye isyan ederek "Huzurdan" (bütünsellikten) uzaklaşıp, kozası (kısıtlı algısı) içerisinde tanrısı için bir şeyler yaptığını sanarak, ebediyen, huzursuzluk içinde, huzur arar durur, çaresizce!.
**********************************
Herkesin yaratılış programı, birbirinden farklı olduğundan, doğal olarak varlıklar arasında bir eşitlik yoktur. Yaşam herkes için yaratılış programına dönük olarak imtihan denilen, kişiye özel soru ve cevaplardan oluşmaktadır.
Bu suretle herkes kendi yaratılış programı (fıtratı) doğrultusundaki sorulara muhatap olarak, verdiği cevaplar oranında sonsuza kadar var olacak bilincinin tekamülünü tamamlamaktadır.
**********************************
Allah'ın, yeryüzünde kendisini en iyi bulup, ifade ettiği boyut Muhammedi boyuttur. Bu boyut açığa çıktığı terkipsel yapı itibari ile Allah'ın kulu(abduHü), Allah ilminin öz'den yansıtıcısı, irsali görevi itibari ile de RasuluHü dür.
**********************************
"Elif, Lam, Mim"
Allah(Elif) - İlmi(Lam) - Muhammed'i bilince(Mim) - irsal(rasul) olmaktadır. (Hakikat ancak o bilinçde tam olarak algılanıp, açığa çıkmaktadır.)
*************************************
"Allah" ismi âlemleri oluşturan varlığın tüm özelliklerini (zât ve sıfatlarını) içinde barındıran bir tanımlamadır!
*********************************************
Kurân'da tüm isimler (Allah dahil) "Hu"ya bağlı olarak geçer! İsimlerin öncesindeki "Hu" ismi ile önce tenzih(kusursuzluk, eksiksizlik) vurgulanır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. (Hu Allahu ehad -Hu'vel Aliyyül Aziym) gibi,
********************************************
Kur’an ayetleri(işaretleri), Tek varlık kavramı doğrultusunda, insanın, öz’ün deki rab işlevini (halife vasfından dolayı Allah’ın tüm manalarını açığa çıkarabilme özelliğini) kullanmak suretiyle, farkında olarak veya olmayarak dünya(sın)da ki, güzellik veya felaketleri oluşturmakta olanın kişinin kendisi olduğu gerçeğini işaret eden, Allah sistem ve düzenini açıklamaktadır.
**********************************
İnsan, evrensel sistemi anlatan, "Kuran ayetlerini(işaretlerini)" kendinde bulduğunda, ötedeki tanrının gönderdiği kitabı değil, kendi öz'ündeki sistemi anlatan “kainat kitabını”(ümmül kitabı) okumaya başlar ve işaret edilen mesajları alarak evrensel sisteme uyum sağlar, sonsuz huzura (cennetine) kavuşur.
**********************************
Her şey insan beyninde kod’lanmış olarak mevcut. Okundukça (çaba gösterilip, bilinmek istendikçe) insana ayen, beyan oluyor. Kod’lar çözülmüş, şifreler açılmış, “yaratılmış” hükmünde Oku’nası kitap (Kuran) oluyor. Kuran ile insan ikiz kardeştir” (Hz Muhammed) - “Ben konuşan Kuran’ım” (Hz.Ali)
Bu yüzden Kuran'ın ilk ayeti(işareti) “İkra”(oku) dur. Burada okunması istenen yazılı bir metin değil, insanın beyninde data (dijital yazılım) olarak kayıtlı sisteme ait tümel bilgidir.
*************************
İşte insan öz’ünde kodlanmış bilgi yüklü bu frekans dalgaları ile iletişime girip sisteme ait bilgi yi okuyabildiği (deşifre edebildiği) oranda evrensel sistemi kullanarak kendini öz’de bulur ve Yaratıcıya ulaşır. ”Allah size şah damarınızdan, daha yakındır.” (Kaf suresi /16)
*********************************
Yeryüzünde, Allah’ı "Allah" olarak arayanlar onu bulamazlar. Çünkü Allah, bu Alem’de insanda gizlenmiş, insan üzerinden konuşmuş, bütün mesajını insan örtüsü altında vermiştir.
*********************************
Allah’ın sözü “Sünettullah” olan evrensel sistemdir. Allah emri altındaki bu sistemin işleyişinin tamamını, en son haliyle, Hz. Muhammed adı altındaki boyuttan, frekanstan bize duyurmaktadır. Bu yüzden bu kanalın devamlı açık olması gerekir. Hz. Muhammed’e (sav) salat, onun sahip olduğu bilgiye yönelerek, o bilgiyi yaşamında destek edinerek sistemi en iyi şekilde kullanabilmek demektir.
******************************
Hak edene hakkını vermemek, hak etmeyene de hak ettiğinden fazlasını vermek aslında kendine zulüm etmektir.
*******************************
Evrene/oluşumlara hangi bilinç boyutundan(negatif, pozitif, vb.) bakıyorsak, o boyutun formunu (yazılımını) kendimizde/veri tabanımızda oluştururuz.Doğum anında oluşan programımız(kader)in kapasitesi doğrultusunda beyin, gelen mana yüklü frekans dalgalarını bu oluşan format üzerinden okuyarak deşifre eder ve çıktısını yaşantımız (dünyamız) olarak algılayarak alırız.
*******************************
İnsan kendisini yeniden tanıma sürecinde dışarıda, değiştirilmesi gereken hiç bir şey olmayıp, değiştirilmesi gerekenin kendisi olduğunu kavrayarak veya kavrayamadan değişimlere uğrayarak evrendeki öğrenimine devam eder.
*******************************
Yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra, oluşacak sonucun en hayırlı olacağı bilinci ile Allaha tevekkül edip, bu süreçte sabır ile beklemek gerekir. Sabır sana oluşan olayın bir hikmeti olduğunu idrak ettirir ve senin tekamülünü geliştirir. Sabretmek, katlanmak değil Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret ederek yaşamaktır
******************************
Öz'e götüren her türlü araç, suret "put"dur. Bu yüzden surette takılı kalanlara "putperest" denir. Marifet suretler ile suretsize ulaşıp, putperestlikten kurtulabilmektir.
*********************************
Önemli olan hadiselere gözün sınırlı kapasitesi ile bakıp tepki oluşturmak yerine, tefekkür(kalp gözü) ile büyük resmi görerek bir sonraki an’ı oluşturacak etkiyi oluşturabilmektir.
Bunun içinde Allah ahlakıyla ahlaklanıp "Allah gibi düşünmek" gerekir. Allah gibi düşünmek; En üst boyutta (safiye nefs mertebesinde) varlığın kendini tanıyarak, bütünsel bir bakış ile evrene bakıp, düşünebilmesi (tefekkürü) olayıdır.
*********************
Olumlu oluşumların bir sonraki an'da yaşantımız olarak açığa çıkabilmesi için sınırlı algılama organlarımızla anlayamadığımız, Kuran ve Hz. Muhammed'in işaret ettiği şeylere aklımız yatmasada "iman" etmek, uygulamak gerekir. Zamanı gelip anlaşılamayan şeyler, anlaşılabilecek düzeye gelindiğinde zaten iman biter. İkan (yakinen bilme) hali başlar.
*******************
Bilinçaltının en mühim özelliği farkında olmadığımız her şeyi (olayları, sesleri, resimleri) iyi, kötü ayırımı yapmadan kaydetmesidir. Bilinçaltımız her saniye milyarlarca bit bilgiyi alıp depolarken, biz üst bilincimizde bu verilerin çok azının farkındayızdır.
*******************
Bilinç altı mutfak gibidir. Farkında olarak veya farkında olmadan giren veriler burada işlenip, tanımlanarak gerçekliğe dönüştürülür. Kendi dünya(mızı) oluşturur.
Bunun için bilinçaltını doğru “kod”lamak önemlidir. Bir sonraki an’da oluşan gerçekliğimiz bu kod ’lamanın neticesi olarak yaşamımızda oluşur.
******************
Dünyamızda karşılaştığımız her olayın olumlu yönlerini görmek, sahip olduğumuz değerlerin farkına varmak (nimet'leri görmek/şükür) beynin bu doğrultuda kod’lanması olayıdır. Bu da bilinç altına giden verilerin bu format doğrultusunda işlenerek şekillenmesine neden olur. Bunun aksi her şeyin olumsuz yanını görmek sahip olduğumuz değerlerin farkında olmama (nimete kör/nankör olmak) ise beyni bu şekilde formatlar. Bu da bir sonraki an’larımızda bu doğrultuda çıktı oluşturur. Bundan dolayı bu tip insanlar hayatlarındaki her şeyden devamlı şikayet ederler. Kötü olan her şeyin kendilerini bulduğunu söyleyerek yaşamlarındaki bu kısır döngüyü devam ettirirler.
*******************
Ben varım düşüncesi ile oluşturdukları dünyalarında, egoları ve sahiplenip putlaştırdıkları tanrıları (mal, mülk, şan, şöhret, güç, evlat, vb.) ile yaşayanlar, tüm yaşadıkları sorunların kaynağının “Ben varım” algılamasından kaynaklandığını fark edip, çözümün “ben yok um” bilincinde olduğunu, idrak ettiklerinde, koruyacak, kaygı duyulacak, sahiplenecek, putlaştırdıkları tanrılarının olmadığı (La ilahe) idraki ile, var olanın sadece Allah (İllallah) olduğunun farkında lığına ulaşıp,Allah’ın indindeki mükemmel sisteme teslim = İslam olduklarında, oluşacak bilinç sıçraması ile tam bir farkındalıkla yeni olana geçiş yapacaklardır. Bu “Ba’s” olmaktır. Yani!.. Şuursal boyutta yeniden dirilmektir.
*******************
Yapılan her iş de başarı ve mutluluk için önce beyinde "şirk" (ikilik) den kurtulmak gerekir. Başarıya, başarısızlığı - Mutluluğa, mutsuzluğu ortak koşma şirk'inden...
*******************
İpek böceği, içerisinde bulunduğu kozasını tekamülünü tamamladığı süreç sonunda kendisi deler ve kelebek olarak özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak için gelişim tamamlamadan dışarıdan kozayı delmeye kalkarsanız içindeki canlının ölümüne sebebiyet verirsiniz. Ruh'da kozası (beden) içerisinde süreçler yaşayarak tekamülünü tamamlar ve zamanı gelince kozasını delerek kelebek misali özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak adına dışarıdan yapılan (uyuşturucu, vb.) çeşitli kozayı delme (bedeni/dünyasını devre dışı bırakıcı) ruhu çabuk özgürleştirme çabaları tekamülünü tamamlayamamış ipek böceğinin akibetinden farklı olmaz.
*******************
İnsan dünyada “ben” algılaması ile birlikte bedensellik bilincine (kabre) girer. İnsanın kabri bedenidir. Ben’lik bilincinin oluşturduğu (sahiplenme, kaybetme, gelecek, vb.) korkularla kişi girdiği kabrinde azap çekmeye başlar.(azap bedensellik bilincidir) Takii !..Beden zannının şuuruna varıp, hakikati fark edip, uyanmaya başladığında kişi farkındalığa ulaşır, bir an da kendine gelir. Ayağa (kıyam) kalkar. Yani “Kıyam eti” kopar. Bu sırada, Tek’lik bilinci, birimsel ben'lik bilinci ile savaşmaya başlar. Ben’lik algısı yanmaya başlar. Yani kişi cehennem’den geçer ve bu yanma esnasında ne kadar arına bildiyse de o oranda da cennetine ulaşır.
Bu yüzden herkesin cenneti ve cehennemi kendisine has bir boyuttur. Cennet ve cehennem mekansal değil, makamsal bir olgudur.
********************
Rüyada gördüklerimiz, gelen verilerin beynimizde o an’a kadar oluşturmuş olduğumuz veri tabanı (iç dünyamız) üzerinden, yorumlanarak, sembolize edilmiş görüntü şeklindeki algılamalarımız, iç dünyamızın aynadaki yansımalarıdır. İnsan rüyasında ne kadar çok kalabalıklar görürse görsün, uyandığında yine bir kişi olduğunu, aslında kendisinden başka hiç kimse olmadığını anlar. Aslında farkına varabilen için bulunduğumuz dünya hayatı da, rüyalarımızdan farklı bir şey değildir. Uykudan uyandığımızda anlayacağız ki!. Bütün korkularımız, sahiplenmelerimiz, üzüntülerimiz, vb. her şey benden, bana imiş…
****************
İnsanın dünya(sın)da yaşamına devam ederken, tefekkür ve çalışmalar neticesinde ulaştığı yüksek farkındalık ile oluşan bilinç sıçraması neticesinde, dünya(sın)ın ve varlığının aslında bir yanılma (illüzyon) olduğunun farkına varması, yeni bir bakış açısı ile "evrensel sistemi" okumaya başlaması, mezarından / beden kabrinden dirilmeye başladığı an'dır.
*****************
Beş duyuya tabi olarak yaşayanlar, bilinçlerini beş duyunun kapasitesi ile sınırlayıp her şeyi madde olarak algılayıp, değerlendirerek, hakikatlerini, öz’lerini madde ile örtüp, bilinçlerini kilitlerler. Ve anahtarını kırmış olarak ölüm ötesine geçerler.
******************
Evren bize, bizi gösteren bir ayna, evren, ancak insan(şuurlu varlık) ile var olabiliyor. İnsan algılamasını kestiğinde insan=evren’i de kaybolmakta...
******************
İç'te yatanı bilirsek. Dışta olanı değerlendirebiliriz. Çünkü dıştaki sonuçtur. Sebep değildir. Gerçek sebepler içtedir.
******************
Dünya bize, bizi gösteren bir ayna.. İnsan, ayna karşısında (iç alemde) nasıl davranırsa, ayna aynısı ile ona karşılık vermektedir. İnsan içte olanın (isteklerinin, niyetlerinin) dışa tezahürü neticesinde aynadaki görüntüsünü (dünyasını) oluşturmaktadır. "Bilinçlerinizde (niyetinizde, düşüncenizde) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de Allâh onun sonuçlarını size yaşatır.” (Bakara suresi/284)
******************
Her varlığın esma birleşiminden oluşan yapısını meydana getiren terkipsel yapısı o varlığın kendi Rabbi dir (ıslah edererek, hakikati buldurucu programıdır.) “Nefsini bilen, Rabbini (kendini) bilir.” (Hz.Muhammed)
*****************
Her varlık terkibiyeti itibari ile birbirinden farklı, fakat terkiplerini meydana getiren esmaların mahiyeti itibari ile öz'de aynıdır. Allah ise tüm esmaların eksiksiz, tamamına sahip bir yapı olması mahiyeti ile tüm alemlerin Rabbidir.
*****************
Evrende her şey nereden baktığımıza göre değişir. Hangi bakışla (hangi niyetle) bakarsak,baktığımız şey buna göre şekillenir, manalanır ve içinde yaşadığımız "Gerçekliği" oluşturur.
*****************
Evrene hangi bilinç boyutundan bakıyorsak, o boyutun formunu (yazılımını) kendimizde oluştururuz. her boyut, mevcut frekans dalgalarını kendi sahip olduğu form üzerinden okuyarak deşifre eder.
İnsanlar devamlı negatif düşünceler oluşturmaları ile evren’in belleğinde kayıtlı geçmişe ait kayıtlardan benzer form’daki frekansları farkında olmadan kendilerine çekerek, beyinlerinde ilgili hücrelerin irrite edilmesi sonucu kendilerine acı ve ızdırap verici olayların, yaşandığı senaryonun, değişik mekan ve zamanda geçen versiyonlarını, defalarca tekrar ederek yaşamaya devam ederler. Kişide ben'liği oluşturan terkipsel yapı, sahip olduğu program doğrultusunda, yaşam boyu insanda bu yapının hoşuna giden veya gitmeyen, onun yapısına,nefsine zor veya kolay gelen düşünce ve davranışlardan oluşan algılamalar oluşturur.
Burada (dünya yaşamında) önemli olan, insanın terkipsel yapısına (nefsine) zor gelen, hoşuna gitmeyen algılamalarla (Hakk'ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret göstermek suretiyle) yüzleşerek bunların oluşturduğu "algıyı" nötr'leyip, ortadan kaldırarak, tüm korku ve sıkıntı "algılamalarından" beynini arındırmış olarak, oluşan yeni veri tabanının, sonsuza kadar var olacak bilince naklini gerçekleştirmektir.
****************
Bir kimsenin, Hz.Adem’den, Hz.Muhammed’e kadar sırasıyla bir bilinç boyutundan, diğerine hakkını Vererek, idrak ile bilincinde terfi ederek, bir üst bilinç boyutunu yaşamına geçirmesi, başka bir dine geçmek değil, sistemdeki tekamül (gelişim) yolculuğuna devam ederek, sistemle uyumlu hale gelmek suretiyle din’ini (sistemi) tamamlaması olayıdır. "Bugün sizin dininizi(sistemi) kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım." (Maide suresi/3)
*****************
Sistemde her şeyin bir yasası, kullanma kılavuzu (şeriati) vardır. Elektrik enerjisinin yasalarına (şeriatine) uymazsak “Nar” olur bizi yakar. Ama uyarsak o zamanda “Nur” olur bizi aydınlatır.
Günlük sıradan bilinç hallarinden, yüksek frekanslı şuur hallerine geçişin en önemli çalışması, tefekkür içerisinde farkındalık sağlamaktır. Bunun içinde her an yediğin, gördüğün, oluşan, vb. her şeyin perde arkasındakini fark etme gayreti içerisinde, uyanık olmak gerekir. Bir meyveyi, eline alıp, yemeye başladığında, üstündeki ambalajının, içindeki şekerin, vitaminlerinin, minerallerinin senin hiçbir müdahalen olmadan en mükemmel şekilde oluşturulmuş olduğunun her an farkında mısın?. Bir lokmayı ağzına attığında senin hiçbir müdahalen olmadan en mükemmel şekilde bir fabrika gibi vücutta değerlendirilip, ayrıştırılıp, gerekenin gerektiği kadar, gereken yerlerde değerlendirildiğinin her an farkında mısın?.. Bir canlının anne karnında, hiçbir müdahale olmadan her şeyinin en mükemmel şekilde oluştuğunun her an farkında mısın?..Vücudundaki milyarlarca hücrenin senin hiçbir müdahalen olmadan görevlerini en mükemmel şekilde yaptığının her an farkında mısın?. Peki!. Yaşadığın problemlerin, sıkıntıların gerçek anlamda teslim(islam), razı olamayıp, kısıtlı algılamanla değerlendirip, oluşturduğun vehim, vesvese ve acaba larının (virüslerin) mükemmel işleyen sisteme müdahale etmeye kalkışmasından kaynaklandığının da farkında mısın?..Bunlara samimi olarak evet diyebiliyorsan, yolun açık, yok bunların farkında değilsen, uyan ve fark etmeye çalış!..
********************************
Kalp ile bağlantılı beyin, evrensel bilinç ile insan arasındaki köprüdür. İnsanda oluşan yüksek farkındalık kalp nöronları ile bağlantılı beyindeki değerlendirme merkezi epifiz’in (kalp gözü) açık olup, olmamasından kaynaklanmaktadır. İnsanın bütünselliğe “bilinç sıçraması” yapabilmesi için “kalp” ile beyindeki “epifiz” bölgesinin bağlantısının açık olması gerekir. Bu kanal (kalp gözü) kapalı olduğu taktirde insan bütünselliği algılayamaz. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de gerçekleri görmeye engel bir perde vardır; böylelikle gerçeği görmezler” (Bakara suresi/7)
**********************************
Nöronlar beyin ile bağlantıya girerek bir internet iletişim ağı (network) gibi çalışırlar. Beyindeki diğer nöronlar ile iletişime girerek beyinde lokal algı bölgeleri oluştururlar. Bu bölgelerin oluşturduğu algılama ile de duygu ve düşünceler oluşur. İnsan oluşan bu algı bölgelerinin birbirleri ile kurduğu iletişim sayesinde oluşan kalp gözünün (basiret) kapasitesi oranında “evrensel sistemi” algılayarak görür ve değerlendirir. Şu an da yaşadıklarımız, bir önceki an da zihnimizde oluşturduklarımızın neticesidir. Bir sonraki an da da yaşayacaklarımızı şu an da oluşturmaktayız. Önemli olan geçmişe takılı kalmadan (keşke şöyle olsaydı demeden) şu anı geçmişin verdiği tekamülle en iyi bir şekilde olumlayabilmektir.
***********************************
Yaşam içerisinde ortaya çıkan her şey, bütünsellik içerisinde oluşan bir düzen gereği sonuç da en “Hayrı” oluşturmak üzere meydana gelmektedir.Oluşumları kısıtlı algılama organı göz ile algılayıp değerlendiren, her şeyin, her an Allah’a teslim, kul olduğunu (belirli bir düzen içerisinde oluştuğunu) göremeyen,nefsine (terkipsel yapısına) hoş gelmeyen her şeye isyan ederek "Huzurdan" (bütünsellikten) uzaklaşıp, kozası (kısıtlı algısı) içerisinde tanrısı için bir şeyler yaptığını sanarak, ebediyen, huzursuzluk içinde, huzur arar durur, çaresizce!.
**********************************
Herkesin yaratılış programı, birbirinden farklı olduğundan, doğal olarak varlıklar arasında bir eşitlik yoktur. Yaşam herkes için yaratılış programına dönük olarak imtihan denilen, kişiye özel soru ve cevaplardan oluşmaktadır.
Bu suretle herkes kendi yaratılış programı (fıtratı) doğrultusundaki sorulara muhatap olarak, verdiği cevaplar oranında sonsuza kadar var olacak bilincinin tekamülünü tamamlamaktadır.
**********************************
Allah'ın, yeryüzünde kendisini en iyi bulup, ifade ettiği boyut Muhammedi boyuttur. Bu boyut açığa çıktığı terkipsel yapı itibari ile Allah'ın kulu(abduHü), Allah ilminin öz'den yansıtıcısı, irsali görevi itibari ile de RasuluHü dür.
**********************************
"Elif, Lam, Mim"
Allah(Elif) - İlmi(Lam) - Muhammed'i bilince(Mim) - irsal(rasul) olmaktadır. (Hakikat ancak o bilinçde tam olarak algılanıp, açığa çıkmaktadır.)
*************************************
"Allah" ismi âlemleri oluşturan varlığın tüm özelliklerini (zât ve sıfatlarını) içinde barındıran bir tanımlamadır!
*********************************************
Kurân'da tüm isimler (Allah dahil) "Hu"ya bağlı olarak geçer! İsimlerin öncesindeki "Hu" ismi ile önce tenzih(kusursuzluk, eksiksizlik) vurgulanır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. (Hu Allahu ehad -Hu'vel Aliyyül Aziym) gibi,
********************************************
Kur’an ayetleri(işaretleri), Tek varlık kavramı doğrultusunda, insanın, öz’ün deki rab işlevini (halife vasfından dolayı Allah’ın tüm manalarını açığa çıkarabilme özelliğini) kullanmak suretiyle, farkında olarak veya olmayarak dünya(sın)da ki, güzellik veya felaketleri oluşturmakta olanın kişinin kendisi olduğu gerçeğini işaret eden, Allah sistem ve düzenini açıklamaktadır.
**********************************
İnsan, evrensel sistemi anlatan, "Kuran ayetlerini(işaretlerini)" kendinde bulduğunda, ötedeki tanrının gönderdiği kitabı değil, kendi öz'ündeki sistemi anlatan “kainat kitabını”(ümmül kitabı) okumaya başlar ve işaret edilen mesajları alarak evrensel sisteme uyum sağlar, sonsuz huzura (cennetine) kavuşur.
**********************************
Her şey insan beyninde kod’lanmış olarak mevcut. Okundukça (çaba gösterilip, bilinmek istendikçe) insana ayen, beyan oluyor. Kod’lar çözülmüş, şifreler açılmış, “yaratılmış” hükmünde Oku’nası kitap (Kuran) oluyor. Kuran ile insan ikiz kardeştir” (Hz Muhammed) - “Ben konuşan Kuran’ım” (Hz.Ali)
Bu yüzden Kuran'ın ilk ayeti(işareti) “İkra”(oku) dur. Burada okunması istenen yazılı bir metin değil, insanın beyninde data (dijital yazılım) olarak kayıtlı sisteme ait tümel bilgidir.
*************************
İşte insan öz’ünde kodlanmış bilgi yüklü bu frekans dalgaları ile iletişime girip sisteme ait bilgi yi okuyabildiği (deşifre edebildiği) oranda evrensel sistemi kullanarak kendini öz’de bulur ve Yaratıcıya ulaşır. ”Allah size şah damarınızdan, daha yakındır.” (Kaf suresi /16)
*********************************
Yeryüzünde, Allah’ı "Allah" olarak arayanlar onu bulamazlar. Çünkü Allah, bu Alem’de insanda gizlenmiş, insan üzerinden konuşmuş, bütün mesajını insan örtüsü altında vermiştir.
*********************************
Allah’ın sözü “Sünettullah” olan evrensel sistemdir. Allah emri altındaki bu sistemin işleyişinin tamamını, en son haliyle, Hz. Muhammed adı altındaki boyuttan, frekanstan bize duyurmaktadır. Bu yüzden bu kanalın devamlı açık olması gerekir. Hz. Muhammed’e (sav) salat, onun sahip olduğu bilgiye yönelerek, o bilgiyi yaşamında destek edinerek sistemi en iyi şekilde kullanabilmek demektir.
******************************
Hak edene hakkını vermemek, hak etmeyene de hak ettiğinden fazlasını vermek aslında kendine zulüm etmektir.
*******************************
Evrene/oluşumlara hangi bilinç boyutundan(negatif, pozitif, vb.) bakıyorsak, o boyutun formunu (yazılımını) kendimizde/veri tabanımızda oluştururuz.Doğum anında oluşan programımız(kader)in kapasitesi doğrultusunda beyin, gelen mana yüklü frekans dalgalarını bu oluşan format üzerinden okuyarak deşifre eder ve çıktısını yaşantımız (dünyamız) olarak algılayarak alırız.
*******************************
İnsan kendisini yeniden tanıma sürecinde dışarıda, değiştirilmesi gereken hiç bir şey olmayıp, değiştirilmesi gerekenin kendisi olduğunu kavrayarak veya kavrayamadan değişimlere uğrayarak evrendeki öğrenimine devam eder.
*******************************
Yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra, oluşacak sonucun en hayırlı olacağı bilinci ile Allaha tevekkül edip, bu süreçte sabır ile beklemek gerekir. Sabır sana oluşan olayın bir hikmeti olduğunu idrak ettirir ve senin tekamülünü geliştirir. Sabretmek, katlanmak değil Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret ederek yaşamaktır
******************************
Öz'e götüren her türlü araç, suret "put"dur. Bu yüzden surette takılı kalanlara "putperest" denir. Marifet suretler ile suretsize ulaşıp, putperestlikten kurtulabilmektir.
*********************************
İnsanın şu mezhep den veya bu mezhep den olması önemli değildir. Çünkü onları farklı kılan biziz, Mezhepler kurulduğu zaman tek olan amaca “Hz. Muhammed’in bildirdiği Allah hakikatine” götüren araçlardı. Araçlar amaca götürdüğü sürece hizmet ederler. Araçlarda takılı kalmak, onları putlaştırmak ana hedefi örter (kafir eder) yoldan çıkartır. Günümüzde, ana amaç unutulup, araçların her biri kendi çıkarcı amaçlarını oluşturduklarından, kuruldukları hedeften saptılar, saptırıldılar. Şeytana maşa olup, cehennemlerine odun taşır oldular.
****************************
“Ümmetim, 73 fırkaya(mezhebe) ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, cehenneme gidecek, biri kurtulacaktır. Kurtulacak olanlar, benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir.(Muhammedi olanlardır)" (Hz. Muhammed)
**********************************
Arif, ilahi sırrın peşindedir. Bulduğu anda da o sır içinde, hakikat ateşi ile tüm benliği yanar, erir yok olur. Kendini, terk eder, tüm varlığı silinir. Geride ondan kalan ise sadece bir isimdir.
****************************
“Muhammedi olmak” Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş gibi yaratandan ötürü yaratılanı hoş gören bir bilinç ile seven, düşünen, kucaklayan, paylaşan, tüm Hakk dostlarının, içinde bulunduğu Allah’ın Muhammed halkasının enerjisi içinde “bir” olmanın bilinci ile hizmet ederek yaşayabilmek demektir.
****************************
Yaptığın ibadetler dahi şartlanmalara dönüşüp, senin olmassa olmazın durumuna gelip, seni hakikatinden perdeliyorsa, farkında olmadan putlarını oluşturmaktasın. Allah'a ulaşabilmek için Hz. Muhammed'in önce Kabe'yi put'lardan temizlediği gibi, İnsanda Kabe'si olan kalbini putlardan temizlemelidir.
*******************************
Evren de açığa çıkan her oluşum bir çok parçadan meydana gelmiş puzzle gibidir. İnsan görebildiği, kadar parçalara bakar ve ne olabileceğini değerlendirerek olaylara tepkisini koyar. Kozası içerisinden gördüğü kadarı ile oluşturmuş olduğu tepkisinde kendince haklıdır. Fakat sınırlı algılaması ile verdiği kararların karşılığını bir müddet sonra yaşamında açığa çıkan fiiller olarak bulur ve bunlar neden başıma geldi diye sıkıntı yaşar, şikayet eder. Oysa sistem, kendinden, kendine işlemiştir.
******************** ****************************
“Ümmetim, 73 fırkaya(mezhebe) ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, cehenneme gidecek, biri kurtulacaktır. Kurtulacak olanlar, benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir.(Muhammedi olanlardır)" (Hz. Muhammed)
**********************************
Arif, ilahi sırrın peşindedir. Bulduğu anda da o sır içinde, hakikat ateşi ile tüm benliği yanar, erir yok olur. Kendini, terk eder, tüm varlığı silinir. Geride ondan kalan ise sadece bir isimdir.
****************************
“Muhammedi olmak” Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş gibi yaratandan ötürü yaratılanı hoş gören bir bilinç ile seven, düşünen, kucaklayan, paylaşan, tüm Hakk dostlarının, içinde bulunduğu Allah’ın Muhammed halkasının enerjisi içinde “bir” olmanın bilinci ile hizmet ederek yaşayabilmek demektir.
****************************
Yaptığın ibadetler dahi şartlanmalara dönüşüp, senin olmassa olmazın durumuna gelip, seni hakikatinden perdeliyorsa, farkında olmadan putlarını oluşturmaktasın. Allah'a ulaşabilmek için Hz. Muhammed'in önce Kabe'yi put'lardan temizlediği gibi, İnsanda Kabe'si olan kalbini putlardan temizlemelidir.
*******************************
Evren de açığa çıkan her oluşum bir çok parçadan meydana gelmiş puzzle gibidir. İnsan görebildiği, kadar parçalara bakar ve ne olabileceğini değerlendirerek olaylara tepkisini koyar. Kozası içerisinden gördüğü kadarı ile oluşturmuş olduğu tepkisinde kendince haklıdır. Fakat sınırlı algılaması ile verdiği kararların karşılığını bir müddet sonra yaşamında açığa çıkan fiiller olarak bulur ve bunlar neden başıma geldi diye sıkıntı yaşar, şikayet eder. Oysa sistem, kendinden, kendine işlemiştir.
Önemli olan hadiselere gözün sınırlı kapasitesi ile bakıp tepki oluşturmak yerine, tefekkür(kalp gözü) ile büyük resmi görerek bir sonraki an’ı oluşturacak etkiyi oluşturabilmektir.
Bunun içinde Allah ahlakıyla ahlaklanıp "Allah gibi düşünmek" gerekir. Allah gibi düşünmek; En üst boyutta (safiye nefs mertebesinde) varlığın kendini tanıyarak, bütünsel bir bakış ile evrene bakıp, düşünebilmesi (tefekkürü) olayıdır.
*********************
Olumlu oluşumların bir sonraki an'da yaşantımız olarak açığa çıkabilmesi için sınırlı algılama organlarımızla anlayamadığımız, Kuran ve Hz. Muhammed'in işaret ettiği şeylere aklımız yatmasada "iman" etmek, uygulamak gerekir. Zamanı gelip anlaşılamayan şeyler, anlaşılabilecek düzeye gelindiğinde zaten iman biter. İkan (yakinen bilme) hali başlar.
*******************
Bilinçaltının en mühim özelliği farkında olmadığımız her şeyi (olayları, sesleri, resimleri) iyi, kötü ayırımı yapmadan kaydetmesidir. Bilinçaltımız her saniye milyarlarca bit bilgiyi alıp depolarken, biz üst bilincimizde bu verilerin çok azının farkındayızdır.
*******************
Bilinç altı mutfak gibidir. Farkında olarak veya farkında olmadan giren veriler burada işlenip, tanımlanarak gerçekliğe dönüştürülür. Kendi dünya(mızı) oluşturur.
Bunun için bilinçaltını doğru “kod”lamak önemlidir. Bir sonraki an’da oluşan gerçekliğimiz bu kod ’lamanın neticesi olarak yaşamımızda oluşur.
******************
Dünyamızda karşılaştığımız her olayın olumlu yönlerini görmek, sahip olduğumuz değerlerin farkına varmak (nimet'leri görmek/şükür) beynin bu doğrultuda kod’lanması olayıdır. Bu da bilinç altına giden verilerin bu format doğrultusunda işlenerek şekillenmesine neden olur. Bunun aksi her şeyin olumsuz yanını görmek sahip olduğumuz değerlerin farkında olmama (nimete kör/nankör olmak) ise beyni bu şekilde formatlar. Bu da bir sonraki an’larımızda bu doğrultuda çıktı oluşturur. Bundan dolayı bu tip insanlar hayatlarındaki her şeyden devamlı şikayet ederler. Kötü olan her şeyin kendilerini bulduğunu söyleyerek yaşamlarındaki bu kısır döngüyü devam ettirirler.
*******************
Ben varım düşüncesi ile oluşturdukları dünyalarında, egoları ve sahiplenip putlaştırdıkları tanrıları (mal, mülk, şan, şöhret, güç, evlat, vb.) ile yaşayanlar, tüm yaşadıkları sorunların kaynağının “Ben varım” algılamasından kaynaklandığını fark edip, çözümün “ben yok um” bilincinde olduğunu, idrak ettiklerinde, koruyacak, kaygı duyulacak, sahiplenecek, putlaştırdıkları tanrılarının olmadığı (La ilahe) idraki ile, var olanın sadece Allah (İllallah) olduğunun farkında lığına ulaşıp,Allah’ın indindeki mükemmel sisteme teslim = İslam olduklarında, oluşacak bilinç sıçraması ile tam bir farkındalıkla yeni olana geçiş yapacaklardır. Bu “Ba’s” olmaktır. Yani!.. Şuursal boyutta yeniden dirilmektir.
*******************
Yapılan her iş de başarı ve mutluluk için önce beyinde "şirk" (ikilik) den kurtulmak gerekir. Başarıya, başarısızlığı - Mutluluğa, mutsuzluğu ortak koşma şirk'inden...
*******************
İpek böceği, içerisinde bulunduğu kozasını tekamülünü tamamladığı süreç sonunda kendisi deler ve kelebek olarak özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak için gelişim tamamlamadan dışarıdan kozayı delmeye kalkarsanız içindeki canlının ölümüne sebebiyet verirsiniz. Ruh'da kozası (beden) içerisinde süreçler yaşayarak tekamülünü tamamlar ve zamanı gelince kozasını delerek kelebek misali özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak adına dışarıdan yapılan (uyuşturucu, vb.) çeşitli kozayı delme (bedeni/dünyasını devre dışı bırakıcı) ruhu çabuk özgürleştirme çabaları tekamülünü tamamlayamamış ipek böceğinin akibetinden farklı olmaz.
*******************
İnsan dünyada “ben” algılaması ile birlikte bedensellik bilincine (kabre) girer. İnsanın kabri bedenidir. Ben’lik bilincinin oluşturduğu (sahiplenme, kaybetme, gelecek, vb.) korkularla kişi girdiği kabrinde azap çekmeye başlar.(azap bedensellik bilincidir) Takii !..Beden zannının şuuruna varıp, hakikati fark edip, uyanmaya başladığında kişi farkındalığa ulaşır, bir an da kendine gelir. Ayağa (kıyam) kalkar. Yani “Kıyam eti” kopar. Bu sırada, Tek’lik bilinci, birimsel ben'lik bilinci ile savaşmaya başlar. Ben’lik algısı yanmaya başlar. Yani kişi cehennem’den geçer ve bu yanma esnasında ne kadar arına bildiyse de o oranda da cennetine ulaşır.
Bu yüzden herkesin cenneti ve cehennemi kendisine has bir boyuttur. Cennet ve cehennem mekansal değil, makamsal bir olgudur.
********************
Rüyada gördüklerimiz, gelen verilerin beynimizde o an’a kadar oluşturmuş olduğumuz veri tabanı (iç dünyamız) üzerinden, yorumlanarak, sembolize edilmiş görüntü şeklindeki algılamalarımız, iç dünyamızın aynadaki yansımalarıdır. İnsan rüyasında ne kadar çok kalabalıklar görürse görsün, uyandığında yine bir kişi olduğunu, aslında kendisinden başka hiç kimse olmadığını anlar. Aslında farkına varabilen için bulunduğumuz dünya hayatı da, rüyalarımızdan farklı bir şey değildir. Uykudan uyandığımızda anlayacağız ki!. Bütün korkularımız, sahiplenmelerimiz, üzüntülerimiz, vb. her şey benden, bana imiş…
****************
İnsanın dünya(sın)da yaşamına devam ederken, tefekkür ve çalışmalar neticesinde ulaştığı yüksek farkındalık ile oluşan bilinç sıçraması neticesinde, dünya(sın)ın ve varlığının aslında bir yanılma (illüzyon) olduğunun farkına varması, yeni bir bakış açısı ile "evrensel sistemi" okumaya başlaması, mezarından / beden kabrinden dirilmeye başladığı an'dır.
*****************
Beş duyuya tabi olarak yaşayanlar, bilinçlerini beş duyunun kapasitesi ile sınırlayıp her şeyi madde olarak algılayıp, değerlendirerek, hakikatlerini, öz’lerini madde ile örtüp, bilinçlerini kilitlerler. Ve anahtarını kırmış olarak ölüm ötesine geçerler.
******************
Evren bize, bizi gösteren bir ayna, evren, ancak insan(şuurlu varlık) ile var olabiliyor. İnsan algılamasını kestiğinde insan=evren’i de kaybolmakta...
******************
İç'te yatanı bilirsek. Dışta olanı değerlendirebiliriz. Çünkü dıştaki sonuçtur. Sebep değildir. Gerçek sebepler içtedir.
******************
Dünya bize, bizi gösteren bir ayna.. İnsan, ayna karşısında (iç alemde) nasıl davranırsa, ayna aynısı ile ona karşılık vermektedir. İnsan içte olanın (isteklerinin, niyetlerinin) dışa tezahürü neticesinde aynadaki görüntüsünü (dünyasını) oluşturmaktadır. "Bilinçlerinizde (niyetinizde, düşüncenizde) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de Allâh onun sonuçlarını size yaşatır.” (Bakara suresi/284)
******************
Her varlığın esma birleşiminden oluşan yapısını meydana getiren terkipsel yapısı o varlığın kendi Rabbi dir (ıslah edererek, hakikati buldurucu programıdır.) “Nefsini bilen, Rabbini (kendini) bilir.” (Hz.Muhammed)
*****************
Her varlık terkibiyeti itibari ile birbirinden farklı, fakat terkiplerini meydana getiren esmaların mahiyeti itibari ile öz'de aynıdır. Allah ise tüm esmaların eksiksiz, tamamına sahip bir yapı olması mahiyeti ile tüm alemlerin Rabbidir.
*****************
Evrende her şey nereden baktığımıza göre değişir. Hangi bakışla (hangi niyetle) bakarsak,baktığımız şey buna göre şekillenir, manalanır ve içinde yaşadığımız "Gerçekliği" oluşturur.
*****************
Evrene hangi bilinç boyutundan bakıyorsak, o boyutun formunu (yazılımını) kendimizde oluştururuz. her boyut, mevcut frekans dalgalarını kendi sahip olduğu form üzerinden okuyarak deşifre eder.
İnsanlar devamlı negatif düşünceler oluşturmaları ile evren’in belleğinde kayıtlı geçmişe ait kayıtlardan benzer form’daki frekansları farkında olmadan kendilerine çekerek, beyinlerinde ilgili hücrelerin irrite edilmesi sonucu kendilerine acı ve ızdırap verici olayların, yaşandığı senaryonun, değişik mekan ve zamanda geçen versiyonlarını, defalarca tekrar ederek yaşamaya devam ederler. Kişide ben'liği oluşturan terkipsel yapı, sahip olduğu program doğrultusunda, yaşam boyu insanda bu yapının hoşuna giden veya gitmeyen, onun yapısına,nefsine zor veya kolay gelen düşünce ve davranışlardan oluşan algılamalar oluşturur.
Burada (dünya yaşamında) önemli olan, insanın terkipsel yapısına (nefsine) zor gelen, hoşuna gitmeyen algılamalarla (Hakk'ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret göstermek suretiyle) yüzleşerek bunların oluşturduğu "algıyı" nötr'leyip, ortadan kaldırarak, tüm korku ve sıkıntı "algılamalarından" beynini arındırmış olarak, oluşan yeni veri tabanının, sonsuza kadar var olacak bilince naklini gerçekleştirmektir.
****************
Bir kimsenin, Hz.Adem’den, Hz.Muhammed’e kadar sırasıyla bir bilinç boyutundan, diğerine hakkını Vererek, idrak ile bilincinde terfi ederek, bir üst bilinç boyutunu yaşamına geçirmesi, başka bir dine geçmek değil, sistemdeki tekamül (gelişim) yolculuğuna devam ederek, sistemle uyumlu hale gelmek suretiyle din’ini (sistemi) tamamlaması olayıdır. "Bugün sizin dininizi(sistemi) kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım." (Maide suresi/3)
*****************
Sistemde her şeyin bir yasası, kullanma kılavuzu (şeriati) vardır. Elektrik enerjisinin yasalarına (şeriatine) uymazsak “Nar” olur bizi yakar. Ama uyarsak o zamanda “Nur” olur bizi aydınlatır.
**************************************
Rasul'ler, nebiler, veliler geçmiş zamanlarda gelip, yaşamış ve ölmüş olanlar değil, kişinin sanal alem'inde eksik algılamasının farkındalığa ulaşması arttıkça ortaya çıkan "şuur" boyutlarıdır. "İyi bilin ki Allah'ın elçisi içinizdedir" (Hucurat suresi/7)
****************************************************
Din bir enerji alanıdır. Ve kullanılan enerji o dinin peygamberi (rasulü, nebi’si) ile bağlantılıdır. Müslüman’lık da kullanılan enerji “Muhammedi enerjidir”. Hz. Muhammed ile enerjiyi kopardığınız zaman elektrik kesilir. Müslümanlık adı altında yapılan uygulamalar bir kulüp fiiliyatından öteye geçip, insan’da yüksek meta-fizik açılımları (şefaat) oluşturamaz. Bugün, yapılmak istenen, çeşitli yollarla Hz. Muhammed’in itibarsızlaştırılıp, devre dışı bırakılması ile bu bağlantının koparılıp, İslam dininin pasifize edilmesi olayıdır.
***************
Hz. Muhammed'i sadece et, kemik ve bedenden müteşekkil 1400 sene önce yaşamış ve ölmüş bir varlık olarak algıladığımız sürece kafamızdaki sorularımıza gerçek anlamda cevaplar bulamayız. Hep çelişkiler yaşarız.
Oysa ki!..Zamanın tek an olması ve evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu) olması nedeniyle "Muhammedi boyut" ölüp yok olmamıştır. O her zaman diliminde ve her varlığın özünde var olarak yaşamaktadır. Önemli olan bu boyutsallığı, insanın kendinde bulup, açığa çıkartarak, yaşamına geçirmesi neticesinde evrensel sistemi kendi hayrına en doğru şekilde kullanmak sureti ile Hz. Muhammed'in şefaatine mazhar olmasıdır.
Çünkü "Allah" kainat adı altında işleyen evrensel sistemini (sünetüllahı) halk suretinde kendisini en iyi ifade edebildiği bu boyuttan, yani Muhammedi boyut'tan insanlığa duyurmaktadır.
Rasul'ler, nebiler, veliler geçmiş zamanlarda gelip, yaşamış ve ölmüş olanlar değil, kişinin sanal alem'inde eksik algılamasının farkındalığa ulaşması arttıkça ortaya çıkan "şuur" boyutlarıdır. "İyi bilin ki Allah'ın elçisi içinizdedir" (Hucurat suresi/7)
****************************************************
Din bir enerji alanıdır. Ve kullanılan enerji o dinin peygamberi (rasulü, nebi’si) ile bağlantılıdır. Müslüman’lık da kullanılan enerji “Muhammedi enerjidir”. Hz. Muhammed ile enerjiyi kopardığınız zaman elektrik kesilir. Müslümanlık adı altında yapılan uygulamalar bir kulüp fiiliyatından öteye geçip, insan’da yüksek meta-fizik açılımları (şefaat) oluşturamaz. Bugün, yapılmak istenen, çeşitli yollarla Hz. Muhammed’in itibarsızlaştırılıp, devre dışı bırakılması ile bu bağlantının koparılıp, İslam dininin pasifize edilmesi olayıdır.
***************
Hz. Muhammed'i sadece et, kemik ve bedenden müteşekkil 1400 sene önce yaşamış ve ölmüş bir varlık olarak algıladığımız sürece kafamızdaki sorularımıza gerçek anlamda cevaplar bulamayız. Hep çelişkiler yaşarız.
Oysa ki!..Zamanın tek an olması ve evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu) olması nedeniyle "Muhammedi boyut" ölüp yok olmamıştır. O her zaman diliminde ve her varlığın özünde var olarak yaşamaktadır. Önemli olan bu boyutsallığı, insanın kendinde bulup, açığa çıkartarak, yaşamına geçirmesi neticesinde evrensel sistemi kendi hayrına en doğru şekilde kullanmak sureti ile Hz. Muhammed'in şefaatine mazhar olmasıdır.
Çünkü "Allah" kainat adı altında işleyen evrensel sistemini (sünetüllahı) halk suretinde kendisini en iyi ifade edebildiği bu boyuttan, yani Muhammedi boyut'tan insanlığa duyurmaktadır.
****************
“Şefaat” hakikati idrak etmiş, perdesi kalkmış bir kişinin, hakikatten perdeli olana, işin hakikatını idrak etmesini sağlamak amacı ile, dünya yaşamı ve ölüm ötesinde yaşayacağı gerçekleri bildirerek, kendisine azap veren yanlış bilgiden arındırıp, gerçeği idrak ettirme, İlim ile kişinin bilincindeki basiret perdesini kaldırma olayıdır. Değerlendirebilene…
***************
Varlık, terkipsel yapısı itibari ile kuldur. Terkipsel yapısının ona verdiği yetenek, kabiliyet ve istidatlar oranında sorumluluğu olan bir yapıdır. Sahip olduğu terkibinin imkanlarını kullanarak öz'ünde var olan boyutları açığa çıkarabildiği oranda terkibinin sınırlarını kırarak şuursal olarak Tek'lik şuuruna doğru yol alır ve bu yolculuk sırasındaki duraklarda/makamlarda bilinçsel olarak yaşar. Fakat terkipsel yapı hiç bir zaman yok olmaz. Onun için Hz. Muhammed ben Allah'ın kulu ve Resuluyüm demiştir. Yani Resulu olarak o boyusallıkta her türlü günahdan münezzeh iken, Terkipsel yapısı itibari ile kul dur. Sorumludur.
***************
Varlık, terkipsel yapısı itibari ile kuldur. Terkipsel yapısının ona verdiği yetenek, kabiliyet ve istidatlar oranında sorumluluğu olan bir yapıdır. Sahip olduğu terkibinin imkanlarını kullanarak öz'ünde var olan boyutları açığa çıkarabildiği oranda terkibinin sınırlarını kırarak şuursal olarak Tek'lik şuuruna doğru yol alır ve bu yolculuk sırasındaki duraklarda/makamlarda bilinçsel olarak yaşar. Fakat terkipsel yapı hiç bir zaman yok olmaz. Onun için Hz. Muhammed ben Allah'ın kulu ve Resuluyüm demiştir. Yani Resulu olarak o boyusallıkta her türlü günahdan münezzeh iken, Terkipsel yapısı itibari ile kul dur. Sorumludur.
***************
İbadet'ler ötedeki bir tanrı'ya tapınma, yaranma, borç ödeme amacıyla yapılan bir takım külfetlerden oluşan ritüeller değildir. Din’de ibadet adı altında önemle yapılması tavsiye edilen çalışmalar, insanın dünya yaşamında sahip olduğu biyolojik bedeni vasıtası ile bilincinde olumlu yapıda yeni bir veri tabanı oluşturarak, sonsuza kadar bilincinin bulunduğu her boyutta kullanacağı pozitif oluşumlu veri tabanının nasıl olabileceğinin Hz. Muhammed tarafından uygulamalı olarak öğretildiği çalışmalardır. Bunun farkında olup da, bu çalışmaları yapmamak, bir daha telafisi mümkün olmadığı için herhalde bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür.
Her an yeni bir şen’de, yeni bir yaratma da olanı, takip edebilmek, ona uyum sağlayabilmek için, günün yenilenen şartları, gelişimi doğrultusunda beyinlerin, bu şartlara uyumlu sürümü kullanıp, algılamanın yenilenmesi gerekir.
Bu yenilenmeye ayak uyduramayanlar, geçmişin masalları (mecazları) ile ördükleri kozalarında, çelişkide kalıp, cehennemlerini yaşarlar. Kuran-ı anlayamadıkları için, dini anlayış da yenilenmesin, isterler ki!.. Kendi, eskimişlikleri, cehaletleri, açığa çıkıp,görünmesin...
İbadet'ler ötedeki bir tanrı'ya tapınma, yaranma, borç ödeme amacıyla yapılan bir takım külfetlerden oluşan ritüeller değildir. Din’de ibadet adı altında önemle yapılması tavsiye edilen çalışmalar, insanın dünya yaşamında sahip olduğu biyolojik bedeni vasıtası ile bilincinde olumlu yapıda yeni bir veri tabanı oluşturarak, sonsuza kadar bilincinin bulunduğu her boyutta kullanacağı pozitif oluşumlu veri tabanının nasıl olabileceğinin Hz. Muhammed tarafından uygulamalı olarak öğretildiği çalışmalardır. Bunun farkında olup da, bu çalışmaları yapmamak, bir daha telafisi mümkün olmadığı için herhalde bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür.
****************
İnsan fiziksel olarak bir fiil ortaya koymasa da yoğun düşünce (tefekkür) yoluyla bir mana’ya yöneldiği zaman, o mana’ya yönelik beyindeki nöral aktiviteyi devreye sokar. Bunun sonucunda da beynin yaydığı dalgalar o mana’ya ait bilinç altındaki (mikro-kozmos) dalgalarla rezonansa girerek, gücü nispetinde onun ile ilgili oluşumları devreye sokar. Kişi yöneldiği (frekansını ayarladığı) zaman, yöneldiği mananın bilinci ile bir radyo alıcısı gibi bağlantı kurar ve o yayın kanalından kendisine farkında olmadan bir şekilde bilgi (data) akmaya başlar.Bu yüzden de hiç farkında olmadığımız bir an’da bazı şeyler aklımıza geliverir veya karşımıza çıkar. kapasitesi oranında da kişi bu gelen bilgiyi değerlendirir. Maneviyat ehli’nin de kendilerine yönelenlere bilgi aktarımı (şefaati) bu yolladır. Bundan dolayı Hz. Muhammed “bana salavat getirenlerin(yönelenlerin) dua’sı=( daveti) bana ulaştırılır.” demiştir.
******************
İnsan kendini madde bilincinden arındırıp, şuur boyutuna yönelir, aklının ve düşüncelerinin rab (halife) işlevini fark edip kullanabilirse şuurlu insan olmanın gereğini yaşamaya başlamış olur. Kendisini öz ünde bulur, burası insanın özüdür, şuur boyutudur, düşüncenin gücüdür, üretimidir, yaratmasıdır. Düşüncelerin kuantlara dönüştüğü, kuantum boyutunun açığa çıktığı yerdir. Ve insan duyguları, düşünceleri ve düşüncelerinin oluşturdukları ile burada kuantların rab bi hükmündedir. İnsan’ın ötesinde bir tanrı varlık değil, insan’ın özünde rab ve melik işlevleri vardır. İnsan düşünceleri ile rab işlevini, kuanttaki enerjisi ile melik işlevini kullanır. Kuanttaki potansiyel başka bir yerde, başka bir boyutta değildir. Kişinin öz ünde mevcut olan potansiyeldir. Kişi şartlanmalarla kendini sınırlamadığında ben dediğinin aslında hiç var olmadığını fark ettiğinde tüm enerjisi ile öz ünden çıkar ve komutayı devr alır.
*****************
Kişi, gerçek anlamda belirli bir farkındalığa ulaşabildiğinde "insansı" bilinç yapısından "kamil insan" olmanın ilk aşaması olan kutsal kitaplarda “Adem” ismiyle kodlanmış olan bilinç boyutuna geçer.
Adem, ismi ile kastedilen geçmiş zamanda yaşamış tek, bir kişi değildir. "Adem" her zaman diliminde insansı (içgüdü ve şartlanmaları ile öz’ünden uzak) yaşamdan, farkındalık sahibi, bilinçli "kamil insan” olma haline geçişin “ilk aşamasıdır."
*****************
Kişinin bilincinde, “Adem boyutu” oluşmadan önce, zihin “ins” (gündelik bilinç halleri) ve “cin” (bilinç altı saklı kişilik)etkisinde veri tabanında oluşan halleri yaşamı (dünyası) olarak algılar. Bu aşamada genetik ve çevresel faktörlerin oluşturduğu şartlanma ve değer yargılarının veri tabanını, programlaması ile oluşan çokluk (şirk) halleri, kişinin zihninde bütünden ayrı bir beden varlık kabulü oluşturarak, cehennemi =Allah (Tek)den uzaklığı yaşatır. Bu durum kişide"ben" düşüncesi ile oluşan sahiplik olgusunu oluşturur. Sahiplendiklerini koruma ve yaşatabilme düşüncesi ise kişiyi, bilincinde oluşturduğu "diğerleri" ile devamlı bir savaşın (ateşin) içerisinde "cehennemde" tutar.
****************
“Allah her an bir şen, ayrı bir tecelli, yeni bir oluş (yaratma) üzerindedir.”(Rahman Suresi 29)Kişi, gerçek anlamda belirli bir farkındalığa ulaşabildiğinde "insansı" bilinç yapısından "kamil insan" olmanın ilk aşaması olan kutsal kitaplarda “Adem” ismiyle kodlanmış olan bilinç boyutuna geçer.
Adem, ismi ile kastedilen geçmiş zamanda yaşamış tek, bir kişi değildir. "Adem" her zaman diliminde insansı (içgüdü ve şartlanmaları ile öz’ünden uzak) yaşamdan, farkındalık sahibi, bilinçli "kamil insan” olma haline geçişin “ilk aşamasıdır."
*****************
Kişinin bilincinde, “Adem boyutu” oluşmadan önce, zihin “ins” (gündelik bilinç halleri) ve “cin” (bilinç altı saklı kişilik)etkisinde veri tabanında oluşan halleri yaşamı (dünyası) olarak algılar. Bu aşamada genetik ve çevresel faktörlerin oluşturduğu şartlanma ve değer yargılarının veri tabanını, programlaması ile oluşan çokluk (şirk) halleri, kişinin zihninde bütünden ayrı bir beden varlık kabulü oluşturarak, cehennemi =Allah (Tek)den uzaklığı yaşatır. Bu durum kişide"ben" düşüncesi ile oluşan sahiplik olgusunu oluşturur. Sahiplendiklerini koruma ve yaşatabilme düşüncesi ise kişiyi, bilincinde oluşturduğu "diğerleri" ile devamlı bir savaşın (ateşin) içerisinde "cehennemde" tutar.
****************
Her an yeni bir şen’de, yeni bir yaratma da olanı, takip edebilmek, ona uyum sağlayabilmek için, günün yenilenen şartları, gelişimi doğrultusunda beyinlerin, bu şartlara uyumlu sürümü kullanıp, algılamanın yenilenmesi gerekir.
Bu yenilenmeye ayak uyduramayanlar, geçmişin masalları (mecazları) ile ördükleri kozalarında, çelişkide kalıp, cehennemlerini yaşarlar. Kuran-ı anlayamadıkları için, dini anlayış da yenilenmesin, isterler ki!.. Kendi, eskimişlikleri, cehaletleri, açığa çıkıp,görünmesin...
***************
Yaşam içerisinde özgür irademizle yaptığımızı zannettiğimiz seçimlerin belirsizliğinin ardında belirleyici bir düzen vardır. Mutlak surette her kişi hangi seviyede olursa olsun varlığını aşan bir gücün gözetimi, koruyuculuğu ve yönetimi altındadır. Bu da Kuran'da (Tarık suresi/4) "Hiç bir nefis/benlik yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici-koruyucu bulunmasın, kesinlikle herkesin başında bir koruma, bir denetleyici vardır. Kesinlikle hiçbir kimse korunmasız bırakılmamıştır." şeklinde ifade edilmiştir.
**************
"Depresyon" İnsanın, mükemmel işleyen, her şeyin olması gerektiği gibi olduğu evrensel sistemin farkındalığından uzaklaşıp, kendinde bir güç varmış zannı ile gelecek kaygısı ile sisteme müdahalesi karşısında hissettiği acz iyet duygusunun, benlik üzerindeki negatif etkisidir.
**************
İnsan farkına varıp, aslında sahiplenecek hiçbir şeyinin olmadığını idrak edip, “Ben” diyerek sahiplendiği tüm yükünü, gerçek sahibine bırakıp, (yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra, Dünya(sın)da ortaya çıkacak sonucun, kendisi için, en iyi, en hayırlı olan, olduğuna kesin inanarak, iman ederek, kendisini hayatın akışına, evrensel sistemin mükemmel işleyişine bıraktığında) gerçek anlamda teslim = islam olduğunda bir hiç’tir.
****************
Enerjinin dönüp, değişme özelliği aslı enerji olan insan içinde geçerlidir. Çünkü!.. İnsan bir enerji alanından türemiş yoğunlaşmış enerjidir. Beş duyu ile algılanıp beynin veri kapasitesi oranında yorumlanan evrendeki enerji, zihinde dönüşüme uğrayarak beden ve zaman algısını oluştururarak insanı (dünyasını) dönüştürüp, değiştirir. Yalnız!.. İnsan şuur ve bilincini kullanabildiği oranda bu duruma gözlemci (farkında) olabilir. Komuta edebilir. Bilinç ve şuurunu kullanabilmek, kendi üzerine düşünmek ve kendini sorgulamak (tefekkür etmek) demektir. Bu durum oluşmadan bilinçli bir dönüşüm ve farkındalık sağlanamaz.
**************
İnsan farkına varıp, aslında sahiplenecek hiçbir şeyinin olmadığını idrak edip, “Ben” diyerek sahiplendiği tüm yükünü, gerçek sahibine bırakıp, (yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra, Dünya(sın)da ortaya çıkacak sonucun, kendisi için, en iyi, en hayırlı olan, olduğuna kesin inanarak, iman ederek, kendisini hayatın akışına, evrensel sistemin mükemmel işleyişine bıraktığında) gerçek anlamda teslim = islam olduğunda bir hiç’tir.
****************
Enerjinin dönüp, değişme özelliği aslı enerji olan insan içinde geçerlidir. Çünkü!.. İnsan bir enerji alanından türemiş yoğunlaşmış enerjidir. Beş duyu ile algılanıp beynin veri kapasitesi oranında yorumlanan evrendeki enerji, zihinde dönüşüme uğrayarak beden ve zaman algısını oluştururarak insanı (dünyasını) dönüştürüp, değiştirir. Yalnız!.. İnsan şuur ve bilincini kullanabildiği oranda bu duruma gözlemci (farkında) olabilir. Komuta edebilir. Bilinç ve şuurunu kullanabilmek, kendi üzerine düşünmek ve kendini sorgulamak (tefekkür etmek) demektir. Bu durum oluşmadan bilinçli bir dönüşüm ve farkındalık sağlanamaz.
***************
Sabretmek, katlanmak değil, Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp gayret etmektir. İnsan, gerçeğin farkına varıp, aslında sahiplenecek hiçbir şeyinin olmadığını idrak edip “ben” diyerek sahiplendiği tüm yükünü, (yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra) gerçek sahibine bırakıp dünya(sın)da ortaya çıkacak sonucun kendisi için, en iyi, en hayırlı olan olduğuna kesin inanarak, iman ederek, kendisini hayatın akışına bıraktığında) gerçek anlamda "teslim = islam" olduğunda, bir “Hiç”dir.
****************
"Kalem yazmış, mürekkep kurumuştur" (Doğum anında fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kesinleşmiştir.) - "Önceden yazılanları yaşıyorsunuz" (Bu özelliklerle bir önceki an da oluşturduklarımızı şu an da yaşıyoruz.) -"Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" (Elindeki imkanlarla yapabileceğinin en iyisini yap, gerisini Allaha bırak) şeklinde anlaşılmalıdır.
***************
Her an, herkese içinden ve dışından hakikate erdirici bir “İlim(Aliym)” devamlı, “Yayın(Rasul)” yapmaktadır. Fakat büyüklenen “Ben’lik(Firavun)” bu yayını “Örten(Kafir)” olduğu için, kişi hakikati tanıtan bu yayını alıp, değerlendirememektedir.
**************
Biz sadece maddeyi ve dokunabildiklerimizi yaşadığımız hayat diye adlandırıyoruz. Aslında insan bu dünya yaşamında ölüm ötesi boyutta yaşamını sürdüreceği enerji bedeninin, ana programını oluşturup, bilincine kaydını gerçekleştirmektedir.
****************
Allah'ın kullarına rızkı sınırsızdır. Farkına varıp, görebilen için, nimet her yerden bol bol gelmektedir. İnsanlar düşünceleri ile bilinçlerini kör edip kendilerine açlık ve korku elbisesini giydirmekteler. Nimeti görmek “şükür”dür. Nimeti görmek(şükür) beyinde var algısını (nimeti) arttırır. “Nan kör”(nimete kör) olmak ise nimeti örtmek dir. Bu da beyinde var algısını azaltır. Sistem bu şekilde, insanın mutmain(emin olma derecesine) göre işler. “Allah Kulunun Kalbine Göre İşler. Ameller, niyetlere göre değerlendirilerek, Allah’tan karşılık bulur.” (Hz. Muhammed)
****************
Dünya yaşamı sırasında bize sıkıntı, ıstırap veren yaratılış programından kaynaklanan korku, vehim, endişe, kin, nefret, cimrilik, vb. duygu ve düşüncelerden oluşan anti/soyut negatif (-)enerjiler mevcuttur.
Bu soyut enerjilerin somut(+)pozitif karşılıkları olan sevgi, cömertlik, cesaret, hoşgörü, vb. fiilleri yaşantımıza sokarak, onlarla yaşayarak yüzleşmek suretiyle (+1-1=0) negatif oluşumları veri tabanımızdan çıkartarak arınmış oluruz.
*****************
*****************
****************
İçe doğuşlar, rüyalar, telepatik alış verişler, vb. yaşanan meta-fizik olaylar, Dünya alemi ile Manevi/ahiret alemi arasındaki bu bağlantının, bilgi/data akışının göstergeleridir.
*******************
Hakikate cahil olarak, bilincinin var olarak kabullendiği bedeni içersinde Dünya(sın)da yaşadığını zanneden kimseler, üst bilinç seviyelerine göre diri, diri mezar’ların da yaşamaktadırlar. Üst bilince sahip bu zatlar “Fatiha” okunması gereken asıl ölüler’in, bedenleri diri, manaları ölü olan kimseler olduğunu ifade etmişlerdir.
********************
Yaratma denen şey, zaman ve mekan kavramlarının olmadığı “Tek”lik boyutunda "ol" hükmü ile yazıldı denenin, bir mekan ve zaman süreci içerisinde algılanarak kişinin Dünya(sın)da fiiller olarak açığa çıkması olayıdır.
******************
Allah indinde “an”da (zamansızlık ve mekansızlık aleminde) “OL” denmiş her şey olmuştur. İnsan indinde ise, bu data (dijital bilgi) zaman ve mekan boyutları içerisinde, bir sistem(sünetullah) içerisinde fiil’ler olarak her an yeni bir oluş olarak algılanıp, kişinin Dünya sını oluşturmaktadır. Yani kişi “an”da yazılmış sınırsız data(dijital bilgi) içerisinden, Allah'ın kendisine nasip ettiği ölçülerdeki mana terkibinden oluşan programını(kaderini) kullanarak, açığa çıkartabildiklerinin karşılığını (fiilleri) Dünyası olarak algılamaktadır.
****************
"Kalem yazmış, mürekkep kurumuştur" (Doğum anında fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kesinleşmiştir.) - "Önceden yazılanları yaşıyorsunuz" (Bu özelliklerle bir önceki an da oluşturduklarımızı şu an da yaşıyoruz.) -"Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" (Elindeki imkanlarla yapabileceğinin en iyisini yap, gerisini Allaha bırak) şeklinde anlaşılmalıdır.
***************
Her an, herkese içinden ve dışından hakikate erdirici bir “İlim(Aliym)” devamlı, “Yayın(Rasul)” yapmaktadır. Fakat büyüklenen “Ben’lik(Firavun)” bu yayını “Örten(Kafir)” olduğu için, kişi hakikati tanıtan bu yayını alıp, değerlendirememektedir.
**************
Biz sadece maddeyi ve dokunabildiklerimizi yaşadığımız hayat diye adlandırıyoruz. Aslında insan bu dünya yaşamında ölüm ötesi boyutta yaşamını sürdüreceği enerji bedeninin, ana programını oluşturup, bilincine kaydını gerçekleştirmektedir.
****************
Allah'ın kullarına rızkı sınırsızdır. Farkına varıp, görebilen için, nimet her yerden bol bol gelmektedir. İnsanlar düşünceleri ile bilinçlerini kör edip kendilerine açlık ve korku elbisesini giydirmekteler. Nimeti görmek “şükür”dür. Nimeti görmek(şükür) beyinde var algısını (nimeti) arttırır. “Nan kör”(nimete kör) olmak ise nimeti örtmek dir. Bu da beyinde var algısını azaltır. Sistem bu şekilde, insanın mutmain(emin olma derecesine) göre işler. “Allah Kulunun Kalbine Göre İşler. Ameller, niyetlere göre değerlendirilerek, Allah’tan karşılık bulur.” (Hz. Muhammed)
****************
Dünya yaşamı sırasında bize sıkıntı, ıstırap veren yaratılış programından kaynaklanan korku, vehim, endişe, kin, nefret, cimrilik, vb. duygu ve düşüncelerden oluşan anti/soyut negatif (-)enerjiler mevcuttur.
Bu soyut enerjilerin somut(+)pozitif karşılıkları olan sevgi, cömertlik, cesaret, hoşgörü, vb. fiilleri yaşantımıza sokarak, onlarla yaşayarak yüzleşmek suretiyle (+1-1=0) negatif oluşumları veri tabanımızdan çıkartarak arınmış oluruz.
*****************
Genetik ve astrolojik faktörlerin uygun olduğu kimselerde anne karnında, cenin sürecinde beyindeki epifiz deki nöronlar tetiklenerek çok yüksek frekanslı dalgaların çözümü meydana gelmektedir. İşte bu açılıma sahip olanlar (nebiler, rasuller, veliler, vb.) bu özellikleri sayesinde “öz”lerinde mevcut olan "evrensel sisteme" ait çok yüksek frekanslı dalgaları deşifre ederek=vahiy ve ilham yolu ile öz’lerinde buldukları hakikatleri, mecaz, sembol ve misaller yolu ile içinde bulundukları toplumlara anlatmaktadırlar. Böylelikle herkesin öz'ünde var olmasına rağmen oluşmuş terkipsel yapısı nedeniyle sistemi okuyamamış olanlara değerlendirmeleri bu şekilde sistemi anlamaları için Allah tarafından imkan verilmiş olmaktadır.
******************
Kuran'ın ilk ayeti ve hükmü “oku (ikra)” dır. Burada okunması istenen yazılı bir metin değil insanın beynin de holografik olarak kayıtlı bütüne ait tüm bilgidir.
*****************
Bir fark edebilsek, beynimizin Dünya(sın)da yaşadığımızı!..O zaman anlayacağız, kıyametin, ölüm ötesinin, cennetin, cehennemin ne olduğunu!..
******************
Kuran'ın ilk ayeti ve hükmü “oku (ikra)” dır. Burada okunması istenen yazılı bir metin değil insanın beynin de holografik olarak kayıtlı bütüne ait tüm bilgidir.
*****************
Bir fark edebilsek, beynimizin Dünya(sın)da yaşadığımızı!..O zaman anlayacağız, kıyametin, ölüm ötesinin, cennetin, cehennemin ne olduğunu!..
*****************
Zamanın tek an olması ve evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu) olması nedeniyle Bundan dolayı bin sene önce yaşamış ve sistemi okumuş olan zat ile şimdi yaşayan bir bilinç gerçekte hakikati aynı an'da okumaktadır.*****************
An'daki aynı hakikat noktası, bir alt boyut'da, farklı zamanlar da yaşayan, farklı zihin/bedenler aracılığı ile kendini okuyor, algılıyor olarak bulur. Yani aynı Rasul şuuru, farklı bilinçlerde açığa çıkıp önce, sonra kavramlarından beri olarak aynı an'da yaşanmaktadır. Bu yüzden "Muhammedi boyut" her zaman diliminde ve her varlığın özünde var olarak yaşamaktadır. Muhammedi red etmek, kendin deki bu boyutu kapatmak, dolayısı ile bu boyutu kullanamayarak getirilerinden(şefaat) faydalanamam aktır.
*****************
Namaz’da da dileğin, dua’nın adresi (öz’de var olan) "Nebi"(Muhammed)dir."Ben" ortadan kalktığı zaman, ilâhî hitap ile verilen selam ve dua ben’deki, öz’de var olan "Nebi"(Muhammede) gider!.. Dua hedefine, amacına, ulaşır. Gerçekleşir.****************
İçe doğuşlar, rüyalar, telepatik alış verişler, vb. yaşanan meta-fizik olaylar, Dünya alemi ile Manevi/ahiret alemi arasındaki bu bağlantının, bilgi/data akışının göstergeleridir.
*******************
Hakikate cahil olarak, bilincinin var olarak kabullendiği bedeni içersinde Dünya(sın)da yaşadığını zanneden kimseler, üst bilinç seviyelerine göre diri, diri mezar’ların da yaşamaktadırlar. Üst bilince sahip bu zatlar “Fatiha” okunması gereken asıl ölüler’in, bedenleri diri, manaları ölü olan kimseler olduğunu ifade etmişlerdir.
********************
Yaratma denen şey, zaman ve mekan kavramlarının olmadığı “Tek”lik boyutunda "ol" hükmü ile yazıldı denenin, bir mekan ve zaman süreci içerisinde algılanarak kişinin Dünya(sın)da fiiller olarak açığa çıkması olayıdır.
******************
Allah indinde “an”da (zamansızlık ve mekansızlık aleminde) “OL” denmiş her şey olmuştur. İnsan indinde ise, bu data (dijital bilgi) zaman ve mekan boyutları içerisinde, bir sistem(sünetullah) içerisinde fiil’ler olarak her an yeni bir oluş olarak algılanıp, kişinin Dünya sını oluşturmaktadır. Yani kişi “an”da yazılmış sınırsız data(dijital bilgi) içerisinden, Allah'ın kendisine nasip ettiği ölçülerdeki mana terkibinden oluşan programını(kaderini) kullanarak, açığa çıkartabildiklerinin karşılığını (fiilleri) Dünyası olarak algılamaktadır.
*****************
Evrensel sistem insan’ın iman/emin olma durumuna göre işlemekte ve kişinin yaşamı, dünyası bu imanı/eminliği oranında şekil almakta, oluşmaktadır. Bunun için de "Allah kulunun kalbine göre işler" "Allah kullarının kalplerine bakar (günde kırk defa nazar eder) ve niyetlerine göre fırsatlar verir" denmiştir.
*****************
Yer yüzünde, Allah’ı Allah olarak arayanlar onu bulamazlar. Çünkü Allah, bu alem’de insan’da gizlenmiş, varlık örtüsüne bürünmüştür. Allah her zaman insan üzerinden konuşmuş, bütün mesajını insan olarak vermiştir.
Bu bazen bir nebi’dir, bazen bir rasul, bazen de bir veli’dir. Bu yüzden nebileri, rasulleri, velileri, vb. kabul etmemek, kamil insan’daki bedensel varlık örtüsü altındaki gerçeği göremeyerek “hakikati örtmek=kafir olmak” dolayısı ile şeytan olmak demektir.
*****************
Evrensel sistem insan’ın iman/emin olma durumuna göre işlemekte ve kişinin yaşamı, dünyası bu imanı/eminliği oranında şekil almakta, oluşmaktadır. Bunun için de "Allah kulunun kalbine göre işler" "Allah kullarının kalplerine bakar (günde kırk defa nazar eder) ve niyetlerine göre fırsatlar verir" denmiştir.
*****************
Yer yüzünde, Allah’ı Allah olarak arayanlar onu bulamazlar. Çünkü Allah, bu alem’de insan’da gizlenmiş, varlık örtüsüne bürünmüştür. Allah her zaman insan üzerinden konuşmuş, bütün mesajını insan olarak vermiştir.
Bu bazen bir nebi’dir, bazen bir rasul, bazen de bir veli’dir. Bu yüzden nebileri, rasulleri, velileri, vb. kabul etmemek, kamil insan’daki bedensel varlık örtüsü altındaki gerçeği göremeyerek “hakikati örtmek=kafir olmak” dolayısı ile şeytan olmak demektir.
*****************
Herkesin programı ayrı olduğundan, hiç birimizin şartları eşit değildir. Doğal olarak yaşamda eşitlik yoktur. Yaşam herkes için yaratılış programına dönük olarak imtihan denilen, kişiye özel soru ve cevaplardan oluşmaktadır. Herkes kendi yaratılış programı(fıtratı) doğrultusunda sorulara muhatap olarak sınavını vererek Dünya(sın)daki tekamülünü tamamlayıp sonsuza kadar kullanacağı veri tabanını bilincine yükleyecektir.
Herkesin tekamülü/miracı bu yüzden birbirinden farklıdır. Adem ağlayarak, Nuh tufanla, İbrahim ateşe atılmakla, Musa tuva vadisinde başından geçenlerle, Yunus balık karnında, Yusuf zindanda kalmakla tekamülünü tamamlamıştır.
Herkesin tekamülü/miracı bu yüzden birbirinden farklıdır. Adem ağlayarak, Nuh tufanla, İbrahim ateşe atılmakla, Musa tuva vadisinde başından geçenlerle, Yunus balık karnında, Yusuf zindanda kalmakla tekamülünü tamamlamıştır.
****************
Cehennem, amellerin, işlerin ve düşüncelerin bedenleşmesinden başka bir şey değildir. Cehennem ehline en büyük azap, yaşadıkları şeyden daha korkunç bir azabın geleceği (vehim, vesvese) düşüncesidir. Bu düşünceden duyulan azap düşüncenin gerçekleşmesi ile aynıdır.
****************
İnsan doğumundan ölümüne kadar oluşan zaman kavramı/yaşamı içerisinde Dünya(sın)da ki tekamülü boyunca yaşadığı olumlu, olumsuz tüm halleri, fiilleri farkında olmadan bilinç altına data(dijital bilgi) olarak kendisi kaydedip, arşivlemektedir. Yani insan kendini kayıt altına almaktadır. Bu “vicdan”ın kendini kayıtlaması olayıdır.
Cehennem, amellerin, işlerin ve düşüncelerin bedenleşmesinden başka bir şey değildir. Cehennem ehline en büyük azap, yaşadıkları şeyden daha korkunç bir azabın geleceği (vehim, vesvese) düşüncesidir. Bu düşünceden duyulan azap düşüncenin gerçekleşmesi ile aynıdır.
****************
İnsan doğumundan ölümüne kadar oluşan zaman kavramı/yaşamı içerisinde Dünya(sın)da ki tekamülü boyunca yaşadığı olumlu, olumsuz tüm halleri, fiilleri farkında olmadan bilinç altına data(dijital bilgi) olarak kendisi kaydedip, arşivlemektedir. Yani insan kendini kayıt altına almaktadır. Bu “vicdan”ın kendini kayıtlaması olayıdır.
****************
İnsan kendi öz’üne yönelerek, Ben'liğinden uzaklaşıp "Dua" ettiğinde o an'daki tüm yönelimi ve istemi tamamen kendi öz’ünde, kendi iç aleminde gerçekleşmektedir. Fakat ettiği dua’nın sonuçları dışarıda diye kabullendiği Dünya(sın)da ortaya çıkmaktadır. Bu da insanın iç dünyası ile dışındaki bağın ve birliğin açık bir göstergesidir.
İnsan kendi öz’üne yönelerek, Ben'liğinden uzaklaşıp "Dua" ettiğinde o an'daki tüm yönelimi ve istemi tamamen kendi öz’ünde, kendi iç aleminde gerçekleşmektedir. Fakat ettiği dua’nın sonuçları dışarıda diye kabullendiği Dünya(sın)da ortaya çıkmaktadır. Bu da insanın iç dünyası ile dışındaki bağın ve birliğin açık bir göstergesidir.
****************
Rasuller, nebiler, veliler Hakk’ın sureti ile Alem'in suretini kendilerinde bir araya getirmişlerdir. onlar Hakk ile alem arasındaki geçiş kapıları(berzah) dır.
***************
Varlık, mevcut terkipsel yapısı dolayısı ile, bu terkibi meydana getiren manaların(esma) hükmü altında fiillerini açığa çıkarmakta, Kul'luğunu ifa etmektedir. Bilinçsel farkındalığa ulaşıp, terkipsel yapısını kırabildiği oranda sufli (dünyevi) bilinç düzeyindeki varlık olmaktan, ulvi varlık seviyesine yükselir. Hz. Muhammed de terkipsel yapısı itibari ile "Abd"(kul), bu yapı üzerindeki farkındalığı dolayısı ile "Resül"dür. Bunun içinde günde yetmiş kere istiğfar ettiğini ifade etmiştir. Çünkü terkipsel yapı hiç bir zaman yok olmaz.
****************
Varlık, mevcut terkipsel yapısı dolayısı ile, bu terkibi meydana getiren manaların(esma) hükmü altında fiillerini açığa çıkarmakta, Kul'luğunu ifa etmektedir. Bilinçsel farkındalığa ulaşıp, terkipsel yapısını kırabildiği oranda sufli (dünyevi) bilinç düzeyindeki varlık olmaktan, ulvi varlık seviyesine yükselir. Hz. Muhammed de terkipsel yapısı itibari ile "Abd"(kul), bu yapı üzerindeki farkındalığı dolayısı ile "Resül"dür. Bunun içinde günde yetmiş kere istiğfar ettiğini ifade etmiştir. Çünkü terkipsel yapı hiç bir zaman yok olmaz.
****************
Dini Bilgileri (Kuran ve Hadis) ezberlemek din bilgini olmaya yeterli olsaydı, bugün bütün bilgisayarları din bilgini saymak gerekirdi!
****************
"And olsun, insanlar için şu Kurân'da (Hakikati) her türlü misallerle açıkladık. İnsanların çoğunluğu (misalleri gerçek olarak {muhkem} kabul ederek) hakikati örttüler."(İsra suresi/89)
***************
***************
Hz. Musa var olduğu sürece Firavunlar, Hz. Muhammed var olduğu sürece Ebu Leheb’ler, Ebu Cehil’ler de daima var olacaktır. Bu Allah’ın Sünnetüllahı (yaratışıdır)dır. Kuran (Furkan suresi/31.ayet) ”Biz her peygambere suçlu ve günahkarlardan düşmanlar meydana getirdik. Bununla birlikte doğru yol gösterici ve yardımcı olarak sana Rabbin yeter.”(Furkan suresi/31.ayet)
******************
Nerede bölücülük, hakim olma, yönetme, ben olgusu varsa orada mutlaka şeytani boyut'un izleri vardır.
****************
Kuran (isra suresi/14) “Kendi kitabını oku, hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter” demektedir. Her insan’ın kendi kitabı(veri tabanı) olarak nitelendirilen bir iç alemi vardır. Ve herkes kendi kitabının(veri tabanının) kapasitesi oranında algılayıp, değerlendirdiği DÜNYAsınDA, kendi cehnnemini ve cennetini yaşamaktadır.
Kuran (isra suresi/14) “Kendi kitabını oku, hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter” demektedir. Her insan’ın kendi kitabı(veri tabanı) olarak nitelendirilen bir iç alemi vardır. Ve herkes kendi kitabının(veri tabanının) kapasitesi oranında algılayıp, değerlendirdiği DÜNYAsınDA, kendi cehnnemini ve cennetini yaşamaktadır.
**************
Allah'ın "adl" ismi gereği adaleti vardır. Allah'ın adaleti herkese her şeyi eşit dağıtılması anlamında anlaşılmamalıdır. Kişi hangi terkipsel ölçüler içersindeki programla(kader) hangi amaca dönük yaratılmışsa, Allah kimde hangi manayı açığa çıkarmışsa, onu o manaya uygun özellikler ile donatmıştır. Kişi Allah'ın "adl" ismi gereği yapısının gereksinimi ne ise onu eksiksiz ve tam olarak alır ki.. İşte bu Allah'ın adaletidir, ona adil davranılmasıdır.
**************
Kişinin başına gelen istenmeyen olaylar, kendisini aşması, farkında lığa uyanması için yapılmakta olan birer çağrı, kişiyi beden kabrindeki uykusundan uyandırmaya, diriltmeye çalışan, dürtmeler, okunası mesajlardır.
***************
Kişinin başına gelen istenmeyen olaylar, kendisini aşması, farkında lığa uyanması için yapılmakta olan birer çağrı, kişiyi beden kabrindeki uykusundan uyandırmaya, diriltmeye çalışan, dürtmeler, okunası mesajlardır.
***************
Evrensel sistem ve düzen içinde yaratılmış olan her şey bir sıralamaya ve dolayısıyla zamana bağlıdır. Acele asla sistemi değiştirmez !..Ya teslimiyet içersinde bekler,süreç tamamlanır nasibinizdekine erişirsiniz; Ya da acele eder, sürecinizi tamamlayamadan kopartılırsınız.
****************
Evrene/oluşumlara hangi bilinç boyutundan(negatif, pozitif, vb.) bakıyorsak, o boyutun formunu (yazılımını) kendimizde/veri tabanımızda oluştururuz. Beyin, gelen mana yüklü frekans dalgalarını bu oluşan format üzerinden okuyarak deşifre eder ve çıktısını yaşantımız olarak algılayarak alırız.
*****************
Düşünce tarzını yenileyemeyip, şartlanmaların, alışkanlıkların, çevresel faktörlerin oluşturduğu aynı bilinç seviyesinde, donup, takılı kalmak "ölmek" demektir. Bu yüzden de kendilerine Fatiha okunması gereken asıl ölüler de bu bedenleri diri, manaları ölü insanlardır.
Düşünce tarzını yenileyemeyip, şartlanmaların, alışkanlıkların, çevresel faktörlerin oluşturduğu aynı bilinç seviyesinde, donup, takılı kalmak "ölmek" demektir. Bu yüzden de kendilerine Fatiha okunması gereken asıl ölüler de bu bedenleri diri, manaları ölü insanlardır.
*****************
Gıda alımı azaltıldığı zaman ise beyin, pozitif yaşam enerjisini kullanarak, yüksek frekanslı bilinç hallerine geçişe açık hale gelir. - “Ben ilmi açlıkta gizledim, insanlar onu toklukta arıyorlar” (Hadis-i kudsi)
*****************
Bir işe başlarken Besmele çekmek gibi, bir işlevi oluşturmadan önce ona yüklediğimiz enerji (niyet) önemlidir. Bu yüzden sadece aç kalmak, oruç sayılmaz ve orucun pozitif etkilerini oluşturmaz. Oruç da “niyet” etmek önemlidir. Niyet (formatlamak) Allah' a tam bir teslimiyetle, karşılığını Allah’dan isteyerek, pozitif duygularla yapıldığı zaman beyin bu niyet doğrultusunda tüm organların çalışma sistemini otomatikman senkronize ederek programlar.
******************
Öz’de mevcut olan İsa Boyutu (sohbet ve ilim) kişide zuhur ettiğinde, ölü olan Beden (mana) diriltilir. Hakikat idrak edilerek, Yaratan bulunur. Fatiha okunası asıl ölüler, bedenleri diri, manaları ölü olan İnsanlardır.
Öz’de mevcut olan İsa Boyutu (sohbet ve ilim) kişide zuhur ettiğinde, ölü olan Beden (mana) diriltilir. Hakikat idrak edilerek, Yaratan bulunur. Fatiha okunası asıl ölüler, bedenleri diri, manaları ölü olan İnsanlardır.
***************
İnsan da farkındalık devreye girip, uykusundan, uyandığı an'da, üst frekans'dan okuma başlar. Ve alt frekans kayıtlarını tesbit eder. Tesbit ettiği an'da da Evren bunların ortadan kalkması için çalışmaya Başlar. Biz bunun adına sıkıntı, bela deriz, ama kendi arınmamızı kendimiz dilemişizdir aslında...
İnsan da farkındalık devreye girip, uykusundan, uyandığı an'da, üst frekans'dan okuma başlar. Ve alt frekans kayıtlarını tesbit eder. Tesbit ettiği an'da da Evren bunların ortadan kalkması için çalışmaya Başlar. Biz bunun adına sıkıntı, bela deriz, ama kendi arınmamızı kendimiz dilemişizdir aslında...
***************
İnsan, özel konuma sahip, Tek'lik ve Çokluk alemleri arasında bir ara geçiş varlığıdır. Varlık aleminin berzahıdır. Zat'ın kendisi değildir. İnsan'dan Allah'ın sıfatları açığa çıkar. Ancak onların zat'i sahibi değildir. İnsan sadece ayna'dır. Yansıtandır. Adem'dir. Manası yok, hiç olandır.
***************
***************
Dünya yaşamı sırasında hiç kimse "Allah'ın vurguladığı anlamda ben çok imanlıyım, ilim sahibiyim alim oldum, diyemez, çünkü bu kozmik bir mezuniyet diplomasıdır. Öğrenim hayat boyu devam eder Ve son nefes'de bu diploma ya verilir, ya da verilmez."
**************
İnsanın, ilim yoluyla aldığı “yoğun enerjiyi “ Tek’lik şuuru ile tefekkür edip değerlendirmesi gerekirken, bildiklerini “ben”lik algısı ile değerlendirdiğinde ego’su artar ve Firavunlaşır. Aldığı yoğun enerjiyi kontrol edemez ve farkında olmadan kendisini “şeytani boyut” içerisinde bulur. Yani ilmi şeytanı olur.
*****************
İnsanın, ilim yoluyla aldığı “yoğun enerjiyi “ Tek’lik şuuru ile tefekkür edip değerlendirmesi gerekirken, bildiklerini “ben”lik algısı ile değerlendirdiğinde ego’su artar ve Firavunlaşır. Aldığı yoğun enerjiyi kontrol edemez ve farkında olmadan kendisini “şeytani boyut” içerisinde bulur. Yani ilmi şeytanı olur.
*****************
Allaha "kul" olmanın manası, Allah'ın varlığı yanısıra kendine ait bir varlığının olmaması bilinci ile ben'liksiz yaşamaktır. Ben varım düşüncesi ile sahiplik duygusu, kaybetme korkusu yaşıyoruz. "Ben yokum" bilinci ile yaşayabilirsek, koruyacak varlığımız, sahiplik duygumuz, kaybetme korkumuz olmadan "özgür= kul" olmanın konforuna ulaşacağız.
*****************
Öz’e yapılan dairesel bilinç yolculuğunda insan, başlangıç noktası olan “birimsel varlık” olma halinden, kendisine ait birimsel varlığının olmadığını idrak ettiği ve yaşamaya başladığı “Fenafillah” hali ile yarım turu tamamlar.
Kendi varlığı dahil, gördüğü var olan her şeyin aslında Allah’ın varlığı olduğu “Bekabillah” bilinç haline ulaşıp, Allah!.. deyip ötesini bıraktığı, gerçek anlamda teslim/islam olduğu an’da da, tam turunu (miracını) başladığı noktada tamamlayarak, bitirir. Bu turu (mirac’ını ) tamamlayan, artık bir "hiç" tir. Onun için kendi varlığı dahil artık başka hiç bir şey yoktur. Gerçek var olanı bulmuştur. Her şeyde sadece onu görmekte, onu duymakta, onu seyretmektedir. “Huzura” kabul edilmiştir. Bundan sonrada daimi “Huzurdadır.
*****************
Yaratan, yaratılan, halife, rab, vb. kavramlar “Tek” olan varlığın iç içe geçmiş boyutsal katmanlarıdır. İçinde bulunulan hal makamdır. Her makamın kendine has rab'bi vardır. O halin rab'bi bulunulan makamın tüm manalarını (esma) oluşturandır. O mevkinin halifesidir. Allah ise tüm alemlerin rab'bi dir.(eksiksiz tüm manaları açiğa çıkarıp oluşturabilendir.)
*****************
İnsan, namaz aracı ile çıktığı içsel yolculuğunda“ben” olarak kendisini algıladığı “birimsel varlık” olgusundan yola çıkar ve kendisine ait bir varlığının olmadığını “hiç”liğini, bilinçsel olarak fark ettiği “secde” (teslimiyet) şuuru ile zirveye ruhani bir yükseliş yapıp, Allah’da yok olma mertebesine ulaşır. Bu mertebede bilinç “İkra..!”(oku) komutunu alır. Ve oku’yabildiği oranda tek kare büyük resmi, basiret gözü ile görüp, okumaya (algılamaya) başlar. Okuyabilen bilinç, algıladığı Allah’ın azâmeti karşısında kendi varlığının bir hiç olduğunu anlar ve Rabbül Âlemin’e (Âlemlerin Rabbi olan Allah’a) tam bir teslimiyet ile“secde”ederek, hiç’liğini yaşamaya başlar. Bu suretle dünyevi alemdeki uykusundan uyanıp son derece zor ve müşküllerle dolu içsel yolculuğunda zirveye ulaşarak, kemal kazanıp, hakikat alemini algılamaya başlayan, Hakk'ın vuslatına ermiş bilinç, insanları Hakk'a çağırma istidadı elde etmiş olur. Bu yüzden artık tekrar halkın arasına karışarak, insanlara doğru yolu göstermek gayesi ile “İrşad” hizmeti yapması gerekir. Yani manevi miracın(yükselişin) tamamlanmasından sonra tekrar aşağı inmek, halkın arasına karışmak, Hakk'tan alıp halka iletmek, halka Hakk için artık hizmet etmek “Mürşid” olmak gerekir.
Hz. Muhammed sadece et, kemik ve bedenden müteşekkil asılarca sene önce yaşamış ve ölmüş bir kişi değildir.Zamanın tek an olması ve evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu) olması nedeniyle "Muhammedi boyut" her zaman diliminde ve her varlığın özünde var olarak yaşamaktadır.
*************
İnsan oğlunun hakikati algılayarak, ebedi huzurda kalabilmesi için öz’üne gitmesi, içsel yolculuğunu gerçekleştirip “mirac” etmesi gerekir. Mirac, yapılacak mücadele sonucunda bedeninin elde ettiği kazançla, ruhun Hakk ile kucaklaşıp, O’na kavuşmasıdır. “Allah'tan geldik ve O'na dönücüyüz” (Bakara suresi/156)
*****************************
Allah'a kavuşmanın en önemli aracı olan “namaz” ile çıktığı mirac yolculuğunda insan “ben” olarak kendisini algıladığı “birimsel varlık” olgusundan yola çıkar ve kendisine ait bir varlığının olmadığını “hiç”liğini, bilinçsel olarak fark ettiği “secde” (teslimiyet) şuuru ile zirveye ruhani bir yükseliş yapar.
"Allah"indinde tüm varlığının “yok”luğunu, hiç’liğini hisseden bilinç, secdeden kalkılıp, oturduğunda Rabbi ile karşı karşıyadır. Ve seslenir.
"Et tahıyyatu lillah, ves salâvatu vet tayyibat! " (Her şey, sadece Allah’a mahsustur.)
Cevap ise Rabbinden, “özündeki Hakikatı Muhammedî”ye hitâben gelir.
“Es selâmu aleyke ya eyyühen nebiyyü, ve rahmetullahi, ve berekatuh,” (Ey nebi, Allah’ın rahmeti, bereketi ve selamı üzerine olsun.)
“Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-sâlihîn”. (Selam bize ve kulluğunu ifa etmekte tüm “sâlih”lere olsun)
Ve bu selâmlar, özündeki “Hakikatı Muhammedî”den dalga dalga yayılır. Tüm hak yoluna (salâha) ermiş, hakikat yolcusu “sâlih”lere.. Böylece, “müminin hakikat yolculuğu “mirâcı” olan “namaz” gerçekleşir.
******************
Ben, var olduğu sürece, buradaki dilek, dua bana ulaşmaz!.. Çünkü, o dileğin, dua’nın adresi (öz’de var olan) "Nebi"dir. "Ben" ortadan kalktığı zaman, ilâhî hitap ile verilen selam ve dua ben’deki, öz’de var olan "Nebi"ye gider!.. Dua hedefine, amacına, ulaşır. Gerçekleşir.Yani, varlıkdaki, "Ben" ortadan kalkmadan, O boyut fark edilip açığa çıkmaz. Ben'de takılır kalır. O fark edilip, açığa çıktığında ise gören, görülende yok olur. "Sen, ben" kalmaz!..
*****************
Kuran (Araf suresi/143) "Bana görün Yâ Rabbi..!" Deyince, Hz. Musa'ya cevap geldi: "Sen, beni göremezsin yâ Musa!.." Yani, "Musa (ben'lik) var olduğu sürece, Musa ‘Allâh'ı göremez"!.."Allâh" açığa çıktığı zaman da Musa kalmaz!..
***************
*****************
Öz’e yapılan dairesel bilinç yolculuğunda insan, başlangıç noktası olan “birimsel varlık” olma halinden, kendisine ait birimsel varlığının olmadığını idrak ettiği ve yaşamaya başladığı “Fenafillah” hali ile yarım turu tamamlar.
Kendi varlığı dahil, gördüğü var olan her şeyin aslında Allah’ın varlığı olduğu “Bekabillah” bilinç haline ulaşıp, Allah!.. deyip ötesini bıraktığı, gerçek anlamda teslim/islam olduğu an’da da, tam turunu (miracını) başladığı noktada tamamlayarak, bitirir. Bu turu (mirac’ını ) tamamlayan, artık bir "hiç" tir. Onun için kendi varlığı dahil artık başka hiç bir şey yoktur. Gerçek var olanı bulmuştur. Her şeyde sadece onu görmekte, onu duymakta, onu seyretmektedir. “Huzura” kabul edilmiştir. Bundan sonrada daimi “Huzurdadır.
*****************
Yaratan, yaratılan, halife, rab, vb. kavramlar “Tek” olan varlığın iç içe geçmiş boyutsal katmanlarıdır. İçinde bulunulan hal makamdır. Her makamın kendine has rab'bi vardır. O halin rab'bi bulunulan makamın tüm manalarını (esma) oluşturandır. O mevkinin halifesidir. Allah ise tüm alemlerin rab'bi dir.(eksiksiz tüm manaları açiğa çıkarıp oluşturabilendir.)
*****************
İnsan, namaz aracı ile çıktığı içsel yolculuğunda“ben” olarak kendisini algıladığı “birimsel varlık” olgusundan yola çıkar ve kendisine ait bir varlığının olmadığını “hiç”liğini, bilinçsel olarak fark ettiği “secde” (teslimiyet) şuuru ile zirveye ruhani bir yükseliş yapıp, Allah’da yok olma mertebesine ulaşır. Bu mertebede bilinç “İkra..!”(oku) komutunu alır. Ve oku’yabildiği oranda tek kare büyük resmi, basiret gözü ile görüp, okumaya (algılamaya) başlar. Okuyabilen bilinç, algıladığı Allah’ın azâmeti karşısında kendi varlığının bir hiç olduğunu anlar ve Rabbül Âlemin’e (Âlemlerin Rabbi olan Allah’a) tam bir teslimiyet ile“secde”ederek, hiç’liğini yaşamaya başlar. Bu suretle dünyevi alemdeki uykusundan uyanıp son derece zor ve müşküllerle dolu içsel yolculuğunda zirveye ulaşarak, kemal kazanıp, hakikat alemini algılamaya başlayan, Hakk'ın vuslatına ermiş bilinç, insanları Hakk'a çağırma istidadı elde etmiş olur. Bu yüzden artık tekrar halkın arasına karışarak, insanlara doğru yolu göstermek gayesi ile “İrşad” hizmeti yapması gerekir. Yani manevi miracın(yükselişin) tamamlanmasından sonra tekrar aşağı inmek, halkın arasına karışmak, Hakk'tan alıp halka iletmek, halka Hakk için artık hizmet etmek “Mürşid” olmak gerekir.
*****************
İnsan, aslı itibariyle bir manalar terkibidir!. Her insanda, Allah ismiyle işaret edilen mana(esma) ların tümü, yani bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok Allah ismi, manası bir terkip oluşturur.İnsanın Rab'bî, kendi varlığını meydana getiren bu “Allah” isimlerinin işaret ettiği ilahî güçtür! kişinin Rab'bı, o kişi'nin kişiliğini meydana getiren ilâhî isimler, manalar terkibidir!. Bu ilâhi isimlerin mânâlarının Allah’a ait olması hasebiyle de kişinin rabbı Allah'tır!.. Yani, "Rab" ayrı, "Allah" ayrı gibi, iki ayrı şey kesinlikle söz konusu değildir. Terkibiyetleri yönüyle ayrıdır; terkiplerin Allah'a ait olması yönüyle aynıdır!.. Rab'bini bilen kendini meydana getiren mana terkiplerini bilir. Ama rab'bini bilen Allah'ı bilmiş olmaz.
****************
Şu an da yaşadıklarımız, bir önceki an da zihnimizde oluşturduklarımızın neticesidir. Bir sonraki an da da yaşayacaklarımızı şu an da oluşturmaktayız. Önemli olan geçmişe takılı kalmadan (keşke şöyle olsaydı demeden) şu anı geçmişin verdiği tekamülle en iyi bir şekilde olumlayabilmektir.
***************
Hz. Musa var olduğu sürece Firavunlar, Hz. Muhammed var olduğu sürece Ebu Leheb’ler, Ebu Cehil’ler de daima var olacaktır. Bu Allah’ın Sünnetüllahı (yaratışıdır)dır. Kuran (Furkan suresi/31.ayet) ”Biz her peygambere suçlu ve günahkarlardan düşmanlar meydana getirdik. Bununla birlikte doğru yol gösterici ve yardımcı olarak sana Rabbin yeter.”(Furkan suresi/31.ayet
************* Şu an da yaşadıklarımız, bir önceki an da zihnimizde oluşturduklarımızın neticesidir. Bir sonraki an da da yaşayacaklarımızı şu an da oluşturmaktayız. Önemli olan geçmişe takılı kalmadan (keşke şöyle olsaydı demeden) şu anı geçmişin verdiği tekamülle en iyi bir şekilde olumlayabilmektir.
***************
Hz. Musa var olduğu sürece Firavunlar, Hz. Muhammed var olduğu sürece Ebu Leheb’ler, Ebu Cehil’ler de daima var olacaktır. Bu Allah’ın Sünnetüllahı (yaratışıdır)dır. Kuran (Furkan suresi/31.ayet) ”Biz her peygambere suçlu ve günahkarlardan düşmanlar meydana getirdik. Bununla birlikte doğru yol gösterici ve yardımcı olarak sana Rabbin yeter.”(Furkan suresi/31.ayet
Hz. Muhammed sadece et, kemik ve bedenden müteşekkil asılarca sene önce yaşamış ve ölmüş bir kişi değildir.Zamanın tek an olması ve evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu) olması nedeniyle "Muhammedi boyut" her zaman diliminde ve her varlığın özünde var olarak yaşamaktadır.
*************
İnsan oğlunun hakikati algılayarak, ebedi huzurda kalabilmesi için öz’üne gitmesi, içsel yolculuğunu gerçekleştirip “mirac” etmesi gerekir. Mirac, yapılacak mücadele sonucunda bedeninin elde ettiği kazançla, ruhun Hakk ile kucaklaşıp, O’na kavuşmasıdır. “Allah'tan geldik ve O'na dönücüyüz” (Bakara suresi/156)
*****************************
Allah'a kavuşmanın en önemli aracı olan “namaz” ile çıktığı mirac yolculuğunda insan “ben” olarak kendisini algıladığı “birimsel varlık” olgusundan yola çıkar ve kendisine ait bir varlığının olmadığını “hiç”liğini, bilinçsel olarak fark ettiği “secde” (teslimiyet) şuuru ile zirveye ruhani bir yükseliş yapar.
"Allah"indinde tüm varlığının “yok”luğunu, hiç’liğini hisseden bilinç, secdeden kalkılıp, oturduğunda Rabbi ile karşı karşıyadır. Ve seslenir.
"Et tahıyyatu lillah, ves salâvatu vet tayyibat! " (Her şey, sadece Allah’a mahsustur.)
Cevap ise Rabbinden, “özündeki Hakikatı Muhammedî”ye hitâben gelir.
“Es selâmu aleyke ya eyyühen nebiyyü, ve rahmetullahi, ve berekatuh,” (Ey nebi, Allah’ın rahmeti, bereketi ve selamı üzerine olsun.)
“Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-sâlihîn”. (Selam bize ve kulluğunu ifa etmekte tüm “sâlih”lere olsun)
Ve bu selâmlar, özündeki “Hakikatı Muhammedî”den dalga dalga yayılır. Tüm hak yoluna (salâha) ermiş, hakikat yolcusu “sâlih”lere.. Böylece, “müminin hakikat yolculuğu “mirâcı” olan “namaz” gerçekleşir.
******************
Ben, var olduğu sürece, buradaki dilek, dua bana ulaşmaz!.. Çünkü, o dileğin, dua’nın adresi (öz’de var olan) "Nebi"dir. "Ben" ortadan kalktığı zaman, ilâhî hitap ile verilen selam ve dua ben’deki, öz’de var olan "Nebi"ye gider!.. Dua hedefine, amacına, ulaşır. Gerçekleşir.Yani, varlıkdaki, "Ben" ortadan kalkmadan, O boyut fark edilip açığa çıkmaz. Ben'de takılır kalır. O fark edilip, açığa çıktığında ise gören, görülende yok olur. "Sen, ben" kalmaz!..
*****************
Kuran (Araf suresi/143) "Bana görün Yâ Rabbi..!" Deyince, Hz. Musa'ya cevap geldi: "Sen, beni göremezsin yâ Musa!.." Yani, "Musa (ben'lik) var olduğu sürece, Musa ‘Allâh'ı göremez"!.."Allâh" açığa çıktığı zaman da Musa kalmaz!..
***************
Her İnsanın öz’ünde, Allah’ın sınırsız zenginliği kullanıma hazır olarak beklemektedir. Fakat İnsan beynini kontrol altına alan ben’liğin korkularından oluşan “vehim virüsü” (olmayan bir şeyin, olacakmış algısı) insan’ın sistemi doğru algılayıp, kullanmasına mani olup, oluşturduğu gelecek kaygısı ile bilinci sınırlayıp insanın bu sınırsız hazineyi kullanmasına engel olmaktadır. Oysa, Evrensel sistem, insan’ın iman/emin olma durumuna göre işlemekte ve yaşamı, dünyası bu imanı/eminliği oranında şekil almakta, oluşmaktadır.
*****************
Deme bu başıma niye geldi diye!.. Allah'ın sistemi (sünetullah) mazeret kabul etmez ne ekersek isek onu biçeriz. Niyetlerimizle ektiklerimizi, hayatımız olarak yaşıyoruz. Suçluyor, kınıyor, kızıyor, kırıyor, yanlış, noksan, çirkin, görüyor hayatla kavga ediyoruz. Bir’liği değil çokluğu, kaderi değil, kederi görüyoruz.
İşte, insanı dünya(sın)da kilitleyende, açan da güçlü negatif veya pozitif inanç (iman) dolu düşünceleri ve bu düşüncelerin yansıması olan duygu, his, hallerden oluşan niyetlerin yaşamda oluşturduklarıdır.
Her işin başı,niyetlerimizdir. Gerisi onun hayata yansımalarıdır. Bu gün yaşadıklarımız, geçmişteki düşüncelerimizin, hayallerimizin, niyetlerimizin ürünüdür. "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey verilir."(Hz.Muhammed) Çünkü, dünya(mız)da oluşacak fiilin sonucunun tüm ihtimalleri "niyetlerimiz, düşüncelerimiz doğrultusunda açığa çıkmak üzere alternatif oluşumlar (paralel evrenler) olarak bilinçaltımızda hazır beklemektedir. İnsan içerisinde bulunduğu an itibari ile seçenekler içerisinden farkında olarak veya olmadan yaptığı tercih (niyet, düşünceler) ile bir sonraki “an” daki yaşayacaklarını yani geleceğini farkında olmadan kendisi otomatikman oluşturmaktadır. Güzel şeylere niyet edelim, güzel düşünelim, güzel bulalım. Bakın Mevlana ne diyor: "Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün Gülistan olursun. Diken düşünürsün Dikenlik olursun.
*****************
Bir gezegenin bulunduğu burçta oluşturacağı etkileri bilip, değerlendirebilen bir kimsenin, bu burcun etkisindeki bir insanın özelliklerini ve nelerden etkilenebileceğini genel hatları itibariyle analiz edip, yorumlaması geleceği bilmek değildir. Bu ilâhî/evrensel sistem içindeki ilimlerden bir ilimdir. Yeryüzünde meydana gelen iklimsel birtakım oluşumların (soğuk, sıcak, yağmur, sel, vb.) negatif tesirlerinden zarar görmemek için önceden bu oluşumları meydana getiren sistemi okuyup, değerlendirerek gerekli tedbirleri alıp hazırlıklı olmak ne kadar önemli ise, Evrensel sistem içerisinde oluşacak negatif etkilere karşı da önceden tedbir alıp, hazırlıklı olabilmek için astrolojinin bilinmesi o derece önemlidir. Aslında “Astroloji” doğum an'ının kalitesini ölçen bilim dalının adıdır. Fakat diğer bütün geleneksel ilimler gibi astrolojinin de dayandığı metafizik temellerin kaybedilmesiyle günümüzde bu ilim, ehil olmayan kimselerin elinde, kelimenin gerçek anlamıyla tam bir hurafeye dönüşmüştür. İnsanın doğum an’ı kalitesini tespit eden bu ölçme işlemi, ölçümü yapanın bilgisi, sezgisi ve becerisi oranında hassastır. Doğru astrolojik harita okuma holografik bakış ve değerlendirme yeteneğini gerektirir.
Deme bu başıma niye geldi diye!.. Allah'ın sistemi (sünetullah) mazeret kabul etmez ne ekersek isek onu biçeriz. Niyetlerimizle ektiklerimizi, hayatımız olarak yaşıyoruz. Suçluyor, kınıyor, kızıyor, kırıyor, yanlış, noksan, çirkin, görüyor hayatla kavga ediyoruz. Bir’liği değil çokluğu, kaderi değil, kederi görüyoruz.
İşte, insanı dünya(sın)da kilitleyende, açan da güçlü negatif veya pozitif inanç (iman) dolu düşünceleri ve bu düşüncelerin yansıması olan duygu, his, hallerden oluşan niyetlerin yaşamda oluşturduklarıdır.
Her işin başı,niyetlerimizdir. Gerisi onun hayata yansımalarıdır. Bu gün yaşadıklarımız, geçmişteki düşüncelerimizin, hayallerimizin, niyetlerimizin ürünüdür. "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey verilir."(Hz.Muhammed) Çünkü, dünya(mız)da oluşacak fiilin sonucunun tüm ihtimalleri "niyetlerimiz, düşüncelerimiz doğrultusunda açığa çıkmak üzere alternatif oluşumlar (paralel evrenler) olarak bilinçaltımızda hazır beklemektedir. İnsan içerisinde bulunduğu an itibari ile seçenekler içerisinden farkında olarak veya olmadan yaptığı tercih (niyet, düşünceler) ile bir sonraki “an” daki yaşayacaklarını yani geleceğini farkında olmadan kendisi otomatikman oluşturmaktadır. Güzel şeylere niyet edelim, güzel düşünelim, güzel bulalım. Bakın Mevlana ne diyor: "Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün Gülistan olursun. Diken düşünürsün Dikenlik olursun.
*****************
Bir gezegenin bulunduğu burçta oluşturacağı etkileri bilip, değerlendirebilen bir kimsenin, bu burcun etkisindeki bir insanın özelliklerini ve nelerden etkilenebileceğini genel hatları itibariyle analiz edip, yorumlaması geleceği bilmek değildir. Bu ilâhî/evrensel sistem içindeki ilimlerden bir ilimdir. Yeryüzünde meydana gelen iklimsel birtakım oluşumların (soğuk, sıcak, yağmur, sel, vb.) negatif tesirlerinden zarar görmemek için önceden bu oluşumları meydana getiren sistemi okuyup, değerlendirerek gerekli tedbirleri alıp hazırlıklı olmak ne kadar önemli ise, Evrensel sistem içerisinde oluşacak negatif etkilere karşı da önceden tedbir alıp, hazırlıklı olabilmek için astrolojinin bilinmesi o derece önemlidir. Aslında “Astroloji” doğum an'ının kalitesini ölçen bilim dalının adıdır. Fakat diğer bütün geleneksel ilimler gibi astrolojinin de dayandığı metafizik temellerin kaybedilmesiyle günümüzde bu ilim, ehil olmayan kimselerin elinde, kelimenin gerçek anlamıyla tam bir hurafeye dönüşmüştür. İnsanın doğum an’ı kalitesini tespit eden bu ölçme işlemi, ölçümü yapanın bilgisi, sezgisi ve becerisi oranında hassastır. Doğru astrolojik harita okuma holografik bakış ve değerlendirme yeteneğini gerektirir.
*****************
İnsanın, doğduğu an'daki şartlanmalarının oluşmadığı hal en uygun veri tabanıdır. Hz. Muhammed bir hadisinde "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar." diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Bunun için küçük yaşta ölen çocukların direkt cennete gidecekleri ifade edilmiştir.
Kendisini yüksek medeniyetin bir parçası sayan, fakat gerekli doğru bilgiye ulaşamamış olması nedeni ile işin aslına vakıf olamayan, kulaktan duyma bilgilerle yanlış yönlendirilen günümüz insanı kendisine bu şekilde empoze edilen bir din'in mensubu olmaktan rahatsızlık duymakta ve kendisini boşlukta hissetmektedir.
İşin aslının böyle olmadığını, gerçekte "Evrensel sistemin" anlatıldığı son güncellemeye sahip, olan bu din'in insanlara doğru bir şekilde anlatılması için bu yolda çaba sarfedilip, mücadele edilmesi şu anda bu farkındalığa ulaşmış, insanların yapılabilecekleri en büyük ibadettir. Kuran'ın ve doğru İslam anlayışının hak ettiği yere ulaştırılması bu insanların sorumluluğudur.
İnsanın, doğduğu an'daki şartlanmalarının oluşmadığı hal en uygun veri tabanıdır. Hz. Muhammed bir hadisinde "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar." diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Bunun için küçük yaşta ölen çocukların direkt cennete gidecekleri ifade edilmiştir.
İnsanın kendini bilmeye başladıktan sonra edindiği şartlanmalar, çevrenin etkileri ondaki veri tabanının bozulma nedenidir.
Dünya yaşamı sırasında bunun farkındalığına ulaşabilen kendini bu şartlandırmalarından arındırarak öz'üne dönme yolunda çaba sarfeder. Peygamberler ve veliler "Biz size yeni bir şey getirmiyoruz, bütün çabamız sizin üzerinize yapışmış şartlandırmalardan sizi kurtarmak içindir." şeklindeki ifadelerle bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.
*****************
Evrensel sistemin güncellenmiş son şekli olan olan "yüksek medeniyet dini" olan "İslam öğretisi", özellikle son yüz yıl içersin de bilinçli ve bilinçsizce yapılan uygulamalar sonucu maalesef bilimden, ilim den uzak, hurafe'lere dayalı, geri kalmış, cahil insanların bilinçsizce inandığı, barbar imajının oluşturulduğu ruhundan, özünden, hakikatinden uzak bir köy dini haline getirilmiş bulunmaktadır. Dünya yaşamı sırasında bunun farkındalığına ulaşabilen kendini bu şartlandırmalarından arındırarak öz'üne dönme yolunda çaba sarfeder. Peygamberler ve veliler "Biz size yeni bir şey getirmiyoruz, bütün çabamız sizin üzerinize yapışmış şartlandırmalardan sizi kurtarmak içindir." şeklindeki ifadelerle bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.
*****************
Kendisini yüksek medeniyetin bir parçası sayan, fakat gerekli doğru bilgiye ulaşamamış olması nedeni ile işin aslına vakıf olamayan, kulaktan duyma bilgilerle yanlış yönlendirilen günümüz insanı kendisine bu şekilde empoze edilen bir din'in mensubu olmaktan rahatsızlık duymakta ve kendisini boşlukta hissetmektedir.
İşin aslının böyle olmadığını, gerçekte "Evrensel sistemin" anlatıldığı son güncellemeye sahip, olan bu din'in insanlara doğru bir şekilde anlatılması için bu yolda çaba sarfedilip, mücadele edilmesi şu anda bu farkındalığa ulaşmış, insanların yapılabilecekleri en büyük ibadettir. Kuran'ın ve doğru İslam anlayışının hak ettiği yere ulaştırılması bu insanların sorumluluğudur.
****************
Geçmiş de olduğu gibi, bugünde insanlık için, toplumlar için "en büyük tehlike" aydın imajı altında ahkam kesip toplumları farkında olarak, kişisel menfaatleri uğruna (ihanet) veya farkında olmadan (gaflet) ile yanlış yönlendiren dış görünümü ile çağdaş, kültürlü, okumuş içi boş cahillerdir. Halkın kendilerine rol model olarak kabullenip putlaştırdığı bu kimseler, gaflet ve ihanet içerisinde oldukları için, başkaları tarafından kendi toplumlarını dizayn edip, yönlendirmede kullanılan en önemli illizyon silahıdırlar. Ve tarih boyunca da toplumlar bu silahla hipnoz edilerek uyutulmuş ve gelecekleri ele geçirilmiştir.
****************
Geçmiş de olduğu gibi, bugünde insanlık için, toplumlar için "en büyük tehlike" aydın imajı altında ahkam kesip toplumları farkında olarak, kişisel menfaatleri uğruna (ihanet) veya farkında olmadan (gaflet) ile yanlış yönlendiren dış görünümü ile çağdaş, kültürlü, okumuş içi boş cahillerdir. Halkın kendilerine rol model olarak kabullenip putlaştırdığı bu kimseler, gaflet ve ihanet içerisinde oldukları için, başkaları tarafından kendi toplumlarını dizayn edip, yönlendirmede kullanılan en önemli illizyon silahıdırlar. Ve tarih boyunca da toplumlar bu silahla hipnoz edilerek uyutulmuş ve gelecekleri ele geçirilmiştir.
****************
Yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını ifade eden “MİRAC” kavramı islam'da Hz. Muhammed’in yolculuğunu, boyutsal yükselerek, Allah'a (öz’üne) ulaşması olayını anlatır.
Bu yolculukta akıl (cebrail) ile belirli bir noktaya (sidretü'l-münteha) kadar çıkılır. Bu noktadan sonrasını akıl kaldıramaz, devreler yanar. Bundan sonraki safhada yola tam bir teslimiyet , iman (Refref) ile devam edilir.
Miraç’ta Hz. Muhammed’in görüştüğü peygamberler, O'nun bu yolculukta geçtiği mertebeleri ifade eder. Her mertebe tekamül yolculuğunda bir basamaktır. İnsanın öz’ünde de tüm bu mertebeler holografik yapı gereği mevcuttur. İnsan da o basamakları tırmandıktan sonra içsel yolculuğunu(mirac’ını) tamamlayıp öz’üne ulaşıp, Hakk’a kavuşabilir. Mirac, iç âlemle, dış âlemin vahdeti (birleşmesi)dir. Cenâbı Hakk’ın cemâlini seyretme lütfuna (rüyet’e) bunun sonucunda varılır. İç alem’de, dış alem’de insanın kendisinde olduğundan “Mirac yolculuğu” insanın kendinden, kendinedir. Mirâc, insanın kendi nefsinden başlayarak, bu nefsin hakikatine, öz’üne yükselme yolunda içsel, varlık mertebelerine şuursal olarak yaptığı bilinç yolculuğudur. “Allah'tan geldik ve O'na dönücüyüz” (Bakara suresi/156)
Bu yolculukta akıl (cebrail) ile belirli bir noktaya (sidretü'l-münteha) kadar çıkılır. Bu noktadan sonrasını akıl kaldıramaz, devreler yanar. Bundan sonraki safhada yola tam bir teslimiyet , iman (Refref) ile devam edilir.
Miraç’ta Hz. Muhammed’in görüştüğü peygamberler, O'nun bu yolculukta geçtiği mertebeleri ifade eder. Her mertebe tekamül yolculuğunda bir basamaktır. İnsanın öz’ünde de tüm bu mertebeler holografik yapı gereği mevcuttur. İnsan da o basamakları tırmandıktan sonra içsel yolculuğunu(mirac’ını) tamamlayıp öz’üne ulaşıp, Hakk’a kavuşabilir. Mirac, iç âlemle, dış âlemin vahdeti (birleşmesi)dir. Cenâbı Hakk’ın cemâlini seyretme lütfuna (rüyet’e) bunun sonucunda varılır. İç alem’de, dış alem’de insanın kendisinde olduğundan “Mirac yolculuğu” insanın kendinden, kendinedir. Mirâc, insanın kendi nefsinden başlayarak, bu nefsin hakikatine, öz’üne yükselme yolunda içsel, varlık mertebelerine şuursal olarak yaptığı bilinç yolculuğudur. “Allah'tan geldik ve O'na dönücüyüz” (Bakara suresi/156)
*****************
Bir alt boyutta belleğimizde oluşturduklarımızın, veri tabanımızdaki karşılığını bir üst boyutta (dünyamızda) açığa çıkartmak sureti ile ilahi sistem, görevini biz farkında olmasak da kusursuz bir şekilde yapmaktadır.
Belleğimizde suretsiz potansiyel olarak bulunan "Allah'ın sıfatları" olan Hay/CANLI - Kelam/MANA yüklü - İlim/BİLGİ, veri tabanımızda, Semi/ALGILANIP - Basir/DEĞERLENDİRİLEREK - Kadir/BİZDEKİ ENERJİNİN KULLANILMASI NETİCESİ - İrade/SİSTEMDEKİ KARŞILIĞI İLE AÇIĞA ÇIKARILARAK, . Kayıtlı, sınırlı, surete bürünür ve Dünya(mız)da Tekvin/OL uverir.
Bir alt boyutta belleğimizde oluşturduklarımızın, veri tabanımızdaki karşılığını bir üst boyutta (dünyamızda) açığa çıkartmak sureti ile ilahi sistem, görevini biz farkında olmasak da kusursuz bir şekilde yapmaktadır.
Belleğimizde suretsiz potansiyel olarak bulunan "Allah'ın sıfatları" olan Hay/CANLI - Kelam/MANA yüklü - İlim/BİLGİ, veri tabanımızda, Semi/ALGILANIP - Basir/DEĞERLENDİRİLEREK - Kadir/BİZDEKİ ENERJİNİN KULLANILMASI NETİCESİ - İrade/SİSTEMDEKİ KARŞILIĞI İLE AÇIĞA ÇIKARILARAK, . Kayıtlı, sınırlı, surete bürünür ve Dünya(mız)da Tekvin/OL uverir.
*****************
Kur’an ayetleri(işaretleri), insanın çeşitli boyutlarının hal dilidir. Ayetlerle semboller şeklinde işaret edilen hakikatlerin karşılıklarını, erenler’in dediği gibi “Her ne ararsan, kendinde ara” sözünün ışığında insan'ın kendisinde bularak yaşamına geçirip Huzura çıkması gerekir. Aslında anlamak isteyene her şey apaçık anlatılmıştır. Ama vehim ve şartlanmalarıın bürümüş olduğu egomuz, nefsimiz nedeni ile hakikatten her an perdelenerek, şeytanımızı (bilinç altı negatif bölgemizi) öz’ümüze secde ettiremeyip her an, nefsimize zulüm ederek, Huzurdan (cennetten) kovulmaktayız. “Şüphesiz ki Allah, insanlara (gücünün üstünde bir şey yükleyerek onlara) hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar (nefislerine uyarak, Allah'ın huzurundan uzaklaşıp) kendi kendilerine zulmetmekteler.” (Ali-İmran suresi/117)
******************
Zihin sebep,sonuçlar yaratır.Bir olayla karşılaştığında mevcut verilere göre beklentiye girer.Başarısız olmuşsa yine başarısız olacağını düşünür.Sınırlı kapasitesi,yaşantısınıda sınırlar.Zihin aradan çıktığında MUCİZELER gerçekleşir.
Kur’an ayetleri(işaretleri), insanın çeşitli boyutlarının hal dilidir. Ayetlerle semboller şeklinde işaret edilen hakikatlerin karşılıklarını, erenler’in dediği gibi “Her ne ararsan, kendinde ara” sözünün ışığında insan'ın kendisinde bularak yaşamına geçirip Huzura çıkması gerekir. Aslında anlamak isteyene her şey apaçık anlatılmıştır. Ama vehim ve şartlanmalarıın bürümüş olduğu egomuz, nefsimiz nedeni ile hakikatten her an perdelenerek, şeytanımızı (bilinç altı negatif bölgemizi) öz’ümüze secde ettiremeyip her an, nefsimize zulüm ederek, Huzurdan (cennetten) kovulmaktayız. “Şüphesiz ki Allah, insanlara (gücünün üstünde bir şey yükleyerek onlara) hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar (nefislerine uyarak, Allah'ın huzurundan uzaklaşıp) kendi kendilerine zulmetmekteler.” (Ali-İmran suresi/117)
******************
Zihin sebep,sonuçlar yaratır.Bir olayla karşılaştığında mevcut verilere göre beklentiye girer.Başarısız olmuşsa yine başarısız olacağını düşünür.Sınırlı kapasitesi,yaşantısınıda sınırlar.Zihin aradan çıktığında MUCİZELER gerçekleşir.
*****************
Tefekkürün olmadığı, şartlanmaların hakim olduğu noktada tüm ideolojiler, tüm din’ler kendi robot toplumlarını oluşturmaktadırlar. Bunun için Kuran'ın ilk Emri "İkra(Oku)" dır.
*****************
Her din/sistem bir enerji alanıdır. Ve her sistem, o sistemin ana enerji merkezi ile bağlantılıdır. Bu sistem içerisinde olanlar farkında olmasalar da bu enerji çemberinin içerisinde bulunurlar. Müslümanlıkta da bu merkez Hz. Muhammed dir. Hz. Muhammed ile ilişki koparıldığında, elektrik bağlantısı kesilir, kişi kendisini bu çemberin dışında bulur ve sistemi ana kaynaktan okumaktan mahrum kalır.
Tefekkürün olmadığı, şartlanmaların hakim olduğu noktada tüm ideolojiler, tüm din’ler kendi robot toplumlarını oluşturmaktadırlar. Bunun için Kuran'ın ilk Emri "İkra(Oku)" dır.
*****************
Her din/sistem bir enerji alanıdır. Ve her sistem, o sistemin ana enerji merkezi ile bağlantılıdır. Bu sistem içerisinde olanlar farkında olmasalar da bu enerji çemberinin içerisinde bulunurlar. Müslümanlıkta da bu merkez Hz. Muhammed dir. Hz. Muhammed ile ilişki koparıldığında, elektrik bağlantısı kesilir, kişi kendisini bu çemberin dışında bulur ve sistemi ana kaynaktan okumaktan mahrum kalır.
****************
Holografik yapı (her zerrede, bütünün kodlu oluşu) nedeni ile parçacığa o an da yapılan herhangi bir bilgilendirme (niyet, düşünce, vb.) diğer parçacıklarında bu doğrultuda birbirlerine bağlanmasını sağlar. Bu da parçalanmamış geçmiş ve geleceğin aynı an da olduğu bir bütünsel liği oluşturur. Bütünün bu bilgi doğrultusunda şekillenmesi, bir sonraki an da yani “gelecek” de açığa çıkacak fiili de, bu bilgi (niyet, düşünce) doğrultusunda oluşturur.
****************
Bir işte, yapabileceğinin en iyisini yaptıktan, bütün gayretini gösterdikten sonra, oluşacak sonucun en hayırlı olacağı bilinci ile Allaha teslim olup, tevekkül edip, bu süreçte sabır ile beklemek gerekir.
Sabır bir müddet sonra sana oluşan olayın bir hikmeti olduğunu idrak ettirir ve senin tekamülünü geliştirir. Burada sabretmek, katlanmak değil Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret ederek yaşamak demektir.
***************
İbadet'ler (namaz, oruç, zekat, vb.) ötedeki bir tanrı'ya tapınma, yaranma, borç ödeme amacıyla yapılan bir takım külfetlerden oluşan ritüeller değildir. İbadetler amaca götüren araçlardır. Aslında öz'e, amaca götüren her türlü araç (suret) "put"dur. Şartlanıp, bu noktada takılı kalanlar ise farkında olmasalar da "putperest"dir. Marifet suretler(araçlar) ile suretsize (amaca) ulaşıp, bu putperestlikten kurtulabilmekdir. Din’de ibadet adı altında önemle yapılması tavsiye edilen çalışmalar, insanın dünya yaşamında sahip olduğu biyolojik bedeni vasıtası ile bilincinde olumlu yapıda yeni bir veri tabanı oluşturarak, sonsuza kadar bilincinin bulunduğu her boyutta (dünya, ölüm ötesi, vb.) kullanacağı pozitif oluşumlu veri tabanının nasıl olabileceğinin Hz. Muhammed(sav) tarafından uygulamalı olarak öğretildiği çalışmalardır. Bunun farkında olup da, bu çalışmaları yapmamak, bir daha telafisi mümkün olmadığı için herhalde bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür.
Holografik yapı (her zerrede, bütünün kodlu oluşu) nedeni ile parçacığa o an da yapılan herhangi bir bilgilendirme (niyet, düşünce, vb.) diğer parçacıklarında bu doğrultuda birbirlerine bağlanmasını sağlar. Bu da parçalanmamış geçmiş ve geleceğin aynı an da olduğu bir bütünsel liği oluşturur. Bütünün bu bilgi doğrultusunda şekillenmesi, bir sonraki an da yani “gelecek” de açığa çıkacak fiili de, bu bilgi (niyet, düşünce) doğrultusunda oluşturur.
****************
Bir işte, yapabileceğinin en iyisini yaptıktan, bütün gayretini gösterdikten sonra, oluşacak sonucun en hayırlı olacağı bilinci ile Allaha teslim olup, tevekkül edip, bu süreçte sabır ile beklemek gerekir.
Sabır bir müddet sonra sana oluşan olayın bir hikmeti olduğunu idrak ettirir ve senin tekamülünü geliştirir. Burada sabretmek, katlanmak değil Hakk’ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret ederek yaşamak demektir.
***************
İbadet'ler (namaz, oruç, zekat, vb.) ötedeki bir tanrı'ya tapınma, yaranma, borç ödeme amacıyla yapılan bir takım külfetlerden oluşan ritüeller değildir. İbadetler amaca götüren araçlardır. Aslında öz'e, amaca götüren her türlü araç (suret) "put"dur. Şartlanıp, bu noktada takılı kalanlar ise farkında olmasalar da "putperest"dir. Marifet suretler(araçlar) ile suretsize (amaca) ulaşıp, bu putperestlikten kurtulabilmekdir. Din’de ibadet adı altında önemle yapılması tavsiye edilen çalışmalar, insanın dünya yaşamında sahip olduğu biyolojik bedeni vasıtası ile bilincinde olumlu yapıda yeni bir veri tabanı oluşturarak, sonsuza kadar bilincinin bulunduğu her boyutta (dünya, ölüm ötesi, vb.) kullanacağı pozitif oluşumlu veri tabanının nasıl olabileceğinin Hz. Muhammed(sav) tarafından uygulamalı olarak öğretildiği çalışmalardır. Bunun farkında olup da, bu çalışmaları yapmamak, bir daha telafisi mümkün olmadığı için herhalde bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür.
***************
Zaman kavramı bizim "vehim" yollu var kabullendiğimiz geçmişin hatıraları, geleceğin ümit ve beklentilerini içerisinde barındıran çokluk algılamalardan oluşan bir süreçtir. Bu süreçteki geçmiş ve geleceğin içerisinde bizi koruyan, sahip çıkan, seven, kendimizin dışında sahiplenerek algıladığımız bir çok varlık vardır. Bu varlıkların oluşturduğu illüzyon kişinin farkındalığını engelleyerek, ondaki ben'lik duygusunu kemikleştirip, bilincini hakikatten perdeleyerek onu uyutmaya devam eder.
***************
Dünya hikmet yurdudur. Yani dünyada her şey bir sebebe, evrensel yasalara bağlı olarak oluşur. Allah kudretine mazhar olmuş kimselerde ise "Ledün" denilen kişinin öz'ünden açığa çıkan ilim ile dünya yaşamında zaman ve mekan kaydı olmaksızın "kudret sırları seyredilir (yaşanır) ki!..Bu kimseler dünya fizik yasalarına bağlı olmaksızın her istediklerini Allah'ın izni ile an'ında oluşturabilirler. Bu durum Hikmete dayalı dünya sisteminde açığa çıkan kudret sırrıdır.
*************
Manası idrak edilerek okunan "Dua" sonucunda “amin” demek varlığın tek olduğunun idraki ile istek ve taleplerim ondan, onadır, o istemeden hiç bir şey olamaz. Var olanın sadece tek (doğmamış, doğurmamış, sınırsız, eşi, benzeri olmayan, ahad) “Allah” olduğunu hiçbir tereddüdüm olmaksızın tasdik ediyorum, onaylıyorum (iman ediyorum) diyerek bilincin “kod”lanması olayıdır.
*************
İnsana cehennemini yaşatan dünya(sın)da sahiplendikleri ve bunları kaybetme korkusudur. Dünyada da, ahirette de korku ve hüznün kaynağı, kimileri için malını, kimileri için sağlığını, kimileri için yakınlarını, kimileri için de makamını, şanını, şöhretini kaybetmektir. Toplumsal kabullere ters düşme, sosyal durumun kaybedilmesi, sahip olduklarını kaybetme endişe ve korkusu, devamlı güvende olma, vb. kabullenmeler düşünen ve sorgulayan bir varlık olan insana her an cehennemini yaşatmaktadır. Oysa ki!.. Güvende olma ve sahip olma durumu Allah’ın mükemmel işleyen sistemini algılamaktan aciz varlıkların (hayvanların) iç güdüsel özellikleridir. Görüp, algılayabilen için "Allah’ın sisteminde" her an, her şey olması gerektiği gibi en mükemmel şekilde yerli yerince oluşmaktadır.
Mükemmel işleyen bu sistemin farkında olamayan kişi neden korkuyorsa korktuğu şeyi kendisine çekmeye başlar. Bu korktuğu mana yeterince kuvvetlenip güçlenince "Allah sistemi" de bunu istek alır ve kişiyi korkusu ile yüzleştirir. Çünkü Allah kimsenin korkusu ile sonsuza kadar kalmasını istemez. Korkusu ile yüzleşip ondan arınmasını ister.
**************
“Rahman’ın rahmeti sıkıntıda gizlidir” Tıpkı acı ilacın için de “şifa”nın saklı olması gibi.. İnsanın, Dünya yaşamında başına gelen sıkıntılarda, aslında insanı gaflet uykusundan uyandırmaya (veri tabanını “virüs”lerden temizlemeye) dönük hallerdir.
*************
İnsan düşünce yoluyla bir mana’ya (meleki veya şeytani) yöneldiği zaman, o mana’ya yönelik beyindeki nöral aktiviteyi devreye sokar. Bunun sonucunda da beynin yaydığı dalgalar o mana’ya ait bilinç altı (bütündeki) dalgalarla rezonansa girerek, gücü nispetinde onun ile ilgili oluşumları açığa çıkararak, devreye sokar.İşte, iman edenler (emin olanlar) imanları oranında “hakikat ilmi = şefaat” temin ederler. Bu şefaat(ilim) kendilerine farkında olmasalar da, bir şekilde gelerek onları besler, ve onları ebedi yaşam boyutuna hazırlar.
*************
**************
Hac'cın etkisi kişide o ana kadar sahip olduğu negatif veya pozitif enerjinin o oranda artmasına sebebiyet verdiğinden, Hac'ca gidip gelenlerde veya enerjisi yüksek mekanlarda bulunanlarda, bir süre sonra olumlu yönde gelişmeler görüldüğü gibi, bazı kimselerin davranışlarında ve yaşantısında olumsuzlukların arttığı da gözlemlenmektedir. Bundan dolayı Hac'ca giden kimselerin bilinçlerini temizleyip, arındırmaları çok önemli bir ayrıntı oluşturmaktadır.
Zaman kavramı bizim "vehim" yollu var kabullendiğimiz geçmişin hatıraları, geleceğin ümit ve beklentilerini içerisinde barındıran çokluk algılamalardan oluşan bir süreçtir. Bu süreçteki geçmiş ve geleceğin içerisinde bizi koruyan, sahip çıkan, seven, kendimizin dışında sahiplenerek algıladığımız bir çok varlık vardır. Bu varlıkların oluşturduğu illüzyon kişinin farkındalığını engelleyerek, ondaki ben'lik duygusunu kemikleştirip, bilincini hakikatten perdeleyerek onu uyutmaya devam eder.
***************
Dünya hikmet yurdudur. Yani dünyada her şey bir sebebe, evrensel yasalara bağlı olarak oluşur. Allah kudretine mazhar olmuş kimselerde ise "Ledün" denilen kişinin öz'ünden açığa çıkan ilim ile dünya yaşamında zaman ve mekan kaydı olmaksızın "kudret sırları seyredilir (yaşanır) ki!..Bu kimseler dünya fizik yasalarına bağlı olmaksızın her istediklerini Allah'ın izni ile an'ında oluşturabilirler. Bu durum Hikmete dayalı dünya sisteminde açığa çıkan kudret sırrıdır.
*************
Manası idrak edilerek okunan "Dua" sonucunda “amin” demek varlığın tek olduğunun idraki ile istek ve taleplerim ondan, onadır, o istemeden hiç bir şey olamaz. Var olanın sadece tek (doğmamış, doğurmamış, sınırsız, eşi, benzeri olmayan, ahad) “Allah” olduğunu hiçbir tereddüdüm olmaksızın tasdik ediyorum, onaylıyorum (iman ediyorum) diyerek bilincin “kod”lanması olayıdır.
*************
İnsana cehennemini yaşatan dünya(sın)da sahiplendikleri ve bunları kaybetme korkusudur. Dünyada da, ahirette de korku ve hüznün kaynağı, kimileri için malını, kimileri için sağlığını, kimileri için yakınlarını, kimileri için de makamını, şanını, şöhretini kaybetmektir. Toplumsal kabullere ters düşme, sosyal durumun kaybedilmesi, sahip olduklarını kaybetme endişe ve korkusu, devamlı güvende olma, vb. kabullenmeler düşünen ve sorgulayan bir varlık olan insana her an cehennemini yaşatmaktadır. Oysa ki!.. Güvende olma ve sahip olma durumu Allah’ın mükemmel işleyen sistemini algılamaktan aciz varlıkların (hayvanların) iç güdüsel özellikleridir. Görüp, algılayabilen için "Allah’ın sisteminde" her an, her şey olması gerektiği gibi en mükemmel şekilde yerli yerince oluşmaktadır.
Mükemmel işleyen bu sistemin farkında olamayan kişi neden korkuyorsa korktuğu şeyi kendisine çekmeye başlar. Bu korktuğu mana yeterince kuvvetlenip güçlenince "Allah sistemi" de bunu istek alır ve kişiyi korkusu ile yüzleştirir. Çünkü Allah kimsenin korkusu ile sonsuza kadar kalmasını istemez. Korkusu ile yüzleşip ondan arınmasını ister.
**************
“Rahman’ın rahmeti sıkıntıda gizlidir” Tıpkı acı ilacın için de “şifa”nın saklı olması gibi.. İnsanın, Dünya yaşamında başına gelen sıkıntılarda, aslında insanı gaflet uykusundan uyandırmaya (veri tabanını “virüs”lerden temizlemeye) dönük hallerdir.
*************
Kutsal söylemlerde anlatılan aynı şey her İnsan'da bulunduğu ilim seviyesine göre farklı algılama oluşturur. Kimisi en alt mertebe olan şeriat (kurallar) ile algılar. Kimisi tarikat (yol), kimisi hakikat noktasından algılarken, bilincini üst mertebelere taşımış bir kimse ise Marifet mertebelerinden konuyu algılayarak tam olarak değerlendirir. Onun için anlatılanlar en alt daki bilince hitap edecek şekilde mecazlarla anlatılırki, üst bilinç zaten mecazı deşifre ederek esası, hakikati algılar.
*************İnsan düşünce yoluyla bir mana’ya (meleki veya şeytani) yöneldiği zaman, o mana’ya yönelik beyindeki nöral aktiviteyi devreye sokar. Bunun sonucunda da beynin yaydığı dalgalar o mana’ya ait bilinç altı (bütündeki) dalgalarla rezonansa girerek, gücü nispetinde onun ile ilgili oluşumları açığa çıkararak, devreye sokar.İşte, iman edenler (emin olanlar) imanları oranında “hakikat ilmi = şefaat” temin ederler. Bu şefaat(ilim) kendilerine farkında olmasalar da, bir şekilde gelerek onları besler, ve onları ebedi yaşam boyutuna hazırlar.
*************
Kişi yöneldiği (frekansını ayarladığı) zaman, yöneldiği mananın bilinci ile bir radyo alıcısı gibi bağlantı kurar ve o yayın kanalından kendisine farkında olmadan bir şekilde bilgi (data) akmaya başlar. Bu yüzden de hiç farkında olmadığımız bir an’da bazı şeyler aklımıza geliverir veya karşımıza çıkar. kapasitesi oranında da kişi bu gelen bilgiyi değerlendirir. Maneviyat ehli’nin de kendilerine yönelenlere bilgi aktarımı (şefaati) bu yolladır. Bundan dolayı Hz. Muhammed(sav) “Bana salavat getirenlerin (yönelenlerin) Dua’sı=daveti bana ulaşır.” demiştir.
**************
Evrensel sistem, "iman/emin" olma durumuna göre işlemekte ve kişinin yaşamı, dünyası bu imanı/eminliği oranında şekil almakta ve oluşmaktadır. Her insanın öz’ünde Allah’ın sınırsız zenginliği kullanıma hazır olarak beklemektedir. Fakat insan iman edip emin olamadığında beynini, kontrol altına alan “vehim virüsü” (olmayan bir şeyin, olacakmış duygusu) nun oluşturduğu kaygı ve korkular, insanda açlık, korku, gelecek kaygısı algılaması oluşturarak, sınırsız zenginliğin açığa çıkmasını engelleyip ona cehennem hayatı yaşatmaktadır.
Evrensel sistem, "iman/emin" olma durumuna göre işlemekte ve kişinin yaşamı, dünyası bu imanı/eminliği oranında şekil almakta ve oluşmaktadır. Her insanın öz’ünde Allah’ın sınırsız zenginliği kullanıma hazır olarak beklemektedir. Fakat insan iman edip emin olamadığında beynini, kontrol altına alan “vehim virüsü” (olmayan bir şeyin, olacakmış duygusu) nun oluşturduğu kaygı ve korkular, insanda açlık, korku, gelecek kaygısı algılaması oluşturarak, sınırsız zenginliğin açığa çıkmasını engelleyip ona cehennem hayatı yaşatmaktadır.
*************
Tefekkürün olmadığı, şartlanmaların hakim olduğu noktada tüm ideolojiler, tüm din’ler kendi robot toplumlarını oluşturmaktadırlar. Bunun için Kuran'ın ilk Emri "İkra(Oku)" dır. Her din/sistem bir enerji alanıdır. Ve her sistem, o sistemin ana enerji merkezi ile bağlantılıdır. Bu sistem içerisinde olanlar farkında olmasalar da bu enerji çemberinin içerisinde bulunurlar. Müslümanlıkta da bu merkez Hz. Muhammed dir. Hz. Muhammed ile ilişki koparıldığında, elektrik bağlantısı kesilir, kişi kendisini bu çemberin dışında bulur ve sistemi ana kaynaktan okumaktan mahrum kalır.
*************
Şu an da yaşadıklarımız, bir önceki an da zihnimizde oluşturduklarımızın neticesidir. Bir sonraki an da da yaşayacaklarımızı şu an da oluşturmaktayız. Önemli olan geçmişe takılı kalmadan (keşke şöyle olsaydı demeden) şu anı geçmişin verdiği tekamülle en iyi bir şekilde olumlayabilmektir.
*************
Modern bilim tüm varlıkların (canlı-cansız) bilinen enerji ve madde haricinde bir de görünmeyen, tespit edilemeyen güç (enerji) alanları tarafından organize edildiğini söylemektedir. Bu alanların etkileri zaman ve mekan sınırlarının çok ötesine uzanmaktadır. Ana düşünce bir organizmanın gelişmesinin bir tür holistik/bütünsel alan ya da güç tarafından kontrol edildiğidir. Ortak şuur alanları, içlerinde yaşayan bireyleri kuşatır, etkisi altına alarak, içinde barındırır. Bireyler görünmeyen bir manyetik alanın içersindedirler. Bir topluluğun(kabile, aşiret, cemaat, toplum vb.) bireyleri, topluluğun sosyal, kültürel ve dinsel özellikleri tarafından kuşatılmışlardır. Yani topluluk sadece yaşayan üyeleri değil, geçmişte yaşamış olan üyeleri de kapsamaktadır. Bu yüzdende ata’ların görünmez varlıkları (enerjileri) geleneksel, sosyal topluluklar üzerinde son derece etkili olmaktadır. Bu manevi lider’lerin ölmüş olmalarına rağmen dünya üzerindeki etkilerini devam ettirmelerinin nedenidir.
*************
İnsanın, doğduğu an'daki şartlanmalarının oluşmadığı hal en uygun veri tabanıdır. Hz. Muhammed bir hadisinde "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar." diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Bunun için küçük yaşta ölen çocukların direkt cennete gidecekleri ifade edilmiştir.
İnsanın kendini bilmeye başladıktan sonra edindiği şartlanmalar, çevrenin etkileri ondaki veri tabanının bozulma nedenidir.
Dünya yaşamı sırasında bunun farkındalığına ulaşabilen kendini bu şartlandırmalarından arındırarak öz'üne dönme yolunda çaba sarfeder. Peygamberler ve veliler "Biz size yeni bir şey getirmiyoruz, bütün çabamız sizin üzerinize yapışmış şartlandırmalardan sizi kurtarmak içindir." şeklindeki ifadelerle bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.
**************
Geçmiş -Gelecek tümüyle Allâh indinde “tek an” anlamında olan "Dehr" kelimesiyle ifade edilmiştir. Dehr kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu evrensel enerjidir. Allah'ın kudret sıfatının açığa çıkışıdır.*************
An içinde yaşamak, farkında olmak, şuurlu ve uyanık olmak demektir. An’da ne geçmişin takıntıları ne de geleceğin beklentileri vardır. An tek'liktir. An da biz ve dikkatimizi gerektiren konudan başka hiç bir varlık yoktur. An içinde teklik (birlik) dolayısı ile bir yalnızlık vardır. İşte bu durum da pek çok insanı rahatsız eder. Bu yüzden de an’da değil zam an da var olmayı tercih ederler. Oysa "zaman" kavramı bizim "vehim" yollu var kabullendiğimiz geçmişin hatıraları, geleceğin ümit ve beklentilerini içerisinde barındıran çokluk algılamalardan oluşan bir süreçtir. Bu süreçteki geçmiş ve geleceğin içerisinde bizi koruyan, sahip çıkan, seven, kendimizin dışında sahiplenerek algıladığımız bir çok varlık vardır. Bu varlıkların oluşturduğu illüzyon kişinin farkındalığını engelleyerek, ondaki ben'lik duygusunu kemikleştirip, bilincini hakikatten perdeleyerek onu uyutmaya devam eder.
****************
An, sonsuz hızda olanın sıfır ölçüsüdür. Sinırsız, sonsuzluğu ile "HEP"likde, sıfır, denge hali ile "HİÇ"lik de olanın adıdır. Allah.. Bu yüzden, "Dehr, An'dır. Dehr Allah'tır. Dehr'e sövmeyin" diyor Resullallah(a.s)
***************
Holografik (zerrede bütünün saklı olduğu) Evrende zaman ve mekan kavramı olmadığı için her şey “an” içinde saklıdır. Bundan bin sene önce yaşamış ve sistemi okumuş olan bir zat ile şimdi yaşayan bir bilinç “Evrensel/ümmül kitabı” her birimde, bütüne ait tüm bilginin saklı olmasından dolayı aynı "an"da okumaktadır.
***************
Frekans dalgalarının ilginç özelliği, yeterince birbirlerine yaklaşıp, üst üste geçtiklerinde, kendi bireyselliklerinden vaz geçerek "tek bir güçlü dalga" oluşturmalarıdır. Lazerler de bu mantıkla yapılmıştır. Üst üste getirilen zayıf frekans dalgaları tek güçlü bir lazer dalgasını oluştururlar. Bundan dolayı toplu olarak yapılan dualar, ibadetler ve en önemlisi Hac da “Arafat”da aynı an’da bulunan milyonlarca insan beyni’nin, enerjisi çok yüksek mekanda, aynı frekansta yaydığı dalgaların birleşerek olağanüstü güçte tek bir frekans dalgasını oluşturması (lazer ışını gibi) ile orada bulunanların beynin’de oluşan açılım ve bunun etkileri çok muazzamdır.***************
Holografik (zerrede bütünün saklı olduğu) Evrende zaman ve mekan kavramı olmadığı için her şey “an” içinde saklıdır. Bundan bin sene önce yaşamış ve sistemi okumuş olan bir zat ile şimdi yaşayan bir bilinç “Evrensel/ümmül kitabı” her birimde, bütüne ait tüm bilginin saklı olmasından dolayı aynı "an"da okumaktadır.
***************
**************
Hac'cın etkisi kişide o ana kadar sahip olduğu negatif veya pozitif enerjinin o oranda artmasına sebebiyet verdiğinden, Hac'ca gidip gelenlerde veya enerjisi yüksek mekanlarda bulunanlarda, bir süre sonra olumlu yönde gelişmeler görüldüğü gibi, bazı kimselerin davranışlarında ve yaşantısında olumsuzlukların arttığı da gözlemlenmektedir. Bundan dolayı Hac'ca giden kimselerin bilinçlerini temizleyip, arındırmaları çok önemli bir ayrıntı oluşturmaktadır.
****************
Yaratıcılık özelliklerinin en üst safhaya çıktığı sanatçıların ilham aldıkları, en iyi eserlerini oluşturdukları zaman diliminin gece yarısı olmasının altındaki gerçek gece beyinde salgılanan hormonlardır. Bu hormonlar kişinin, öz’ünde var olup ta saklı kalmış gücünü kendi dünya(sın)da ortaya çıkararak, yaşamına geçirmesini sağlamaktadır.
İnsanın beynindeki epifiz bezinden salgılanan hormonlar ne kadar fazla ise, kişi kendisini o oranda beden ötesi, sınırsız bir varlık olarak hissetmeye başlamakta ve sınırlı dünya’sını oluşturan üst beyin yerine, alt beynin sınırsız dünyasında ve bu dünyanın sonsuz zenginliği içerisinde kendisini bulmaktadır. Gece, epifiz den yüksek miktarda hormonun salgılandığı zaman içersinde (23 ila 05 saatleri arasında) yapılan dualar, telkinler, ritüeller ve içe dönük çalışmalar kişiyi, meta-fizik, manevi alem’lerle münasebete açık hale getirmektedir. Beyindeki salgı ne kadar fazla ise yaratana yöneliş, Kuran ayetlerini tefekkür, ayetlerle kurulan bağ o kadar güçlü olmaktadır. Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hadis,-Buhârî, Müslim, Muvattâ ve Nesâî) “Gece Rab, dünya semasına iner de, bana dua eden yok mu der."(Hz.Muhammed)
“Gecenin bir bölümünde kalk ve ibadet et, umulur ki! Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.”(İsra suresi/79)
**************
Evrensel sistem ortak bilinç alanlarından oluşan dev bir bir enerji (network) alanıdır. Tüm varlıklar bilinen enerji ve madde haricinde, bir de görünmeyen, tespit edilemeyen, holistik (bütünsel) güç merkez alanları tarafından devamlı kontrol ve organize edilmektedirler. Bu alanların etkileri zaman ve mekan sınırlarının çok ötesine uzanmaktadır. “Hiçbir nefis yoktur ki!.. üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın” (Tarık suresi/4)
**************
Daha önce yaşayıp ölmüş veya birbirlerini hiç tanımayan fakat aynı türden (aynı frekansta) olan varlıklar mekan ve zaman farkına rağmen farkında olmadan aralarında bilinçsel bir “ortak alan” network ağı oluşturup, birbirlerini bu suretle devamlı etkilemektedirler. Zaman ve mekan sınırlaması bulunmayan bu “ortak bilinçsel alan” varlıkları kendi çekim alanı içine alarak grubun (dini, kültürel, sosyal) üyeleri olan yaşayan veya ölmüş diğer üyeleri ile farkında olmadan bağlantılı hale getirmektedir.
**************
Ortak alan içerisindeki her sistem, o sistemin lideri ile yani ana enerji merkezi ile bağlantılıdır. Bu sistem içerisinde olanlar farkında olmasalar da bu enerji çemberinin içerisinde bulunurlar. Müslümanlıkta da bu merkez Hz.Muhammed dir. Hz. Muhammed ile ilişki koparıldığında, elektrik bağlantısı kesilir, kişi kendisini bu iletişim çemberinin dışında bulur. Bu da yaşamda büyük sıkıntılar oluşmasına neden olur.
***************
Zamanda gezen yoktur, zaman insan’da gezmektedir. Işık hızında olanın zamanıdır "an". An, sonsuz hızda olanın sıfır ölçüsüdür. Sinırsız, sonsuzluğu ile "hep"likde, sıfır, denge hali ile "hiç"lik de olanın adıdır. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir.
***************
Bilincini şuurlu veya şuursuz bir şekilde burada, ışık hızın (an) da bulan birisi, dışarıdan bakanlara göre ya "Veli ya da deli" olmuştur. O bedenen dünyada olmasına rağmen, bilinç olarak tek’lik boyutunda, yalnızlığını, hiç'liğini yaşamaktadır. Düşündüğü her şey zaman ve nedensellik kavramları kendisinde olmadığı için “an’ında” oluşmaktadır. Onun için “Veli’nin dua’sını almak, deli’nin bed dua’sından uzak durmak gerektiği “ ifade edilmiştir.
Yaratıcılık özelliklerinin en üst safhaya çıktığı sanatçıların ilham aldıkları, en iyi eserlerini oluşturdukları zaman diliminin gece yarısı olmasının altındaki gerçek gece beyinde salgılanan hormonlardır. Bu hormonlar kişinin, öz’ünde var olup ta saklı kalmış gücünü kendi dünya(sın)da ortaya çıkararak, yaşamına geçirmesini sağlamaktadır.
İnsanın beynindeki epifiz bezinden salgılanan hormonlar ne kadar fazla ise, kişi kendisini o oranda beden ötesi, sınırsız bir varlık olarak hissetmeye başlamakta ve sınırlı dünya’sını oluşturan üst beyin yerine, alt beynin sınırsız dünyasında ve bu dünyanın sonsuz zenginliği içerisinde kendisini bulmaktadır. Gece, epifiz den yüksek miktarda hormonun salgılandığı zaman içersinde (23 ila 05 saatleri arasında) yapılan dualar, telkinler, ritüeller ve içe dönük çalışmalar kişiyi, meta-fizik, manevi alem’lerle münasebete açık hale getirmektedir. Beyindeki salgı ne kadar fazla ise yaratana yöneliş, Kuran ayetlerini tefekkür, ayetlerle kurulan bağ o kadar güçlü olmaktadır. Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hadis,-Buhârî, Müslim, Muvattâ ve Nesâî) “Gece Rab, dünya semasına iner de, bana dua eden yok mu der."(Hz.Muhammed)
“Gecenin bir bölümünde kalk ve ibadet et, umulur ki! Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.”(İsra suresi/79)
**************
Evrensel sistem ortak bilinç alanlarından oluşan dev bir bir enerji (network) alanıdır. Tüm varlıklar bilinen enerji ve madde haricinde, bir de görünmeyen, tespit edilemeyen, holistik (bütünsel) güç merkez alanları tarafından devamlı kontrol ve organize edilmektedirler. Bu alanların etkileri zaman ve mekan sınırlarının çok ötesine uzanmaktadır. “Hiçbir nefis yoktur ki!.. üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın” (Tarık suresi/4)
**************
Daha önce yaşayıp ölmüş veya birbirlerini hiç tanımayan fakat aynı türden (aynı frekansta) olan varlıklar mekan ve zaman farkına rağmen farkında olmadan aralarında bilinçsel bir “ortak alan” network ağı oluşturup, birbirlerini bu suretle devamlı etkilemektedirler. Zaman ve mekan sınırlaması bulunmayan bu “ortak bilinçsel alan” varlıkları kendi çekim alanı içine alarak grubun (dini, kültürel, sosyal) üyeleri olan yaşayan veya ölmüş diğer üyeleri ile farkında olmadan bağlantılı hale getirmektedir.
**************
Ortak alan içerisindeki her sistem, o sistemin lideri ile yani ana enerji merkezi ile bağlantılıdır. Bu sistem içerisinde olanlar farkında olmasalar da bu enerji çemberinin içerisinde bulunurlar. Müslümanlıkta da bu merkez Hz.Muhammed dir. Hz. Muhammed ile ilişki koparıldığında, elektrik bağlantısı kesilir, kişi kendisini bu iletişim çemberinin dışında bulur. Bu da yaşamda büyük sıkıntılar oluşmasına neden olur.
***************
Zamanda gezen yoktur, zaman insan’da gezmektedir. Işık hızında olanın zamanıdır "an". An, sonsuz hızda olanın sıfır ölçüsüdür. Sinırsız, sonsuzluğu ile "hep"likde, sıfır, denge hali ile "hiç"lik de olanın adıdır. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir.
***************
Bilincini şuurlu veya şuursuz bir şekilde burada, ışık hızın (an) da bulan birisi, dışarıdan bakanlara göre ya "Veli ya da deli" olmuştur. O bedenen dünyada olmasına rağmen, bilinç olarak tek’lik boyutunda, yalnızlığını, hiç'liğini yaşamaktadır. Düşündüğü her şey zaman ve nedensellik kavramları kendisinde olmadığı için “an’ında” oluşmaktadır. Onun için “Veli’nin dua’sını almak, deli’nin bed dua’sından uzak durmak gerektiği “ ifade edilmiştir.
****************
Sınırlı algılama kapasitesine sahip bizler “Bütüne ait bu bilginin” kendi kapasitemiz oranında değerlendirdiğimiz boyutunu “yaşadığımız zaman” olarak kabul ederiz. Işık hızı zamanın akma hızı olduğundan ışık hızına(300 bin km/sn.) yaklaşıldığında zaman duvarına yaklaşmış, tam ışık hızında da zamanı aşmış oluruz. Işık hızına en yakın noktada, tüm evrenin ömrü tükenir. Işık hızı altı bölgede “Geçmiş- Şimdi- Gelecek” vardır. Işık hızında ise zaman yoktur. An vardır. zaman dediğimiz algı aslında bir an’ı bir başka an ile kıyaslama yöntemidir. Zaman beyinde saklanan bir takım hayallerin, an(ı)ların arasında kıyas yapılması ile var olmaktadır. Eğer insanın zihni, hafızası olmasa beyin bu tür yorumlar yapamaz ve dolayısı ile zaman olgusu da oluşmaz.
*****************
Bir insan’ın bütün hayatı, Kuran’da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir. Yaşadığımız yüz yılda fark edilen zaman’ın farklı algılanışı (izafiliği) Kuran’da pek çok ayette ifade edilmiştir. “Senin Rabb’inin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızla bin yıl gibidir.”(Hacc suresi /47). - “Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Bu işlerin, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir. (Secde suresi/5) Zaman’ın mutlak bir gerçek olmadığı, göreceli bir algı olduğunu anlatan Kuran’daki “Kehf” suresinde, Kehf ehli kendilerine göre bir uyku vakti (8 saat) geçirmişler iken, dünyada 300 yıldan fazla zaman geçmiştir. “Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar. İçlerinden biri: “Mağarada ne kadar uyuyup kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık dediler.” Onları nasıl uyuttuysak, yine biz onları dirilterek uyandırdık)” (Kehf suresi/19-25)
******************
Uyanıkken veya uyurken yaşananlar, Beynin gelen frekansları o ana kadarki oluşmuş programı dahilinde yorumlayarak, bize seyrettirdiği illüzyon dan başka birşey değildir.Görüntüler dijital kişiliğin,zihinsel projeksiyonlarıdır.
******************
İnsan beyni bioelektrik enerjiyi, dalga enerjisine çevirerek, ışınsal bedenini (ruhunu) meydana oluşturmaktadır.
******************
Bedenlerimiz itibariyle dünya da,bilinçlerimiz ve bunun sonuçları itibariyle de ahirette yani cennet ve cehennem de yaşamaktayız.Bedensel olarak ortaya koyduğumuzun ahiretini bir an sonra bilincimizde yaşamaktayız.
*******************
Hayatınız'da her hangi bir şeyi değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştirerek frekansı değiştirin, şu AN düşünmekte olduklarınız,gelecekteki yaşantınızı oluşturmakta, en çok neyi düşünüp,neye odaklanıyorsanız(iyi veya kötü) bir sonraki AN'INIZI yaşantınız olarak oluşturmaktasınız.
*******************
Kişide ben'liği oluşturan terkipsel yapı, sahip olduğu program doğrultusunda, yaşam boyu insanda bu yapının hoşuna giden veya gitmeyen, onun yapısına,nefsine zor veya kolay gelen düşünce ve davranışlardan oluşan algılamalar oluşturur. Burada (dünya yaşamında) önemli olan, insanın terkipsel yapısına (nefsine) zor gelen, hoşuna gitmeyen algılamalarla (Hakk'ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret göstermek suretiyle) yüzleşerek bunların oluşturduğu "algıyı" nötr'leyip, ortadan kaldırarak, tüm korku ve sıkıntı "algılamalarından" beynini arındırmış olarak, oluşan yeni veri tabanının, sonsuza kadar var olacak bilince naklini gerçekleştirmektir.
*******************
Beyin aslında kendimizde içsel olarak yaşadıklarımızı,beden dışında bulunuyormuş zannı vererek bizi aldatmaktadır.
******************
Beynimiz düşüncelerimizle zamanı yaratmakta, bedenselliğimizle ilişki kurup mekanı, ortaya çıkarmaktadır.
*****************
İnsan dışındaki memeli ve omugalılarda da ışık alıcısı olarak iş gören beyindeki epifiz bezi biyolojik saatin ana merkezi konumundadır. "üçüncü göz" olarak da adlandırılan, 7. çakra’nın salgı bezi olan epifiz aslında atalarımızın mistik sırlarlarından birisidir.
******************
Epifiz gece faaliyete geçerek hormon salgılamaktadır. Salgılanan hormonlar, insanın biyolojik sistemini güneş ışığının olmadığı, gece süresince manevi alemlerle, irtibata açık hale dönüştürmektedir.
Işığın olduğu gündüz saatlerinde ise yeterli hormon üretimi olmadığından kişi dünya’sına, maddi dünyaya, benliğine daha bağımlı hale gelmektedir.
Gece, epifiz den yüksek miktarda hormonun salgılandığı zaman içersinde (23 ila 05 saatleri arasında) yapılan dualar, telkinler, ritüeller ve içe dönük çalışmalar kişiyi, meta-fizik, manevi alem’lerle münasebete açık hale getirmektedir.
Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hz. Muhammed)
*****************
Bir insan’ın bütün hayatı, Kuran’da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir. Yaşadığımız yüz yılda fark edilen zaman’ın farklı algılanışı (izafiliği) Kuran’da pek çok ayette ifade edilmiştir. “Senin Rabb’inin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızla bin yıl gibidir.”(Hacc suresi /47). - “Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Bu işlerin, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir. (Secde suresi/5) Zaman’ın mutlak bir gerçek olmadığı, göreceli bir algı olduğunu anlatan Kuran’daki “Kehf” suresinde, Kehf ehli kendilerine göre bir uyku vakti (8 saat) geçirmişler iken, dünyada 300 yıldan fazla zaman geçmiştir. “Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar. İçlerinden biri: “Mağarada ne kadar uyuyup kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık dediler.” Onları nasıl uyuttuysak, yine biz onları dirilterek uyandırdık)” (Kehf suresi/19-25)
******************
Uyanıkken veya uyurken yaşananlar, Beynin gelen frekansları o ana kadarki oluşmuş programı dahilinde yorumlayarak, bize seyrettirdiği illüzyon dan başka birşey değildir.Görüntüler dijital kişiliğin,zihinsel projeksiyonlarıdır.
******************
İnsan beyni bioelektrik enerjiyi, dalga enerjisine çevirerek, ışınsal bedenini (ruhunu) meydana oluşturmaktadır.
******************
Bedenlerimiz itibariyle dünya da,bilinçlerimiz ve bunun sonuçları itibariyle de ahirette yani cennet ve cehennem de yaşamaktayız.Bedensel olarak ortaya koyduğumuzun ahiretini bir an sonra bilincimizde yaşamaktayız.
*******************
Hayatınız'da her hangi bir şeyi değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştirerek frekansı değiştirin, şu AN düşünmekte olduklarınız,gelecekteki yaşantınızı oluşturmakta, en çok neyi düşünüp,neye odaklanıyorsanız(iyi veya kötü) bir sonraki AN'INIZI yaşantınız olarak oluşturmaktasınız.
*******************
Kişide ben'liği oluşturan terkipsel yapı, sahip olduğu program doğrultusunda, yaşam boyu insanda bu yapının hoşuna giden veya gitmeyen, onun yapısına,nefsine zor veya kolay gelen düşünce ve davranışlardan oluşan algılamalar oluşturur. Burada (dünya yaşamında) önemli olan, insanın terkipsel yapısına (nefsine) zor gelen, hoşuna gitmeyen algılamalarla (Hakk'ın fiillerini yerli yerince görüp, gayret göstermek suretiyle) yüzleşerek bunların oluşturduğu "algıyı" nötr'leyip, ortadan kaldırarak, tüm korku ve sıkıntı "algılamalarından" beynini arındırmış olarak, oluşan yeni veri tabanının, sonsuza kadar var olacak bilince naklini gerçekleştirmektir.
*******************
Beyin aslında kendimizde içsel olarak yaşadıklarımızı,beden dışında bulunuyormuş zannı vererek bizi aldatmaktadır.
******************
Beynimiz düşüncelerimizle zamanı yaratmakta, bedenselliğimizle ilişki kurup mekanı, ortaya çıkarmaktadır.
*****************
İnsan dışındaki memeli ve omugalılarda da ışık alıcısı olarak iş gören beyindeki epifiz bezi biyolojik saatin ana merkezi konumundadır. "üçüncü göz" olarak da adlandırılan, 7. çakra’nın salgı bezi olan epifiz aslında atalarımızın mistik sırlarlarından birisidir.
******************
Epifiz gece faaliyete geçerek hormon salgılamaktadır. Salgılanan hormonlar, insanın biyolojik sistemini güneş ışığının olmadığı, gece süresince manevi alemlerle, irtibata açık hale dönüştürmektedir.
Işığın olduğu gündüz saatlerinde ise yeterli hormon üretimi olmadığından kişi dünya’sına, maddi dünyaya, benliğine daha bağımlı hale gelmektedir.
Gece, epifiz den yüksek miktarda hormonun salgılandığı zaman içersinde (23 ila 05 saatleri arasında) yapılan dualar, telkinler, ritüeller ve içe dönük çalışmalar kişiyi, meta-fizik, manevi alem’lerle münasebete açık hale getirmektedir.
Bu yüzden de gün aydınlanmadan önce yapılan ibadet, dua, özellikle de, sabah namazının önemi çok fazladır. "İnsanlar sabah namazının sevabını bir bilselerdi, sürünerek dahi olsa giderlerdi." (Hz. Muhammed)
******************
Işık hızı aşıldığında(ölüm, uyku, meditasyon, yoğun tefekkür, vb. hallerde) girilen zaman kavramının aşıldığı boyut, takyon (anti evren) boyutudur. Bu boyutda kişinin dünyasını oluşturan zaman ve mekan kavramı yok olur. Zaman ve mekandan kurtulmak ise sonsuzluğu (ölümsüzlüğü) yakalamak demektir. Aynı zamanda zamanın algılanmasından kaynaklanan nedensellik kavramı da yok olur. Takyon evreni (anti zaman evreni) ''öz enerji'' evrenidir. Orada parçacık namına hiç bir şey yoktur. Bir ucuna dokunulabilse, aynı an’da her tarafına dokunulmuş olur. Takyon (anti-evren) bildiğimiz fizik kurallarının tersine çevrildiği boyuttur. Burada canlılar, ölerek doğarlar. İnsan yaşlı doğar, gittikçe gençleşir. enerjinin biri sonludur nar adını alır. Öteki sonsuzdur nur adını alır. Burada zaman yerine an kavramı geçerlidir. Her şey bir an’da oluşur, ve o an’da yok olur. Bu yüzden olaylar arasında süreklilik yoktur. Ama oluşan evrenin sakinleri, kendi algı boyutlarında milyarlarca yılı yaşarlar. Gerçekte ise her şey an‘da olmuş ve bitmiştir. Çünkü orada zaman yoktur. Evrenimiz de kesiklik, kuantlaşma, maddeleşme varken, burada teklik (tümellik) vardır. Buraya giriş yaptığımız zaman kendi evrenimizi tüm evreleriyle (günahları ve sevapları) ile izler bir halde buluruz. Burası zerre'den külle çıktığımız uzay aralığı (holografik oluş)dır.
*****************
Bilincin ışık hızında an’da olması ile anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu evrensel enerjidir. Allah'ın kudret sıfatının açığa çıkışıdır. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir. Bilincini şuurlu veya şuursuz bir şekilde burada, ışık hızında (an) bulan birisi, bedenen dünyada olmasına rağmen, bilinç olarak tek’lik boyutunda hiç'liğini yaşar. Düşündüğü her şey zaman ve nedensellik kavramları kendisinde olmadığı için “an’ında” oluşur. Bilincini “atom altı, kuantsal boyut”da, an’da bulan, yani hakikatini tanıyıp, farkında lığa ulaşan bir bilinç tüm evren ve katmanlarına ait olan, özündeki holografik “data” ları deşifre etmek sureti ile “tayyı mekan, tayyı zaman, astral seyahatler” dediğimiz bilinç seyahatlerini de gerçekleştirebilirler. Çünkü, düşünsel olan o boyutta bilinç düşündüğü her hangi bir zaman ve mekanda bir “an” da açığa çıkar. Bundan dolayı birçok evliya, mistik bu tür bilinç seyahatlerini gerçekleştirmişlerdir. Mistiklerin gerçekleştirdikleri tayyi-mekan, tayyi-zaman, astral seyahat olayları, aslında insan’ın kendi özüne (holografik data’nın değişik boyutlarına) “bilinç sıçramaları” ile gerçekleştirilen mekan ve zaman yolculuklarıdır.
*****************
Bilincin ışık hızında an’da olması ile anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu evrensel enerjidir. Allah'ın kudret sıfatının açığa çıkışıdır. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir. Bilincini şuurlu veya şuursuz bir şekilde burada, ışık hızında (an) bulan birisi, bedenen dünyada olmasına rağmen, bilinç olarak tek’lik boyutunda hiç'liğini yaşar. Düşündüğü her şey zaman ve nedensellik kavramları kendisinde olmadığı için “an’ında” oluşur. Bilincini “atom altı, kuantsal boyut”da, an’da bulan, yani hakikatini tanıyıp, farkında lığa ulaşan bir bilinç tüm evren ve katmanlarına ait olan, özündeki holografik “data” ları deşifre etmek sureti ile “tayyı mekan, tayyı zaman, astral seyahatler” dediğimiz bilinç seyahatlerini de gerçekleştirebilirler. Çünkü, düşünsel olan o boyutta bilinç düşündüğü her hangi bir zaman ve mekanda bir “an” da açığa çıkar. Bundan dolayı birçok evliya, mistik bu tür bilinç seyahatlerini gerçekleştirmişlerdir. Mistiklerin gerçekleştirdikleri tayyi-mekan, tayyi-zaman, astral seyahat olayları, aslında insan’ın kendi özüne (holografik data’nın değişik boyutlarına) “bilinç sıçramaları” ile gerçekleştirilen mekan ve zaman yolculuklarıdır.
******************
Evren, holografik (zerrede, tümün boyutlar halinde saklı olduğu, frekans dalgalarından oluşmuş) bir yapıdır. Beynimiz holografik esaslara göre çalışmak suretiyle evreni algılamaktadır. Doğru değerlendirmeler yapabilmemiz için yaşama ve olaylara bakışımızı, yani düşünce ve değerlendirme Sistemimizi de evrenin ve beynimizin çalıştığı bu holografik yapıya uygun şekilde yeniden yapılandırmamız gerekmektedir.
********************************
Evren, holografik (zerrede, tümün boyutlar halinde saklı olduğu, frekans dalgalarından oluşmuş) bir yapıdır. Beynimiz holografik esaslara göre çalışmak suretiyle evreni algılamaktadır. Doğru değerlendirmeler yapabilmemiz için yaşama ve olaylara bakışımızı, yani düşünce ve değerlendirme Sistemimizi de evrenin ve beynimizin çalıştığı bu holografik yapıya uygun şekilde yeniden yapılandırmamız gerekmektedir.
******************
Gece salgılanan melatonin hormonu aynı zamanda bir çöpçü gibi çalışma saatleri boyunca yorulan ve atık zararlı madde biriktiren hücrelerimize girerek temizlik işlevi yapıp ertesi güne vücudu hazırlamaktadır.
Gece salgılanan hormon seviyelerinde azalma olduğunda, stres ve depresyondan kaynaklanan problemler ortaya çıkmaktadır. Kişinin gece yapmış olduğu ruhsal çalışmalar, ibadetler, dua’lar sırasında epifiz daha çok hormon salgılayacak şekilde uyarılmaktadır. Bu hormonların temel görevi, vücudun biyolojik saatini koruyup doğal ritmini ayarlamak dır.
Epifiz, ışık vasıtası ile aktivasyonunu sağladığından, ışıklı ortamda hormon salınımı azalmakta, beyin yapması gereken görevi yapamamaktadır. Bundan dolayı gece ışık altın da kalanlar (ışığı açık uyuyanlar, geç saatlere kadar bilgisayar, televizyon karşısında kalanlar) da hormon az salgılandığından, vücut bağışıklık sistemi zayıf kalarak birçok hastalığa açık hale gelmektedir. Çünkü bir çok hastalığın ana nedeni insanın biyolojik ritminin bozulmasından kaynaklanmaktadır.
*****************
Gece salgılanan melatonin hormonu aynı zamanda bir çöpçü gibi çalışma saatleri boyunca yorulan ve atık zararlı madde biriktiren hücrelerimize girerek temizlik işlevi yapıp ertesi güne vücudu hazırlamaktadır.
Gece salgılanan hormon seviyelerinde azalma olduğunda, stres ve depresyondan kaynaklanan problemler ortaya çıkmaktadır. Kişinin gece yapmış olduğu ruhsal çalışmalar, ibadetler, dua’lar sırasında epifiz daha çok hormon salgılayacak şekilde uyarılmaktadır. Bu hormonların temel görevi, vücudun biyolojik saatini koruyup doğal ritmini ayarlamak dır.
Epifiz, ışık vasıtası ile aktivasyonunu sağladığından, ışıklı ortamda hormon salınımı azalmakta, beyin yapması gereken görevi yapamamaktadır. Bundan dolayı gece ışık altın da kalanlar (ışığı açık uyuyanlar, geç saatlere kadar bilgisayar, televizyon karşısında kalanlar) da hormon az salgılandığından, vücut bağışıklık sistemi zayıf kalarak birçok hastalığa açık hale gelmektedir. Çünkü bir çok hastalığın ana nedeni insanın biyolojik ritminin bozulmasından kaynaklanmaktadır.
*****************
Bedenlerimiz itibariyle dünya da, bilinçlerimiz ve bunun sonuçları itibariyle de ahirette yani cennet ve cehennem de yaşamaktayız. Bedensel olarak ortaya koyduğumuzun ahiretini bir an sonra bilincimizde yaşamaktayız.
******************
“Cennet” varlığın tek olduğu bilinci ile, kendi hiç’liğini idrak ederek tek olan varlığa(Allah) tam bir teslimiyet içerisinde yaşanan ve bunun sonucunda neden-sonuç ilişkisi olmaksızın özgürce, sınırsızca, çabasızca her istediğini, düşündüğünü anında kuvveden-fiile çıkarabilme, oluşturabilme halinin yaşam
****************
Eriştiğimiz yaşam standartlarına rağmen, insanlığın hala kavga, kin, nefret gibi ilkellik ve cehaletin eseri olan davranışlardan ve bunların karşılığı olan mutsuzluktan kurtulamamış olmasının en önemli nedeni evrenin aslını, kendini ve evrensel sistemi yeterince tanıyamamış olmasındandır.“Cennet” varlığın tek olduğu bilinci ile, kendi hiç’liğini idrak ederek tek olan varlığa(Allah) tam bir teslimiyet içerisinde yaşanan ve bunun sonucunda neden-sonuç ilişkisi olmaksızın özgürce, sınırsızca, çabasızca her istediğini, düşündüğünü anında kuvveden-fiile çıkarabilme, oluşturabilme halinin yaşam
****************
Zam an da olan bazen gelecek de, bazen geçmiş de bulur bilincini, sahiplenir, korkar, tasa eder, kaygıları ile her an cehennemini yaşar. Allah da "zam an" da olan kulunu dünya(sın)da bu korku ve tasaları ile her an yüzleştirir, korktuklarını ona yaşatır ki!.. Bilinci bu duyguları nötrle sin, arın sındır amaç...Aslında bu Allah'ın kuluna rahmetidir.
*****************************************
"Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü (bela ve musibet) vermez, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Allah, bir güçlükten sonra mutlaka bir kolaylık verecektir." (Bakara suresi/286-Talak suresi/7) Ayet'de belirtildiği gibi herkese kaldırabileceği kadar yük verilmektedir. Yaşadığımız her olay bizim tekamülümüz için vardır. Yaşanılan zorluklar ne kadar fazla, imtihan ne kadar zorlu geçiyorsa, aslında seviye o kadar yüksek demektir. Unutmamak gerekir ki, en büyük sıkıntılara peygamberler, veliler, Allah'a en yakın olanlar muhatap olmuşlardır. İnsan ateşe ne kadar yakınsa onun sıcaklığını o kadar fazla hisseder. Şuurunda kendi “yok”luğu yanı sıra Allah’ın, rab olarak kendinde ki varlığını fark eden bilinç, iman nurunun terkibinde bulunan esmalara yaptığı tazyik (celal) neticesi oluşan kapasite artışı dolayısı ile yoğun bir "sıkışma" sıkıntı, hali yaşamaya başlar.Allah’ın “Celal” ismi ile sıkışmanın, tazyikin, sıkıntılı durumun yaşandığı süreç sonunda oluşan kapasite ile kişi kendi fıtratına (istidat ve kabiliyetine) göre faydalanıp, değerlendirebileceği yeni bir açılıma kavuşur. Bu açılım neticesinde oluşan bilinç sıçraması ile de kişinin hakikatine ait bilgi “özünden, bilincine” doğru Allah’ın “Zül celali vel ikram”(Celali ile ikram edici) (Rahman suresi/27) ayeti hükmünce akmaya başlar. Bu ikrama mazhar olan kimseler, gelen çok yüksek ışınımın oluşturduğu "tazyik" ile cebren (zorlayarak) özündeki hakikatini, kapasitesi oranında açığa çıkarabilmenin lütfu ile “oku” hükmünü alırlar. Okuyabildikleri oranda da Allah’a yakın olurlar. Bu yaşananlar, sabredip, farkında olup da, değerlendirebilenler için aslında kendilerine, Allah tarafından muhatap alınmalarının göstergesidir. Kendilerine verilmiş bir lütuftur.
********************************************
******************************************Allah, bu Alem’de insanda gizlenmiş, insan üzerinden konuşmuş, bütün mesajını insan örtüsü altında vermiştir. Allah'ın, yeryüzünde kendisini en iyi bulup, ifade ettiği boyut Muhammedi boyuttur. Bu boyut açığa çıktığı yapı itibari ile Allah'ın kulu (abduHü), Allah ilminin öz'den yansıtıcısı, irsali görevi itibari ile de RasuluHü dür. Herkes, mecburen sahip olduğu mana(isim) doğrultusunda hareket eder. Terkibinde, "Celal" sıfatına ait isimleri(kahhar, müntakim, cebbar, vb.) bulunduran, mecburen bu doğrultuda hareket eder. Fakat bu esmaları nefsine uyup, zulüm yapmak için kullandığı gibi, Rabb'ine kul olup, Hz. Ömer gibi adalet yolunda da kullanabilir.
Kişi kendini tatmin etmek için "müntakim" isminini kullanıyorsa, bu nefsanidir. Negatif enerji açığa çıkarır (Günahtır). Acizlerin ve zayıfların alamadıkları intikamı onların yerine zalimlerden, zorbalardan almak için, Hakk yolunda adalet için kullanıyorsa bu Rabb'anidir. Pozitif enerji (Sevap) açığa çıkmasına sebep olur.
********************************************
Her insanın terkibinin oluşturduğu bir manası(ismi)vardır. Bulunduğu ortamın (hac, kutsal gece, gecenin üçte biri, vb.) manyetik etkisi, bu durumu sahip olunan mana yönünde tetikleyerek arttırır. Feth- i Nurani bir açılım, olabileceği gibi Feth-i zulmani, bir açılımın katlarıda kişide açığa çıkabilir.
********************************** Herkes, kendi manasını oluşturan isimlerin(esma) terkibinden oluşan rabb’ine(öğreticisine) tabidir. Bu yüzden kimsenin rabb’i kimseye uymaz. Herkes kendi rabb’inin eğitmenliğinde hareket eder. İnsana azap veren onun kendi terkipsel manasını oluşturan yapıya(rab'ine) göre değil de, nefsine göre hareket etmesidir. ******************************* Suç işleyen birisi, celali bir manaya tabi ise, günahından memnun ve huzur içerisindedir. Çünkü, varlığının bakiliği, olan ilahi yardım bu mana vasıtası ile kendisine ulaşmaktadır. Manasını oluşturan yapı onun rab’bidir. Yani her kesten, tecelli eden mana, herkesin kendi manasına tabi oluşudur. Bunu fark edip, idrak eden anlar ki, herkes dünya sahnesinde kendisine verilen rolü (manayı) farkında olmadan oynamaktadır. Önemli olan sahip olunan mananın(ismin)hakkını en iyi şekilde verebilmektir. İnsan bunu idrak ettiği zaman, kimseyi suçlamaz, kimse hakkında kötü düşünemez. Herkesin kendi sahip olduğu mana yönünde hareket ettiğini anlar. Sevmeye başlar.Bu hakikatlerin farkına varan insan,“rabb’inin” eğiticiliği altına girer ve terbiye olarak, arınmaya başlar. “Elhamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn” (Değerlendirmek, sadece alemlerin rabb'i olan Allah'a aittir) ayetinin manasını idrak eder. ******************************** Rüya'yı anlayan, dünya'nın, insanın, sırrınıda anlar. Rüya aleminde sen varsın, etrafında aynen uyanıkken olduğu gibi canlı, cansız çeşitli varlıklar var. Ve sen uyanık olduğun süreçte bilinçaltı'ına (alt beyin) beş duyu vasıtasıyla nasıl bir format attıysan onun sonuçlarını yaşıyorsun (kızıyorsun, acı çekiyorsun, kıskanıyorsun, korkuyorsun, seviyorsun, mutlu oluyorsun)Bedenin çeşitli deformasyonlara uğruyor (parçalanıyor, bozuluyor, kırılıyor) sonra tekrar eski haline geliyor. Fakat, asla yok olmuyor.Bedene ne olursa olsun, bilincin oluşturduğu beden devamlı eski haline gelmek suretiyle programının sonuçlarını (cennetini veya cehennemini ) uykuda olduğu süreçte yaşamaya defalarca devam ediyor.Uyandığında da ise, senden başka kimse olmadığını, rüyandaki tüm varlıkların kızdıklarının, sevdiklerinin, vb. hepsinin aslında sen olduğunu (binin, bir) olduğunu anlıyorsun... ************************************** Zaman ve mekan ile kayıtlı olmayan, Dehr(an)da ki Allah ilmini, zaman ve mekan ile kayıtlı bir boyuttan anlamaya çalıştığımızda çelişkiye düşüyoruz. Anlamakta zorlanıyoruz.Allah indinde geçmiş ve gelecek kavramı yoktur. Dolayısı ile zaman olmadığı için bir şeyin sonucunu, gideceği yeri önceden bilme kavramı da yanlıştır. Bu kavramlar bizim gibi geçmiş ve gelecekle kayıtlanmış bilinçler için geçerlidir. ************************************************* Allah indinde her şey (tüm yazılım) alternatif sonuçları ile mevcuttur. Allah tarafından bilinmektedir. Bu Allah'ın takdiridir(Külli irade).Bu takdirde olandan "Kul"un, kendisindeki Allah'ın "Mürid"(irade) ismi ile bu ismin gücü oranında, bir sonraki anı, yaşamı olarak açığa çıkartması ile aşikar olan Allah'ın kendi manalarını "an" itibari ile kulu vasıtası ile seyridir. Bilmesidir.“Ben gizli bir hazine idim, Bilinmekliğimi istedim Alemi, bilmekliğimi istedim Ademi yarattım" (Hadisi kudsi) ************************************************ "Ben" Allah esma'larının, terkipsel formülasyonu ile oluşan yapının, kendisini bütünden ayrı birimsel bir varlık olarak algılamasına neden olan dolayısı ile bütüne perde oluşturan vehim perdesinin adıdır. ****************************************** Müşahede (Hakk’ın kalpte huzuru) denizine girmeyi irade edene, sürekli mücahede (nefs ile savaş) gerekir. Zira mücadele: müşahedenin tohumudur. Mücahededen (nefs ile savaşdan) mahrum olana;müşahedeye (Hakk’ın kalpte huzuruna) yol yoktur.(Abdullkadir Geylani Hz.) ***************************************** Yer yüzünde, Allah'ı Allah olarak arayanlar onu bulamazlar. Çünkü Allah, bu alem’de insanda gizlenmiş, varlık örtüsüne bürünmüştür. “Ben mekânın mekânıyım! Benim mekânım olmaz! Ben insanın sırrıyım!” “Hiçbir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!” ”Yemem, fakîrin yemesidir; içmem de fakîrin içmesidir!”
Fakr ateşiyle yanan ve ihtiyaç ateşiyle münkesir birini görürsen yaklaş ona; şüphesiz ki benimle onun arasında perde yoktur!"(Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hz.) “Sadaka verdiğin zaman, verdiğin para önce Allah’ın eline düşer.(Hz. Muhammed sav)
*************************************************** Hz. Muhammed(sav) "Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar, tövbe ediyorum." buyurmuştur.Herkes Allah dostu da olsa terkipsel esma yapısının oluşturduğu etki altındadır. Gündelik alt bilinç hallerinin getirisini yaşamında çıktı olarak alır. Getirilerini de bir kul olarak yanarak (sıkıntı, bunalım, vb.) yaşar.Önemli olan içinde bulunduğu, alt bilinç hallerinden en kısa sürede durumun farkına vararak, yüksek bilinç hallerine yükselebilmektir.Farkındalığa ulaşıp, uyananın, yanması biter. Bu farkındalığa ulaşıp, hakikate uyanma süresi de kulun Allah'a yakınlığı oranında hızlı gelişir. ******************************************* Öncelikle bize göre kötü olan durumu düzeltmek, zulmü önlemek için insanın yapabileceğinin en azamisini yaparak bu yönde çaba göstermesi gerekir. Bunu yapamıyorsak, elimizden bir şey gelmiyorsa, Allah böyle istemiş, böyle yapmıştır diyerek, Allah’a tam bir teslimiyetle “Hamd” etmek yani her şeyin Allah’dan geldiğini, onun yaptığında bir hayır olduğunu, onun en doğruyu bildiğine iman edip, tam bir teslimiyetle "seyirde" kalmak gerekir. Çünkü!..Biz kısıtlı bakış açımız ile bütünü görüp değerlendiremeyiz. Gördüklerimiz kendi kozamızdan bakarak yaptığımız değerlendirmelerdir. Hz İsa'nın dediği gibi "Siz insan gibi düşünüyorsunuz, Allah gibi değil! " Siz kendi bakış açınız ile kendi kozanızdan bakıp değerlendiriyorsunuz. Görüp, algıladıklarınızın yanlış olduğuna karar veriyorsunuz. Oysa bütünde neden böyle olduğunu idrak edebilmek için kişisel duygu, değer ve şartlanmaların oluşturduğu yargılamalardan arınarak oluşumları "Allah gibi" düşünebilip, değerlendirmek gerekir. Bunun için de en üst boyuttan (sâfiye nefs) boyutundan, Tek olanın ilmi ile kişinin kendisini tanıyabilmesi gerekir. ***************************************************** Tüm varlık ve insanda, görülen davranış, karakter, huy ve istidat, Allah’ın ilâhî isimlerinin(esma) değişik terkiplerle ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Yani, varlıkta, açığa çıkıp, yaşananlar, öz’de var olan, “Hu”nun(öz’ündeki tek’lik boyutu) çeşitli mânâlarının Halka dönük halinden başka bir şey değildir. Görüp, algılayarak sureti oluşan mana (fakir, kötü, iyi, aciz, vb.) ile suçladığın hor hakir gördüğün, aşağıladığın, suçladığın isimlerin ardındaki hakiki fail o esmaların gerçek sahibi olan Hakk’dır. Önemli olan ismin, kendi öz’ünde var olan “Hakka” dönük tarafını fark ederek, varlığa, halka dönük sıkıntı oluşturan manasından kurtulmak gerekir. Mesela, Samed(hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) ismi Hakka dönüktür. “Rezzak"(ihtiyacı olan) ise halka, kula dönüktür. Samed(ihtiyaçsız) olduğunu fark edip bu manayı hal edinebilen için rezzak'ın bir anlamı kalmaz. İhtiyaçsız olan, kula, kul olmaz. Rızık kaygısı, sıkıntısı yaşamaz. *************************************************** Bütüne ait tüm bilgi “holografik evren plakası”(Levh-i mahfuz) üzerinde frekans dalgaları olarak kayıtlıdır. Burada zaman ve mekân yoktur. Milyarlarca bilgi data olarak her zerrede depo edilmiştir. Zikir, namaz ve çeşitli yöntemler ile yapılan "tekrarlar" neticesinde bilinçli olarak veya uyku, ölüm, koma gibi durumlarda, bilinçsizce girilen boyut burasıdır. İnsan bu boyutta kendisini bulduğunda sistemi farkında olarak veya olmayarak kapasitesi oranında okur(hisseder). Olumsuz bir olay gerçekleşmeden önce hissedilen iç sıkılmaları, altıncı his, kâhin diye isimlendirilen kimselerin bazı olayları önceden algılamaları, kişinin farkında olmadan bilincinin bu boyuta girmesi ile frekansları deşifre etmesinin, üst bilinçte(dünyasında) gerçekleşen yansımalarıdır. ********************************************************************** Tüm dinlerdeki ritüellerde belirli gün ve saatlerde belirli sayılarda bir sistem dahilinde yapılan tekrarlar vardır. Çünkü, düşünce, dua ve niyetler madde âleminde bir kerede çıkmaz ortaya. Mananın madde âleminde oluşması ancak belirli tekrarlardan sonra olur. Bir manayı tekrarlamak, o manayı açığa çıkartmada etkilidir. Belirli bir sistem dâhilinde yapılan tekrarlarla kuvve, fiile dönüşür. Bunun için yaptığımız ibadetlerde, namaz, dua ve zikirlerde belirli sayıda tekrarlar vardır. Burada yapılan tekrarlar rastgele değildir, hepsinin bilinçli bir hesabı vardır. Bilinçsizce gelişigüzel yapılan her tekrar sonuç getirmez. Sistem içerisinde(belirli gün,saat ve sayıda) yapılmayan tekrarlar bir daire içerisinde hareket ederek hep aynı çıkış noktasına kişiyi getirerek sonuca ulaşmaz. Sistem içerisinde (belirli gün,saat ve sayıda) yapılan tekrarlar ise yine dairesel bir döngü oluşturur fakat bu dönüş spiral bir ilerlemedir. Dönüp aynı yere geldiğinizi zannedersiniz ama aslında farkında olmadan aynı çizginin bir üst halkasına ulaşmışsınızdır. *********************************************************** Birbirlerini hiç tanımayan, daha önce görüşmemiş insanların dahi aynı ortak hisleri paylaşması, aynı şeyleri beğenip, kabullenmesi, aynı şeyleri sevmesi, moda olan bir şeyin bir anda tüm toplum tarafından kabul görmesi, beyin de bulunan “ayna nöron” adı verilen hücrelerin, diğer kişi veya kişilerin beynindeki frekans dalgaları ile internet bağlantısı gibi farkında olmadan iletişime girmesi ile oluşmaktadır. Frekansı yüksek olan dalgalar diğer dalgaları kendi frekanslarına kopyalayarak, kendi duygu ve düşüncelerinin diğer kişilerce de aynı değerler üzerinden kabul görerek algılanmasına neden olmaktadır. **************************************** İnsandaki, benlik(ego) kendi varlığını tehdit eden en küçük bir karşıt uyarı hissettiğinde kendisini oluşturduğu dünyasına kitler ve sıkıntı yaratır. Bu yüzden şartlanmış duyguların oluşturduğu egonun kontrolü altındaki beyinlere bazı gerçekler kutsal kitap ve söylemlerde açıkça anlatılamaz. Anlatmaya kalktığınızda sosyal-dinsel-toplumsal şartlanma kalıplarından oluşmuş sinirsel işletim sistemi çöker. Allah sistemi ise kişiye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Bu yüzden gerçekleri kaldıramayacak veya anlamayacak olanlara her şeyin açıkça anlatılmaması onların korunması içindir. Kişi kendisini hazırladığında, hakikatleri idrak edip, hazım etmeye hazır olduğunda, gerekli olan, gerektiği kadar, kişinin bilincinde bir şekilde yaşam içersindeki hadiselerden oluşan imtihan dediğimiz benzeri yollarla, sistem tarafından otomatik olarak açığa çıkartılır. Bu açığa çıkan hakikatleri değerlendirebildiği oranda da bilinç tekâmülünü gerçekleştirir. ***************************************** İnsanın beş duyu ile algılayarak oluşturduğu dünyası aslında sadece frekans dalgalarından oluşmuş bir alemdir. Algılamanın önündeki, beş duyu kaldırılabilse, insan kendisini sırf frekanslardan oluşmuş bir alem de bulur. İyi veya kötü diye nitelendirdiği her şeyin aslında belirli enerjilere tekabül eden frekans dalgaları olduğunu fark ederek bu frekans dalgalarını seyre dalmanın yerine, onlarla savaşarak ömrünü tükettiğinin farkına varır. Aslında (holografik) sistem gereği tüm evrende var olan her şey “frekans bilgi”(data) olarak insanın özünde mevcut bulunmaktadır. İnsan bir kelimeyi, bir nesneyi düşündüğü anda, bu düşünceye, manaya yüklediği güç oranında o manaya ait bilinçaltında frekans halindeki kayıtlı bilgi otomatik olarak devreye girip, hücreleri kendi frekanslarına programlayarak, oluşturdukları algı ile kişinin Dünya(sın)da madde algısını yani yaşamını oluşturur. Bu yüzden insanın kendi öz’ü ile bağlantıya geçmesinde bilinç altına verilen telkinler ve en önemlisi inanmak, emin olmak (iman) çok önemlidir. Bunun için mistik öğretilerde zikir, ritüel, ibadet önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar bir veriyi, bir bilgiyi bilinçaltına sağlıklı bir şekilde yerleştirme, tanımlama sürecini oluşturmaktadırlar. Bunlar bilinç altına atılan tohumlardır. Düşünce, inanç tohumları farkında olmadığımız bilinçaltı tarlasında uygun ortamı bulduğunda yeşerir, meyvesini verir ve üst bilinçte, Dünya(mız)da gerçeğimiz olarak açığa çıkar. *************************************** Holografik yapı (zerrede bütünün tamamının kodlu oluşu) gereği bilinçaltı tüm dilleri bilir. Mesele dil meselesi değil, kişiyi harekete geçiren o kelamın, sözün yüklü olduğu frekanstır. Bilinçaltında bu kelamların yüksek enerjileri (frekansları) tanınmakta ve bilinmektedir. Orijinalinde peygamber bilincinde en üst kapasitede, en üst derecedeki ilim ile şekil bularak kelimeler kabına girmiş olan bu yüksek enerji dolu söylemlerin tam kapasitede işlevini yerine getirebilmesi ancak orijinal hali ile alt bilinçte ilahi kelamı söyleyenin, boyutsallığından (holografik yapı gereği) deşifre edilerek üst bilince yansıması ile mümkün olabilmektedir. *************************************** Bilincin, algıyı ikilik(şirk) formatı üzerinden okuyup, değerlendirmesi neticesi kişinin dünya(sın)da zıt kavramlar açığa çıkar. Bu aynı zamanda kişinin dünyasındaki negatifin yani "şeytan"ın (vehim, vesvese, kin, nefret, korku, vb.) bilinir (yaratılmış) olmasıdır. İyiliğin zıttı olarak açığa çıkan şeytan, nefret, kıskançlık, korku, ayrılık damarlarından beslendiği için kişiyi “tek’lik” den uzaklaştırıp, kişinin kendisini bireysel, bağımsız bir beden olarak algılamasını sağlayarak kendi varlığını devam ettirmeye çalışır. Her negatif isim, pozitifi ile birleşince bizim içimizde ki, yeni bir yaratılış başlar. Bunu sistemi kullanmayı başarabilirsek, kavgalarımızı bitirebilir. Kıskançlığı, merhamete, zulmü hizmete dönüştürebiliriz. ************************************** Kıyamet ne zaman kopacak?.. Nasıl kopacak?.. Bu sorular binlerce yıldır, insanların en çok merak ettiği ve cevap aradığı konular olmuş, kutsal kitaplardan çeşitli manalar çıkarmak suretiyle, tarihler ve varsayımlar oluşturularak öngörülerde bulunulmuştur. İnsanın bu tarz sorulara tatminkâr bir cevap bulamamasının nedeni ise kendisini bir evrenin içinde, yaşadığını var sayması ve tüm sorulara bu bakış açısı içerisinde bir cevap arıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, hakikat bunun tam tersidir. Çünkü!.. İçinde bulunulan zamanın ilmine ve kapasitesine yönelik olarak mecazi bir masal dili ile anlatılmış olan kıssalar aslında “Evvelkilerin masalları değil, deşifre edildiğinde içinde gerçekleri barındıran, beynin geçtiği bilinç boyutlarıdır” Yani!. İnsanın Mehdisi de, Deccal ide, İsa’sı da, kendi özünde var olan ve keşf edilmeyi bekleyen bilinç boyutlarıdır. Bu demektir ki!.. İnsan, evrende değil, evren insanda yaşamaktadır ve yaşananlar her insanın kendi evrenine has oluşmakta ve şuurlu varlık olan bu insan algılamasını kestiğinde de “İnsan=Evren” kaybolmaktadır. ************************************** Göremediğimiz kadar küçük bir hücrenin içindeki “gen” de kişinin hakkındaki tüm bilgi yazılıdır. Saçındaki, gözündeki, kulağındaki her hücrenin ne için var olduğu, sonuçta ne olacağı, neyi meydana getireceği, tüm programı daha o var olmadan bellidir. Bundan dolayı her şey var oluş şekli ve programı ile Allah’a teslim olarak yaratılmıştır. Her şey ne için yaratılmışsa, o yaratılışın gayesi için gereğini yerine getirmektedir. Bu yüzden yaratılmış olan bütün varlıklar Allah’ın sistemine uygun olarak programları doğrultusunda fiilleri ortaya koymaktadırlar.Yalnız, tüm varlıklar teslimiyet, rıza içersin de programlarına tabi olarak yaşarlarken, insan, aklı, düşünceleri, niyetleri ile bir sonraki “an”ını oluşturan varlıktır. Çünkü, insan yer yüzünde rab (halife) olmak için yaratılmıştır. İnsan bu işlevini programı doğrultusunda, aklı ile ürettikleri ve düşünceleri ile ortaya koydukları oranda gerçekleştirir. Bu işlevi tetikleyen temel fonksiyon ise güçlü inanç “iman”dır. İman edip, inandığımız oranda duygu ve düşüncelerimiz güçlü dalgalar oluşturup, atom altı boyutunda benzer frekanstaki dalgaları kendine çeker ve bu dalgalar madde boyutunda, dünya(mız)da kabullendiğimiz gerçeğimiz olarak açığa çıkarlar. “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” - Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.- (Atom altı boyutundaki enerji parçacıkları olan "kuantlar/melikler" kişinin bilincinde oluşturduğu istek ve arzularını olumlu-olumsuz, yapıcı-yıkıcı, iyi-kötü hiçbir ayırım yapmaksızın, sorgulamaksızın hepsini bilincin "istek ve arzuları" olarak değerlendirip benzer dalgaları çekip kişinin dünya(sın)da fiilleri oluşturmak suretiyle tam ""itaatlerini - kulluklarını" yerine getirirler.) (Fatiha suresi/5) Güvenmeyen, inanmayan yani iman etmeyen düşüncenin gücüne yönelip bu gücü hayrına kullanamaz. Ondan mahrum olur, madde hapsinde tutsak, bilinçsiz, mutsuz bir hayat geçirir. ***************************************** Sanıldığı gibi okumuş, konusunda belirli bir kariyer yapmış kimse aydın değildir. Aydın, şahıslara (suretlere) takılı kalmadan, olayları bütünsellik üzerinden, tarafsız bir bakış açısı ile analiz edebilecek, analitik zekâ ve bilgi birikimine sahip, oluşabilecek olayları önceden sezebilme yeteneği ile yaşadığı topluma ışık olup onların yolunu aydınlatan, bunu düşünceleri ve davranışları ile ortaya koyan, insanlık evriminin üst düzeyine ulaşmış insan modelidir. Doğruların, kendisinin düşündüğü gibi olduğunu sanan, bu düşünceleri de etrafına kabul ettirmeye çalışan, bilmediklerinin de farkında olmadıkları için kendilerini aydın sananlar, sadece kendi hukukları, kuralları ile olayları değerlendirip dayatarak kendilerine katılım sağlamaya çalışırlar. Bu yüzdende hangi ideolojiyi, düşünceyi savunuyor olurlarsa olsunlar, kendileri kabullenmeseler de bu kimseler, kendi ideolojilerinin yobazları dırlar. ***************************************** Bugün kendisini Müslüman olarak tanımlayanların çok büyük çoğunluğu Hz. Muhammed'in(s.a.v.) hakikatinden perdelidirler. O yüzden İslam âlemi ve dolayısı ile insanlık perişan haldedir. Hz. Muhammedi (s.a.v.) görevini tamamlamış, ölmüş, bir peygamber olarak algıladıkları için onunla iletişimi koparmışlardır.Bunun sonucunda içinde yaşanılan çağın gereklerine uyum sağlayamamanın neticesi akıllarınca kendi anlayışlarından oluşan kendi rejimlerini Müslümanlık adı altında uygulamaktadırlar.Oysa, Kur’an “Allah ve melekler, Resulüne salat ve selam ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salât edin ve teslimiyet ile selâm verin!" (Ahzab, 33/56) demektedir.Burada Allah ve meleklerinin, ona salat ve selam ettikleri belirtilmekte, bu semavi şölene, ilahi cümbüşe müminler davet edilmektedir. Bu ölümlü olan bedeni yönünün haricinde bir de ölümsüz bir tarafın olduğunun açıkça göstergesidir.Çünkü ayette "salat ediniz" (yönelip, ilişki kurun) diye bugünü ve geleceği de kapsayan bir emir bulunmaktadır. Emir anlamında olunca Hz. Peygamber’in ölmediği, yaşamakta olduğu iması oluşmakta, O'na salat ederek onunla bir iletişim hattı kurulması istenmektedir. Çünkü, ancak oluşturulan bu hat ile her an ondan dünya üzerine yayılan “irşad dalgaları” alınıp, yaşanılan çağa uygun, gerçekçi bakış açıları ile Müslümanlık yaşanacak ve dünya yenileme ve barış içerisine sokulabilecektir. ************************************ Dünya hayatı, mananın karşıtı ile bilinip, algılanarak, yaratılmış hükmünde açığa çıkışıdır. Yani iyinin bilinebilir olması için kötünün, Rahmanın bilinebilir olması için şeytanın var olması gerekir. Bu ikilik olmassa yeryüzünde bilinirlik, dolayısı ile hayat olmaz. Bu yüzden yeryüzünde, kötülük, acı, sıkıntı, savaş, zulüm vardır. Bilinmezliği, bilinir. Görülmeyeni, görülür kılmak için görülenleri, görülmeyene ayna yapmak gerekir ki!.. Halik mahlûkla, bilinsin...“Ben (özde) gizli bir hazine (bilgi) idim. Bilinmek liğimi istedim alemi, bilmek liğimi istedim Ademi (algılayan bilinci) yarattım" (Hadis-i kudsi) Yani, yaratma, yaratılma denen şeyin aslı, var olan özdeki manaların algılanarak, zıtları ile bilinebilir olmasından başka bir şey değildir. Bilinir olan, bu suretle, yaratılmış olarak açığa çıkarak, perdede belirir. Dünya ve ahiret yaşamında huzur bulabilmek için huzursuzluk oluşturan negatif manalardan bilinci arındırarak öncelikle "şirk"(ikilik) den yani zıtlıktan kurtulmak gerekir. Allah’ı hal edinene göre şeytan yoktur. “Ben şeytanımı Müslüman ettim” (Hz. Muhammed s.a.v)Terkipsel fıtratımızda var olan her negatif isim, pozitifi ile birleşince bizim içimizde ki, yeni bir yaratılış başlar. Bunu başarabilirsek, kavgalarımızı bitirebilir. Kıskançlığı, merhamete, zulmü,hizmete dönüştürebiliriz. Bunu başarabilmek ise insanın yaşam içeresindeki farkındalığı ile oluşan tekâmülü ile doğru orantılı bir durumdur. *********************************** Varlığı Tek, kaderi tek görmedikçe, gerçeğe eremeyiz. Her şeyi çokladığımız gibi, kaderide çoklarsak, işi senin, benim, onun kaderine dönüştürürsek işleyen sistemi anlayamaz, dolayısı ile kullanamayız. Sonuçta ahlaya, vahlaya sonsuza kadar bir kısır döngüde yaşar gideriz. **********************************
Tefekkür, önemlidir. Tahlil yapar, böler, ayırır, analiz eder. Fakat tefekkürün üst seviyesinde toplayıp, birlemek yani "Tevhid" vardır. Önemli olan tefekkür ile varılan kavrayış neticesinde tevhide varmaktır. Tevhide ulaşanın kavgası biter. Çünkü kavga edecek ikinci bir varlık kalmamıştır.
**************************************
İnsanda güzellik iç ve dış güzellik olmak üzere iki türlüdür. İnsanlar devamlı zaman ile sınırlı dış güzellikleri gördüklerinden yaşa takılırlar, sıkıntı yaşarlar, depresyona girerler. İç güzellik ise zaman ve mekan sınırlamasına girmeden insanın kendi yazdığı kitaptadır. O kitaba ne yazdıysan ilelebet aynı senaryonun değişik versiyonlarını çevirir, çevirir okursun. Onun için kitaba güzel şeyler yazmak gerekir.
Din, insan(akıllı varlık) için vardır. İlahi yasalardan oluşmaktadır. Bu ilahi yasaları uygulayabilen, beşeriyetini oluşturan terkipsel sınırları aşarak özünde var olan esmaları cem edebildiği oranda, içinde yaşadığı sistem ve düzenin farkındalığını hissederek, yaşar. Yani, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanır. ************************************
Yaşadığımız Evrende tâbi olduğumuz yasalar Kur’ân-ı Kerîm’de “Sünnetullâh” olarak isimlendirilmiştir. Bu yasalara ne kadar uyum sağlarsak, içinde yaşadığımız evrensel sistemi o derece doğru kullanmış oluruz ve o oranda olumlu çıktılar alarak yaşamımızı sürdürürüz. Din denilen şey Allah’ın oluşturduğu evrensel yasalara nasıl uyumlu olmanın anlatıldığı bilgi ve ibadet denilen çalışmaların ortak adıdır. Teorik olarak Kur’an(mushaf), pratik olarak da Hz.Muhammed s.a.v (canlı Kur'an) in hadis ve yaşamı ile sünetullah’ın (Allah sisteminin) nasıl kullanılması gerektiği, ne yapılması gerektiği, açıkca tüm insanlığa anlatılmaktadır.
************************************* Farkında olmasak da, zihnimizden geçen her düşünce, her niyet (dualar- beddualar) zaman dilimlerini (geçmiş - geleceği) otomatikman etkileyerek dünyamızı dolayısı ile yaşadıklarımızı oluşturmaktadır.. “Ameller niyetlere göredir; Herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur.“ Hz. Muhammed(s.a.v) Çünkü, an içinde yapılan herhangi bir bilgilendirme (niyet, düşünce, vb.) holografik yapı (her zerrede, bütünün kodlu oluşu) nedeni ile diğer dilimlerinde otomatikman birbirlerine bağlanmasını sağlar. Bu da parçalanmamış geçmiş ve geleceğin (bütünsel liğin) aynı an da var olduğu zamansızlık içerisinde, bir sonraki an da yaşanacakların “yazılması” demektir. Yani, zamansızlık içerisinde bütünün yüklendiği bilgi (niyet, düşünce) bir sonraki an da “gelecek” de açığa çıkacak fiili oluşturur. Bu suretle insan yaptığı algılama (niyet, düşünceler) ile bir sonraki “an” daki yaşayacaklarını fark etmeden otomatikman kendisi oluşturmuş, özde "yazmış" olur. *******************************************
Tüm dinlerdeki ritüellerde belirli gün ve saatlerde belirli sayılarda bir sistem dahilinde yapılan tekrarlar vardır. Çünkü, düşünce, dua ve niyetler madde aleminde bir kerede çıkmaz ortaya. Mananın madde aleminde oluşması ancak belirli tekrarlardan sonra olur. Bir manayı tekrarlamak, o manayı açığa çıkartmada etkilidir.
Belirli bir sistem dahilinde yapılan tekrarlarla kuvve (düşünce, niyet) fiile dönüşür. Bunun için yaptığımız ibadetlerde, namaz, dua ve zikirlerde belirli sayıda tekrarlar vardır. Burada yapılan tekrarlar rastgele değildir, hepsinin kendi içerisinde sistematik bir hesabı vardır. Bilinçsizce, gelişigüzel yapılan tekrarlar sonuç getirmez. Sistem içerisinde (belirli gün, saat ve sayıda) yapılmayan tekrarlar bir daire içerisinde hareket ederek hep aynı çıkış noktasına kişiyi getirir ve dolayısı ile sonuca ulaşmaz.
Sistem içerisinde yapılan tekrarlar ise yine dairesel bir döngü oluşturur fakat bu dönüş spiral bir ilerlemedir. Dönüp aynı yere geldiğinizi zannedersiniz ama aslında farkında olmadan aynı çizginin bir üst halkasına ulaşmışsınızdır.
******************************************
Kutsal kitaplarda ayetlerle ifade edilenler sembolden ibarettir. Ayet hakikatin kendisi demek değildir. Ayetin Arapçadaki anlamı işaret, sembol demektir. Yani “ayet” hakikati, amacı işaret eden, yol gösteren araçtır.
Bu sembolleri (ayetleri) algılayıp, deşifre edecek veri tabanına sahip olmayanlar, bu yolda kendilerini geliştirmemiş olanlar, aracı, amaç zannederek girdikleri yanlış yolda çelişkiler içerisinde nefislerine ve çevrelerine zulüm ederek , sıkıntı içerisinde yaşarlar.
********************************** Birbirlerinden çok farklı ve uzak olmalarına rağmen her toplumda kıssalara bürünerek anlatılan hakikat dolu hikayeler adeta birbirinin benzeridir. Baktığımızda Adem’de, İsa’da, Musa’da bunları söylemişti, bu olayları yaşamıştı deriz. Bunun sebebi geçilen bilinç boyutlarının aynı olmasıdır. (Üçler, yediler, kırklar, vb. gibi aynı şeyleri algılarlar ve yaşarlar) Geçilen bilinç boyutları aynı olduğundan bu boyutların hikayeleride her millete benzer kelimelerle tasvir edilmiştir. Bu yüzden geçmişte bir çok Adem, İsa, Nuh gibi bilinçler farklı isimlerle, peygamber, veli, aziz ve vb. kimliklerle yaşamış ve geçtikleri bilinç boyutundan aldıkları hakikat bilgilerini içinde bulundukları toplumun yapısına uygun kelimelerle ifade ederek onları bilgilendirmişler ve uyarmışlardır.
*************************************
Ölmüş insana, okunan duaların fayda sağlaması, duadaki bilgilerin değerlendirilebilmesi için o kişinin biyolojik beden ile yaşarken bunların frekans dalgalarını deşifre edebilecek, bilgi(data) ile bilincini yüklemiş olması gerekir.
**************************************
Bir olanın iki görüldüğü bu alemde insan, kendi hayalinden ibarettir. Aslını göremediği için gördüğü hayalini hakikat zannetmektedir. İnsan ne zaman işin aslını fark eder, bunun bir hayal olduğu bilinci ile yokluğunu fark eder ve kendisini bu hayal perdesi ile kayıtlamaktan vaz geçerse o zaman Allah ortaya çıkar ve komutayı tamamen alır. Kün feyekün (Ol deyince olur) Ne gerek var aslında bunca söze anlayana Yunus'un dediği gibi "Kaldır beni aradan, ortaya çıksın Yaradan" Tabii ki!.. Bunlar, kafa gözü ile değil, basiret sahibi, bilinçli, bir şuurla fark edilecek hakikatlerdir.
**************************************
"Aşk" kişinin kendisinde hissettiği eksikliği tamamlayacak şeye karşı oluşan çekim gücünün adıdır. Bu eksikliğin gerekliliğini bilinç altı ne derece fazla hissediyorsa çekimin gücü(aşk) da o derece güçlü olmaktadır. Kendini bu çekim gücünün girdabına kaptıran Mecnun ya aradığı Leyla'sına kavuşup onda tamam olup, iki iken "bir" olur. Ya da bu yolda yarım akıl ile kaybolup alemde meczup olur.
******************************
Aşık, tüm yaşamı boyunca, özdeki sırrın peşindedir. Bulduğu anda da o sır içinde yok olup, hiçliğini yaşamaya başlar. ************* Evrende her şey frekans dalga okyanusudur. Yaşadığımız ortamda farkında olmasak da bu frekans dalgaları ile iç içe yaşamaktayız . Bunları dünyamıza taşıyabilmemiz için televizyon örneğinde olduğu gibi dalgaları algılayıp, dönüştürerek, madde görüntüsü oluşturan cihazlar(televizyon) kullanmamız gerekir.
Aslında frekans dalgaları her kese aynı şekilde gitmesine rağmen algılayıcısı siyah, beyez olan renksiz, renkli olan renkli, hd olan ise o kalitede canlı, mükemmel görüntü alır. İnsan beynide bir frekans algılayıp, dönüştürücü cihazdır. Beyin yolu ile evrendeki frekans dalgalarını, dünyamıza, madde aleme taşırız. Beynimizi ne oranda geliştirmişsek aldığımız yayın o derece renkli, canlı ve mükemmel olur. Yani herkes aynı frekans dalga okyanusu içerisinde bulunmaktadır. Herkese aynı yayın (rızk) gelmektedir. Farkı oluşturan o dalgayı dönüştüren algılayıcı yani insanın kendisidir.
************************* Ölüm korkusu, ölünce ne olacağını bilememekten kaynaklanır. Aslında, hakikatte ne doğmak vardır, ne de ölmek...Hayat daimidir, sonsuzdur. Ölmek ve doğmak, sahip olunan mananın giyinmesi(bedene girmesi) ve soyunmasından(bedenden kurtulmasından) ibarettir. Her iki durumda da var olan sadece manadır. Bir insanın manasının ne olduğu ise bu dünyada sözlerinden anlaşılır. Çünkü söz mananın elbise giymiş şeklidir.
*******************************
İnsanın gözünü açtığı dünyasındaki bedensel, benlik hipnozu, perde oluşturup kendi hakikatini örtüp, unutturmuş, aslını hatırlamaz bir durum oluşturduğu için bilincin farkındalığı için “zikir” (hatırlatıcı) gerekmektedir.
Zikir, insana hakikatini hatırlatıp, bilinci uyandırmak içindir. Zikir’in manası hatırlama, farkında olma, unutmama anlamındadır. Zikir kalben, ruhen, nefsen Allah ile irtibat kurarak, aslını hatırlayarak gerçeğe uyanmak demektir.
Sadece dil ile değil kalp ile gönül ile de (her an Allah hakikatinin farkında olmak sureti ile) zikir de bulunarak bilinci diri ve uyanık tutmak gerekir.
**********************************
Allah zorlayıp, hükmeden bir ”İlah ve Tanrı” değildir. İlah ve Tanrı kendi varlığı dışında olan varlıkları zorlar, onlara hükmeder. Kendisinden başka ikinci bir varlık olmadığı için Allah'ın hükmedeceği kimsede yoktur. Yani, Allah zorlamaz, hükmetmez. O sadece, OL der. OL ur.
**************************
Allah, mevcudatı doğurma, yoktan var etme, şeklinde değil, ilminde zaten var olanı algılama ile var sandırma şeklinde, açığa çıkarmak sureti ile yaratıp, görünür kılmaktadır.
*************************
"Tövbe" Allah'a dönüp, Allah'la var olduğunun idraki ile, geçmişi geride bırakarak, yeni bir an ile gelecekteki anını oluşturmaktır.
************************
Vehim ve vesvesenin vazifesi insanı tedirgin edip, korkutarak, huzurdan uzaklaştırmaktır. Aslında vehim insanın içindeki olumsuzluklara giydirdiği surettir. Evhamlı, vehimli olanlar bu yüzden devamlı korku ve endişe içerisinde yaşarlar. Vehimden kurtulmanın çaresi ise Allah ve sistemini fark edip, ona teslimiyet içerisinde yaşayabilmektedir.
***************************
Bilincin yataydan, dikeye yükselişteki (mirac) aracı "salat" bu aracın yakıtı, benzini ise " tefekkür"dür. Araçsız veya sadece araca yakıt koymadan aracın içinde oturmak ile kendimizi kandırırız, yol alamayız, sadece olduğumuz yerde sabit kalırız.
**************************
Günümüz insanın en büyük problemi ve yaşadığı sıkıntıların sebebi, bütünsel (holistik) bir algılama sistemine sahip bir beyin yapısı ile holografik bir evrende yaşamasına rağmen, bunun farkındalığından uzak kalıp, neyi nasıl yapacağını bilmediği için yaşama bakışını, değerlendirmesini ve felsefesini sadece bir parça olan madde üzerine yoğunlaştırıp gündelik bilinç hallerinde takılı kalmasından kaynaklanmaktadır. Bilinci, maddeye dönük algılama oluşturan gündelik bilinç hallerinden, bütünsel, holistik yüksek frekanslı üst bilinç hallerine çıkarabilmenin reçetesi ise ilahi mesajlarda “ibadet” adı altındaki çalışmalar olarak verilmiştir. "İbadet" Hz. Muhammed’in(sav) tabiri ile de Allah’ı "Birlemek ve bilmektir. **************
Dış görünüşünde insan gibi halkla yaşa ama içinden Allah gibi (tek varlık bilinci ile görüp, algılayarak) düşünmeye çalış.. Varlığı her şekle bürünebilen yapıya sahip tek bir vücut olarak gör. Gördüğünde önce Allah’ı sonra büründüğü şeyi gör ve bunun farkında ol ki!.. Sürekli Allah’la olasın...
************************
Alim ile Arif (kamil) insan arasındaki fark, alimin bilmesine, ilmel yakin mertebesinde olmasına karşılık, arifin görebilmesi yani ayn el yakin mertebesinde bulunup, olaya şahit olmasındadır. Bildiğini zanneden yanılabilir. Gören, şahit olan, şehadet eden ise olayın aslına vakıf olmuştur. Bu yüzden, eğer kişi "Arif" ise şahit olup hakikati görebilmesi, şehadet etmesi mümkün olur. Şehadet eden, yani hakikati gören, algılayan şehit (şahit) olmuştur. Nasıl mı?.. Kendisi yok olarak. "Sen çıkarsan aradan, kalır sadece Yaradan" Onun makamıda huzurdur, cennettir. *******************************
“Namaz” belirli periyotlarla (beş vakit) aralar vererek, günde birkaç defa geçmişin keşkeleri ve geleceğin kaygılarından uzak, konsantrasyon ve disiplin pratiği ile zihni “şimdi”de tutarak, pozitif yüklenme çalışmasıdır.
Çünkü, zihin disiplinden uzaklaşıp, bedene eşlik etmediğinde, günlük dünya düşüncelerine dalıp, giyeceği elbiseyi, akşama yapacağı yemeği, çocuğunun okul masraflarını, vb. şeyleri düşünmeye başlar. Bu da kişiyi o an sahip olduğu onu mutlu edecek değerlerin farkında olmasından, şimdinin güzelliklerinden uzaklaştırıp geçmişin takıntılarına yada geleceğin kaygılarına götürüp ,huzursuz ve mutsuz eder. Bu yüzden “namaz” bir taraftan bedensel disiplini sağlarken, diğer taraftan bilinci aydınlatıcı ayet manalarının tekrarlanması ile de zihni “şimdi” de tutarak, insanın tüm yaşamına bedenen ve ruhen şekil veren çok önemli bir çalışmadır. Bu çalışmayı hakkını vererek uygulayan bir müddet sonra getirilerini tüm yaşamında otomatikman hissetmeye başlar. Zihin, ulaştığı disiplinle, sahip olduğu değerlerin farkında olarak (şükür) ile ne geçmişin keşkelerine, nede geleceğin kaygı ve beklentilerine takılmadan “an” da yaşamını sürdürür. Gülün kokusu, yediğinin tadı, duyduğu her şeyin anlamı derinleşir. İçinde bulunduğu değerlerin farkındalığı ile evrendeki her birime sevgi ve aşkla bakar. Gören, duyan, koklayan, evrenle bir olup, her an huzurda ve tam olmanın hazzını duyar. Mutlu olur. Yani “namaz” ötedeki bir tanrıya zahmet ve külfet ile yapılan bir tapınma ritüeli değildir. Kıymetini bilen için Allah’ın kullarına bir lütfu olan, gerçek bir “farkındalık ve aydınlanma” çalışmasının en gelişmiş, en son modelidir. Fark edip de, değerlendirebilene!..
********************************
Allah, kainat adı altında işleyen sistemin (sünetullah'ın) tamamını, çokluk boyutunda (dünyada) kendini en iyi bilebildiği, bulabildiği rasul boyutundan “Muhammed” adı altında bize duyurmaktadır. Rasul dünyada Allah ilminin surete bürünmüş halidir. Allaha aynadır ve Allah ancak o görüntü vasıtası ile kainat da görülebilir. Yani Hz. Muhammed(sav) canlı Kur'andır. Mushaf'ın(Kur'anın) ifade ettiği gerçekleri, evrensel sistem ile uyum sağlayabilmek için yapılması gereken çalışmaları, Hz. Muhammed(sav) yaşamı ile pratikte detaylandırmak sureti ile insanlığa açıklamaktadır. Bu çalışmalarda “Farz” olan ibadetler herkes için kesinlikle yapılması gereken,olmazsa olmaz uygulamalardır. Diğerleri ise idrak edilip,belirli olgunluğa eriştikçe, hazım ettikçe, zevk ve tad alınmaya başladıkça zaten insanın kendisinin yapmayı isteyeceği çalışmalardır. Belirli bir gelişim sürecini tamamlamamış bir bebeğe, biftek, pirzola yediremezsiniz, çok faydalı diye bunları verirseniz onu öldürürsünüz. Ona, onun hayatta kalması için gerekli olan belirli miktarda sulu gıda vererek yaşamını devam ettirmesini sağlarsınız. İbadet denilen çalışmalarda böyledir, hazmede bilinecek seviyeye geldikçe, arzu ve talep gelecektir. Onun için bazı konuları abartmadan, fakat gerekli olanıda aksatmadan, istikrarla uygulamak gereklidir. "Allah'ın en çok sevdiği amel, az da olsa sürekli ve devamlı olanıdır." - “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın” Hz.Muhammed(sav)
*******************************
Allah'ın gerçek güç ve muktedir olduğunun idraki ile oluşmakta olan her şeyin olması gereken en mükemmel bir şekilde oluşmakta olduğunu fark etmiş olmanın huzuru ile varlığını sürdürebilmenin adıdır. Allah’a teslimiyet...
Varlığın tek olduğunu idrak eden bilinçte, teslimiyet vardır. İrade tekdir. O da, Tek'in, Allah'ın iradesidir. Teslimiyetin(bir) olmadığı yerde, alternatif seçenekler (çok) oluşur. Seçimini yaparsın, onunda sonucuna katlanırsın.
*********************************
Toplumsal hipnozla girilen uyku devam etse de, toplumların içlerinden bir kısmı, Allah’ın lütfü ile (Biiznillah) uyanmaktadır. Bu uyanmış, gerçek aydın insanın, içinde bulunduğu topluma lider olup, toplumsal bilinçaltına yönelik o güne kadar uygulanmış, kötü hipnozu bozarak, yerine huzur ve umut dolu iyi bir hipnozu tesis etmesi gerekir. Bu kirlenen toplumsal zihni temizlemek anlamında bir liderin ve bir aydının Allah nezdinde ki büyük sorumluluğudur.
********************************
İnsanın kendini bilmeye başladıktan sonra edindiği şartlanmalar, çevrenin etkileri veri tabanının bozulma nedenidir. Doğduğu andaki şartlanmalarının oluşmadığı veri tabanın kirlenmediği hal insan için en saf, en temiz en uygun veri tabanıdır.Bu hal “ÜMMİ” (anasından doğduğu gibi, saf, temiz, katışıksız, bozulmamış) olarak ifade edilir. Ancak böyle bozulmamış, mükemmel bir veri tabanına sahip olan kimse vahiy veya ilham kaynağı ile özünden aldığı bilgileri en iyi şekilde hiç bir etki altında kalmadan en saf, en temiz hali ile değerlendirerek insanlığa sunabilir. Fakat Kur’an’da, Hz. Muhammed(sav) için kullanılmış olan bu sözcüğün anlamı bazı çevrelerce “anasından doğduğu gibi bilgisiz, okuma, yazma bilmez, cahil” şeklinde ifade edilerek İslam dini ve Hz. Muhammed(sav) insanlara yanlış tanıtılmıştır. Hz. Muhammed (sav) bir hadisinde "Her doğan, İslam fıtratı (Allah’a teslim olmanın huzuru) üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.Yoldan çıkarır." diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Dünya yaşamında da bunun farkındalığına ulaşabilen kendi bilincini bilgi kirliliklerinden, şartlandırmalardan arındırarak özüne dönme “ümmi”(annesinden doğduğu gibi temiz, bozulmamış bir bilince sahip) olabilme yolunda çaba sarf eder. Peygamberler ve veliler "Biz size yeni bir şey getirmiyoruz, bütün çabamız sizin üzerinize yapışmış şartlandırmalardan, kirliliklerden sizi kurtarmak içindir." şeklindeki ifadelerle bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.
************************************
Allah'ın gerçek güç ve muktedir olduğunun idraki ile oluşmakta olan her şeyin olması gereken en mükemmel bir şekilde oluşmakta olduğunu fark etmiş olmanın huzuru ile varlığını sürdürebilmenin adıdır. Allah’a teslimiyet..
Varlığın tek olduğunu idrak eden bilinçte, teslimiyet vardır. İrade tekdir. O da, Tek'in, Allah'ın iradesidir. Teslimiyetin(bir) olmadığı yerde, alternatif seçenekler (çok) oluşur. Seçimini yaparsın, onunda sonucuna katlanırsın.
**********************************
Allah yarattığı her mahlukun içine kendi mürşidini de koymuştur..
Sizler, sakın kimseye “mürşid” olmaya kalkmayın!..Yapabiliyorsanız, her insanın içindeki mevcut mürşidine ulaştıracak bilgiyi ona sadece teklif edin!. (Hacı Ahmed Kayhan Dede) ***********************************
Cehennem insanların azap duydukları ortam ve çevre şartlarıdır. İnsan bilincinde, kendisini bir bedensel yapı kabullendiği ve bu yapıyı sahiplendiği sürece ruhen ve bedenen cehennemini her şekilde yaşayacaktır.
Bu durumu inkar etmek, Allah’ı inkar etmek demektir. Çünkü Kur’an bunu açıkça bir çok ayet ile ifade etmektedir. Cennete gidende cehenneme uğradıktan, arınmasını tamamladıktan sonra cennete gidecektir. Önemli olan, geçiş sürecini kısalta bilmektir. Bunun içinde, yapılması gereken “Hiç” olduğunun farkına varabilmektir. Çünkü “hiç” olanın yanacak bir bedeni de yoktur.
*************************************
Önemli olan tekliği bilinçsel olarak idrak ettikten sonra çokluk aleminin hakkını vererek yaşayabilmektir. Bu durum iki alemi birleme, cem etme(cem ül cem) halidir. Sahv (ayıklık, uyanıklık, kendine gelmedir), Beka makamıdır. İnsanı kamilin yaşamıdır.************************************* Ulaşılan bilgi ve ilmin yaşama geçirilip, sürdürülebilir olması için, Allah ile bağlantının sürekli devamı için, kişinin benliğinden kurtulup, negatif(-) "La" hale gelmesi gerekir. Nasıl, iki pozitif(+) kutup arasından elektrik akımı tamamlanmaz ve ampul yanmazsa, ben diyen, varım, bilirim diyen iki pozitif varlıkta da devre tamamlanıp ampul yanmaz. Öncelikle kişinin hiçliğini idrak edip ”La”ya ulaşması gerekir. “La” negatifliğin(-) hiçliğin, yokluğunun ifadesidir. Kişi "La"ya ulaşıp, hiçliğini idrak edip, kabullenir, negatif(-) olursa, gerçek var olana (+)“İLLA”ya ulaşır. Yani devre tamamlanır ve akım sürekli geçmeye başlar, ampul yanar. Dolayısı ile ilim yaşanır.
***************************************
Huzurda olmak, görüp, şahadet etmek (şahit olmak, şükürde olmak) ilgili bir keyfiyettir. Huzurda olmak için görmek “Şahadet” etmek gerekir. Huzur, görülen, şahit olunanın yani, hazırda olanın karşısında durmaktır. Eğer, hazırda olanda imdada yetişirse, adı “HIZIR” olur.
**************************
İnsan kime, neye bakarsa baksın, gördüğü kendisidir. Karşısında gördüğü aksi, huysuz, çarpık, çurpuksa, o aksilik, huysuzluk, çarpıklık, çurpukluk aynaya(iç dekinin, dışa) yansıyan kendi görüntüsüdür. Önemli olan insanın kendisidir. Kendisini düzeltenin görüntüsü de düzelir ve böylece aynadaki aksilikler, çarpıklıklar kaybolur. Zira görülen suret, kopyadır, hakikat ise o suretin içindekidir.
*********************
Geçmiş bir zamanda doğup da, gelecek bir zamanda öleceğini“veri tabanına” kodlayan bilincini sınırlayan insan için “ölüm” vardır. Geçmiş ve geleceği olmayan an da yaşayan Tek’in indindeki sistem ve düzeni fark edip, teslimiyeti (İslamı) özünde yaşayan insan için ise madde bedeninde yaşam diye seyrettiğinin adıdır.“Ölüm”… ****************************** Varlık tekdir. Hz. Muhammed tek olan varlığın dünya alemindeki en mükemmel yansımasıdır. Yani Allah'dan ayrı değildir. "Kim Rasûle itaat ederse, gerçekte Allâh'a itaat etmiş olur! Kim de yüz çevirirse (kendi bilir); (seni) başlarına (bekçi) koruyucu olarak irsâl etmedik."(Nisa suresi/80) *****************************
Dış görünüşünde insan gibi halkla yaşa ama içinden Allah gibi (tek varlık bilinci ile görüp, algılayarak) düşünmeye çalış.. Varlığı her şekle bürünebilen yapıya sahip tek bir vücut olarak gör. Gördüğünde önce Allah’ı sonra büründüğü şeyi gör ve bunun farkında ol ki!.. Sürekli Allah’la olasın...
****************************
Biz, noktayı (bir olanı), çokluk aleminde farklı algılar, farklı görürüz ama hakikat “bir” dir. “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” Hz. Âli (ra) Bu sözün manasına eremeyen, hakikati idrak edemez. Şeytan gibi ilmen bilsede, vehimde, acaba da, şüphede devamlı takılı kalıp, iman edemediği (emin olamadığı) için irfan olup, gerçeği görüp, anlayamaz. Şeytan makamına düşer. Şeytanda bu gerçeği ilmen, teorik olarak bilmesine rağmen, arif olup, pratiğe geçirip, yaşayamadığından, Adem’e secde etmemiş, Huzurdan kovulmuştur.
Bu hakikati tefekkür edip, anlayıp, idrak edenin bilincinde ise “Kaldır kendini aradan, çıksın ortaya Yaradan” misali gerçek fail ortaya çıkar ve “Attığın zaman sen atmadın, atan Allah’tı”(Enfal Suresi /17) ayeti tecelli eder. Bu şuura eren “İnsan-ı Kamil” olarak, Allah’ın yeryüzünde halifesi olma durumuna bürünür. (İnsan-ı Kamil, kendisindeki Allah’ın zatını aşikar edip, kendi özünde var olan “HAKİKAT-İ MUHAMMEDİ” boyutunu ortaya çıkararak, yaşayandır.)
*******************************
Bedende, erkek aklı, kadın nefsi temsil eder. Yani akla hakim olan kişi erkek, nefse hakim olan kişi dişidir. Her insanın içinde hem erkeklik, hem de dişilik vardır. Yani hem akıl, hem de nefs vardır. Nefsini aklının da yardımıyla yenebilen kişi, erkeklik ve kadınlıktan sıyrılıp er(eren) kişi olur. Aslında, nefis insanın kendisidir. (nefsini bilen, kendini bilir) İnsanın tekamülüde nefis ile olur. Nefs tekamül ettiği zaman kadınlığın en üst mertebesi olan “Meryem makamına” ulaşır. Yalnız bunun içinde nefsin susmayı bilmesi gerekir. (Sustuğun hiç bir sözden konuştuğun, kadar pişman olmazsın. “Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer beşerden birini görürsen; 'Ben Rahman için bir oruç(susmak) adadım; artık bugün kimseyle konuşmayacağım (susacağım) de!" (Meryem suresi/26)
******************************
Her şey dışarıdan müdahale olmadığı sürece vücuttaki bir organda(böbreğin, midenin, karaciğerin, vb.) olduğu gibi ne yapacağını çok iyi biliyor ve mükemmel bir şekilde görevini yerine getiriyor. Problem teslimiyetten uzaklaşıp, aksini düşünmeye başladığınızda, ya olmazsa dediğiniz, ikiliğe(şirk) düştüğünüz noktada başlıyor.
******************************
İnsanın sırlarını tam olarak çözemediği “beyin” vasıtası ile değişik dalga boylarında titreşimler üretir. Bu yüzden yaşadığımız her türlü duygunun ve ruh halinin beynimizde titreşimsel bir karşılığı bulunur.
İnsan gündelik bilinç hallerinde, madde alemdeki (üst beyin) algılamalarında "alfa frekansı" ile konuşarak yüzeysel iletişim kurarken, bilincini yüksek frekanslı mana alemlerinde bulduğu alt beyinde ise gözleri vasıtası ile "delta frekansı" ile daha derin ve etkileyici ilişkiler kurar.
İnsan beyninin yaymış olduğu, belirli frekanstaki bu dalgaların titreşimleri ile ruhsal enerjisinide (mutlu, mutsuz, sıkıntılı, stresli, huzurlu) oluşturup, yaşam kalitesini otomatikman belirlerken aynı zamanda beyninde oluşturduğu bu titreşimlerle “dua” mekanizmasını da farkında olmadan çalıştırarak bir şeyleri kendisine çeker veya iter.*********************** Kur’an da ve diğer kutsal kaynaklardaki söylemleri mekansal anlamamak gerekir. İfade edilenleri belirli bir bölge ve zaman ile mekansallaştırdığımızda sınırlamış oluruz. Oysa ki! Bu kaynaklar geçmişi ve geleceği kapsamakta, tüm anlara hitap etmektedir. Buradaki gece kavramıda mecazi bir anlatımdır. Gece ifadesi insanın somut algılanamayan karanlıkda kalan özüne (ruhani, gayb) yönüne işaret etmektedir. İnsan bilincini benliksiz olarak an da bulup, hiçliğini fark ettiğinde, nefsini bilir. Nefsini bilen Rabbini bilir ve Kadrini yaşar. Bu da kişinin özüne (gecenin karanlığına) yönelişinin tefekkürü neticesinde gerçekleşir. ***************** Maalesef bu devirde tohumun genetiği ile oynandığı gibi insan’ın bilinç altındaki düşünce ve inanç tohumları ile de fark ettirilmeden oynanmakta, bilinç altına çeşitli yollarla gizli format atılarak adeta toplumlar hipnoz edilmekte, bunun sonucunda gelen verileri sağlıklı değerlendiremeyen olumlu’yu olumsuz, kötü olanı iyi olarak algılayan, kendi hakikatine, kendi özüne yabancılaşmış, bilinçaltlarını ele geçirenlerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda düşünen, karar veren ve hareket eden “robot toplumlar” oluşturulmaktadır. Bir toplumun bilinçaltını işgal ederseniz o toplumun bireyleri artık, size hizmet etmeye hazır robot’lardır. ***************** Namaz ikilikte kılınır. Yani siz namaz ibadetini yerine getirirken ben ve Allah bilinci ile namaz kılıyorsanız, bu bir hukuk, düzen(şeriat) gerektirir. Kimse etrafınızda olmasa bile Allah sizi görüyordur. Onun için örtünüp, tesettüre girilirerek, yöneldiğine saygı gösterilerek bilinçsel konsantrasyon sağlanmış olur. Bu şeriat ehlinin namazıdır.
Ne zamanki bilinçsel olarak benlik tamamen yok olup, fenafillah(Allah'da yok olma) mertebesine ulaşılır. "Hz.Muhammed(sav)in miraçta ulaştığı "Dur Rabbin Namazdadır" yaşanır. Yani "hiç" olunur. Hiç olanında örtüye, zamana, mekana ihtiyacı kalmaz. Bu daimi namazda olan hakikat ehlinin namazıdır. Onların her anı namazdır.
****************
Zaman zaman aynı dinin mensupları aynı kaynakları kullanmalarına rağmen bir birlerinden çok farklı, birbirlerine tamamen zıt davranışlarda bulunup, ayetleri, hadisleri, evliyaullahın uygulamalarını(hadis, tesettür, astroloji, ölüm ötesi, vb) farklı şekilde algılayıp, değerlendirip, birbirlerini kafir olmak ile suçlarlar. Tarih bir çok böyle örneklerden oluşan katliamlar ile doludur. Bunun sebebi alt bilinç boyutunda(şeriat) olanların, üst boyuttan(hakikat) dini algılayıp, yaşayan kimseleri anlayamamalarından kaynaklanmaktadır.
Çünkü, bir insanın bilinci o kitabı yazanın algılama seviyesine gelmeden o kitaptan tam olarak istifade edemez. Sadece o kaynaktan kendi veri tabanının sahip olduğu kapasite oranındakini algılayabilir. Din, dolayısı ile Kur’an ayetleri katlı bilinç yapısından oluşurlar. Kişinin sahip olduğu bilinç yapısına göre anlaşıla bilip, algılanırlar. Bu yapılar Şeriat (kurallar) – Tarikat (yol) – Hakikat – Marifet mertebeleridir. Kişi veri tabanı itibari ile hangi bilinç boyutunda ise ifade edilenleri o bilinç yapısı ile anlayıp, değerlendirir. Mesela, şeriatta "kısas" (aynıyla karşılık vermek) helaldir. Fakat bilinçsel olarak bir üst katmana geçildiğinde yani tarikatta “kısas” haramdır. Tarikatta mubah olanda, daha derine inene yani hakikat mertebesine ulaşana haramdır. (mezhep ayrılığı, bir olanı çok görmek, vb.) Şeriat, düzeni sağlamaya dönük, katı kurallar ile sınırlanmış, kabuğu oluşturan emredici kurallar mertebesi olduğu için dışsal olan ilk düzeyi belirler. Büyük çoğunluk bu ilk bilinç düzeyindedir. Bu yüzdende İslam dini “sistemin” son versiyonu olmasına rağmen algılama düzeyinin en alt mertebeden değerlendirilmesi nedeni ile gerektiği gibi anlaşılamadığından hak etmediği yerdedir.
*****************
Tövbe, Allah'a dönmektir. Allah'la var olduğunu bilmektir.
********************
Zaman ve mekanda benliği ile var olduğunu zanneden Allah için belirli zaman dilimlerinde abdest alır, namazını kılar. Zaman kavramı olmayan için ise içinde bulunduğu an vardır. Yani, Kabe'deki insana namaz kılarken kıbleye döndünmü diye, suyun içindekine abdest aldınmı diye sorulmaz.************************* "Hakikat", tüm mevcudatın özünde saklı olan, zahirin ardında, öz’de işlemekte olan örtülü bilgiden oluşan sistem gerçeğidir.. Sırat-ı müstakimdir.(dosdoğru, pürüzsüz yoldur) *******************************
"Hak" kavramı ile ifade edilen, Allah'ın isim ve sıfatlarının ortaya çıktığı zatının, bu alemdeki tecellisidir. Yani peygamberin hakikatidir. "Hakikati Muhammedi"dir. Buna göre, varlıktaki her şey Hak, görülen her şey ise halk'dır. Allah'ın "Hak" isminde, kullardan aşikar olan hakikat ise Allah'ın kul'daki hakkıdır.
*******************************
İsteklerin, arzuların karşılığı insanın özünde mevcuttur. Öz de olana kavuşma özlemi, İnsanda istek olarak açığa çıkmaktadır. Çünkü olmayan şey, istek olarak açığa çıkmaz, yok olan istenemez, istenen var olandır. “Bismillah ir Rahmanir Rahiym” (Allah manası,ismi, öz’ümdedir. Öz’ümde sınırsızlık manası var. Özümde sınırsız güç ve üretim var) Bunun farkında olmayan, red etmek, suretiyle, red ettiği şeye karşı kendini kapatır, kilitler ve özündeki o güçten uzak kalmaya farkında olmadan kendisini mahkum eder. Oysa, inanıp, iman etmek= amin demek, özündeki o zenginliğe, güce kendini açık hale getirmek demektir.
************************************ "Aklın, bedene ait negatif kısmına " Nefs ", ulvi kısmına ise " Rûh " denir. İnsan, aklı bırakırsa “Deli”, akıl insanı bırakırsa 'Veli' olur. ************************************* Allah ilah değildir. Allah zorlamaz, hükmetmez. Ol der, olur. İlahlık (hükmetmek) zaman ve mekan ile sınırlı esma terkibi olan nas(insan)ın göreceli işidir. Nefs bunun bilincinde olmadığı, ikisi arasındaki farkı anlayamadığı için inkardadır.
***********************************
Dünyevi olayları organize edebilme çabası içerisinde yoğunlaşan akıl, yaşam içerisinde Allah’a olan teslimiyet farkındalığından uzaklaştığı zamanlarda daha hızlı frekans yapısına sahip olan gergin, stres oluşturan "beta" dalga boyutuna geçer. Bunun sonucunda ise strese girer, vehim oluşur, korkar, panik yapar ve zihnini yönelttiği ve kontrol etmek istediği, bedensel organlarının çalışma düzenini de bozup, sekteye uğratarak, kendi bedeninde ruhsal ve bedensel çeşitli hastalıkların oluşumuna neden olur. Oysa, dünyadaki var oluşumuzun ve sınavlarımızın ana nedeni şeytani alt beyinsel enerjilerimizi, dünya yaşamında sahip olduğumuz akıl(üst beyin) ile yeniden programlayıp, ölüm ötesi sonsuz yaşamı oluşturacak alt bilinci, rahmani enerjilere tekamül ettirebilmektir. Bunun yolu da, gündelik yaşam içerisinde, frekans ayarı yükselip “beta” frekansına geçen beyin dalgalarının, belirli zaman dilimlerinde “ibadet” denilen çalışmalarla, huşu(huzur, sakinlik) hali olan “alfa” frekansına ayarlanıp, fabrika ayarlarına dönmesi ile mümkün olmaktadır. “Onlar Salat (namaz)larında huşu(alfa frekansı) içerisindedirler” (Mü’minun suresi/2)
********************************
Evren insanın bilincinde oluşturduğu sanal benliğin kendisidir. Benlik sadece kendindekini algılamakta, dolayısı ile herkes kendi evreninde yaşamaktadır. Kutsal kaynaklarda ifade edilen kıyamet ve alametlerini, evren=insan hakikati içerisin de anlamaya çalışan sistemin tamamını kendi öz ünden okumuş olur.
Mesela; “Sur üflenmiştir” (Bilince gelen ilim ağırlıklı yoğun enerji ile kalk uyan ikazı yapmıştır) Kişinin o güne kadar “ben ve diğerleri” üzerine kurduğu her şey eriyip yok olmuştur.
Kişi, hipnozdan uyanan insan misali ulaşılan bilinç seviyesi ile “Dabbet-ül arz” (dört ayaklı, bedensel yaşayan varlık) durumundan “Tek” lik şuurunun bilincinde hakim olduğu “kamil insan” bilincine ulaşmış olarak “KIYAM (ayağa kalkar) eder”.(Bedensel kabrinde ölü olan uykudaki şuuru hakikati fark ederek, dirilir.)
“Kıyam et” kopmuştur. Bilincin oluşturduğu “sınırlı varlık ve evreni” yok olmuş, sınırsız tek varlık şuuru ile kişi kendisini öz de bulmuştur.
*********************
Herkesten tecelli eden mana, herkesin kendi ismine tabi oluşudur. İnsan bunu idrak ettiği zaman kimseyi suçlamaz, kimse hakkında kötü düşünemez. Herkesin kendi ismi yönünde hareket ettiğini anlar.
Bu hakikati fark edip, karşısındaki varlığı kendi olarak görenin kötülük işlemesi akıl işi değildir.********************
Melek kelimesi, melk’ten gelir ki , “güç, kuvve” anlamınadır. Allah’ın mevcut özelliklerinin(esmasının) açığa çıkması ile oluşan birimler anlamınadır.
Melek varlığını Allah’ın esmalarından alan terkipsel bir yapıdır. Allah’ın isimleri yani esmalar, manalarını ortaya koymaya başladığı an’da oluşan mana varlıklar “Melek” adını alır.
Arş boyutsal bir sınırdır. Bundan dolayı arş’ın altı zaman ve mekan ile kayıtlı esma terkiplerinden oluşan, çokluk alemi yani evrendir ve dolayısı ile burada melekler vardır. Fakat arş’ın üstü, zaman, mekan ve terkipsel kavramların geçerli olmadığı soyut, tekil boyuttur, bu yüzden, bu boyutta melek yoktur. Bu konunun anlaşılabilmesi için Kur’an da zaman olarak ifade edilen kavramların mekansal olarak değil, boyutsal olarak değerlendirilmesi gerekir.****************
Peygamber demek, Allah'tan kuluna (Zâtından sıfâtına), yahut, gayb âleminden şuhûd âlemine, zamanın ahkâmına göre, haber getiren demektir.
**************
Peygamberler " mâsûm "durlar ama, mâsûmiyetleri " Vahy "in geldiği anlara mahsûstur.
**************
Mucize, " ân 'da mevcûd olan bir vakıanın (olayın) zaman da gösterilmesidir."
*************
Uzak doğu kökenli olan kişisel gelişim adı altındaki ekoller bireysel egoyu, benliği, nefsi besleyen şeylerdir. Bunlar, islam tasavvuf öğretisinin, en alt tabakasını(nefsi emmare) oluşturur. Tam olmadığı, ana hedefe götürmediği için iki ucu keskin bıçak gibidir. Sistemin tamamına vakıf olmadığı için, benliğe dönük gelişim sağlar. Başlangıçta olumlu neticeler aldığını zanneden insan gerekli bilgi birikimine sahip olmadığı için kontrolu kaybederek, nefsani yapıların kontrolü altına girer. Oysa, nefsin köreltilip, ruhun beslenip, yükseltilmesi, teklik bilincinin fark edilerek, yaşama geçirilmesi gerekir.
*******************
Nefs ile ruh aynı cevherdir. Ruhta mevcut olan 'benlik' (terbiye edilmemiş) mefhumunun adı nefstir. Yani ruh terbiye edilmiş nefs, nefs ise terbiye edilmemiş ruhtur. ******************* İnsan kendi nefsine efendilik (Rablik) işlevini sergileyerek, sahip olduğu esmalara kapasitesi oranında hükmederek, dünya(sın)daki “Hayrı (nefs-i rabbani)”yi veya “Şerri(nefs-i zulmani)”yi oluşturur. Nefsini terbiye ederek ise kendini(rab'bini)bilir. Bu suretle kendindeki rabbani gücünü hayrına kullanarak, sistem içinde korunur. Bu da nefsin marifetidir.
**********
Tecelli kelimesi ortaya çıkmak, bilinir olmaktır. Allah kullarındaki esmaları(manaları) vasıtası ile yeryüzünde tecelli eder, yani bilinir. Mesela bir kulunda Rezzak esması ağırlıklı ise, o kimseye gerektiği kadar maddi zenginlik vermiştir. Kul bu zenginliği ihtiyacı olanlara dağıtmak sureti ile onlara rızk vererek, Allah’ın Rezzak ismini dolaylı olarak yeryüzünde açığa çıkartıp, Allah'ı bu esması vasıtası ile yer yüzünde bilinir kılarak kulluğunu yerine getirir. Sahip olduğu esmayı kendi benliğine mal edip, sahiplenerek vermekten kaçınan ise Allah’ın bu manasını örten(kafir) olur. Sonucuna katlanır.
*******************
Hz. İsa “İki kere doğmayan melekut alemine giremez” diyor. Birinci doğum anne karnından biyolojik doğumdur. İkinci doğum ise alınan ilim ile Allah’ı hakkı ile idrak ettiğimiz anda ki bilincin uyanarak, dirilişe kavuşup ayağa kalkıp, kıyam ettiği mürşitten doğum halidir. “Ölmeden önce ölme” diye de tabir edilen bu ikinci doğum ile insan dünyasındaki benlik uykusundan uyanıp, bilinçsel dirilişi ile her şeyin hakikatini idrak etmeye başlar. O zaman anlar ki! oluşan her şey Allah tarafından olması gerektiği gibi en doğru en mükemmel şekilde, kusursuz oluşturulmaktadır. Bu bilince ulaşan artık evrendeki mükemmel işleyen sisteme şahadet etmiş, şahit olmuştur. Ve bundan sonraki yaşamını mükemmel işleyen sisteme teslimiyet içerisinde bir kul olmanın bilinci ile “razı” olarak Huzurda, huzurla sürdürür. "Allah onlardan razı, onlar da Allah dan razıdır, İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur." (Maide suresi/119)
************************
Tasavvufta yedi rakamı nefs mertebelerini temsil eder. Ruh, bedene girince yedi perde ile özünden perdelenmiştir. Perde sayısı azaldığı oranda nefis saflaşır. Nefis terbiyesi, bir merdivenin basamakları gibidir. Birinci hayvani nefisten, yedinci kamil nefse doğru gelinip her perde kalktıkça insanı daraltıp, bunaltan dünyevi yoğunluk azalır, kademe kademe artan ruhaniyet ile birlikte ruha manevi alemden nurani ışıklar sızar. Varlığımızda tüm olup bitenler ve olacaklar ise ruhun en temiz, kamil hali olan yedinci “safiye nefs” noktasından başlayıp, dünyevi bilince doğru yol alır ve kişinin bilincinin farkındalığının olduğu boyutta algılanıp, bilinir olarak kişinin dünyasında fiil olarak açığa çıkar. İşte bu açığa çıkan oluşuma biz Allah’tan geldi deriz.
************************
Allah yeryüzünde isimleri(esmalar) vasıtası ile kuldan açığa çıkıp, bilinir olur. Onun için Allah’ın birbirine zıt isimleri vardır. Mesela, Afüv(af eden), Müntakim(intikam alan) gibi.. Bir kimseye kötülük yaparsan, otomatikman intikam alıcı isim karşına gelir. Yani kötülük yaptığın zaman, müntakim isminin açığa çıkışını bekle.. Onun için kötülük yapan bir şekilde cezasını bulur. Bu suretle de Allah’ın Adil ismi açığa çıkıp, bilinir olur. Adil isminin eksik kalmaması kötülük yapan sayesinde olduğu için kötülüğü yapanın(kulluğunu yerine getirenin) değerlendirmesi Allah katında bizim bakış açımızdan farklıdır. “Elhamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn” (Doğru değerlendirme sadece Alemlerin Rabb'i olan Allah’a aittir.)(Fatiha suresi) Yani Allah’ın tüm esmalarının eksiksiz açığa çıkabilmesi için bize kötü gelen isimlerinde var olması gerekir ki, bu suretle bunun etkisi ile adil isminde olduğu gibi tüm esmalar eksiksiz açığa çıkabilsin.Onun için başkaları hakkında yorum yapıp, gıybette bulunmak din(sistem)de en büyük günah(negatif oluşturucu etki) olarak ifade edilmiştir. "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek, mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."Hz.Muhammed(sav)
***********************
İnsan faydalı bir iş, bir iyilik yaptığı zaman halkı görmeyip, muhatap olarak Hak’kı bildiğinde karşılığını da halktan değil, Hak’tan bekler. Bu da yaptığı işin ve iyiliğin karşılığını bekleme gafletinden insanı korur ve beklentisi olmadığı içinde onu özgürleştirir.
******************************
Fiziksel, bedensel mutasyon neticesi evrimle gelen nesil “insansı”(insan görünümlü yaratık) - Bilinçsel tekamülünü sağlayarak Adem ile gelen nesil ise “insan” adını alır. Allah’ın bir topluma rahmet ve merhametinin işareti odur ki, onları yönetenler “insan” sınıfındandır. Allah’ın bir topluma gazabı ve celalinin işareti odur ki, onları yönetenler “insansı” sınıfındandır. Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir." (İsra suresi) “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Hz. Muhammed(sav)
********************************
Allah’ın bu alemde isim ve sıfatları ile ortaya çıkıp tecelli ettiği hakikat (Hakk) peygamberin hakikatidir. Yani “Hakikat-i Muhammedidir”. Bu yüzden “kelime-i tevhidin” esas önemli tarafı “Muhammed Allah’ın Resulüdür” kısmıdır. Çünkü Allah’ı tenzihte her kes bilir ama bu alemde onu bildiren resulü olan Muhammed’tir. Bu hakikati bilen yani Allah’ın resulü olan Muhammed’e varıp ashab(Muhammedi) olan öğrenir ve öğretir. Muhammedi olan, Rahman ve Rahim tecellisi ile Hz.Muhammed(sav) in manasını hal edip o mananın içinde korunur. Bu korunma dünya içinde ahirette yaşamak gibidir.
************************
Mesnevi’de geçen müstehcen hikayeler Mevlana tarafından nefis ve şeytanın tuzaklarını insanlara göstermek ve onların karşı tedbir almaları için anlattığı hikayelerdir. Kullanılan metafor ve mecazlarla bilinçaltına verilen mesajlardır. Mevlana mesnevideki kullandığı mecazlarla insanlara bu yolla mesaj vermektedir. Mesela çok bilinen kabak hikayesinde Mevlana eğer insan eşekle yani dünya zevkleriyle hayatın tek amacı olarak ilişkiye girerse sonunda eşeğin kadını parçaladığı gibi tüm insanın manevi hayatının yok olacağını anlatır. Bu ilişkide eşek dünya zevkleri olarak gösterilmiştir. Bu ilişkiden insanın zarar görmemesi için yani dünyadan zarar görmeden yararlanmak için araya eşekle kadın arasındaki kabak gibi bir engel koymak gerektiğini anlatır. Bu engel Allah gerçeğini idrak etmektir. Allah’tan başka sevgiye ihtirasa yol vermemek, Allah ile irtibatı koparmamaktır. Mevlana bu hikayeleri insanları güldürmek, eğlendirmek için değil, insanların ibret ve hikmet almaları için anlatmıştır. Nitekim Hazreti Mevlana, Mesnevi'de bulunan bir iki açık saçık hikayeyi kastederek, şöyle der. "Benim beytim beyt değildir, iklimdir Benim hezelim (şaka), hezel değil, ibret öğretmek için söylenmiştir."(Mevlana)
**************************
Mürşitler her şeyi tevhide(bir) vurup zevk ederler. Böyle olunca da kapıları açılır ve bir şeyler yazmaya başlarlar. Çok kere onların bu yazdıklarını başkaları masal diye okurlar. Mesela, Mevlana'nın mesnevisi ve Nasrettin hoca hikayeleri böyledir. İşin aslını bilenler ise onların ne demek istediğini anlarlar.
***************************
Allah’ın bu alemde isim ve sıfatları ile ortaya çıkıp tecelli ettiği hakikat (Hakk) peygamberin hakikatidir. Yani “Hakikat-i Muhammedidir”. Bu yüzden “kelime-i tevhidin” esas önemli tarafı “Muhammed Allah’ın Resulüdür” kısmıdır. Çünkü Allah’ı tenzihte her kes bilir ama bu alemde onu bildiren resulü olan Muhammed’tir. Bu hakikati bilen yani Allah’ın resulü olan Muhammed’e varıp ashab(Muhammedi) olan öğrenir ve öğretir. Muhammedi olan, Rahman ve Rahim tecellisi ile Hz.Muhammed(sav) in manasını hal edip o mananın içinde korunur. Bu korunma dünya içinde ahirette yaşamak gibidir.
*****************************
Yaşadıkları devirlerde boyutsallık gerçeği bilinemediği için, tespit ettikleri, hatta iletişim kurdukları “ayrı boyut varlıklarını” bu biçimiyle anlatamıyorlar ve “mekânsallık” kavramı içinde, “sanki uzayın bir yerindekilerden söz ediyorlarmış” gibi dile getiriyorlardı. Bu yüzden kutsal kitap ve söylemlerde ifade edilen tanımlamaları mekânsal olarak değilde, boyutsal olarak düşünmek gerekir çünkü bilimsel verilere göre “zamanı algılama biçimimiz, beynin algıladığı dalga skalasındaki frekansların bizde oluşturduğu bir algıdır.
**********
Âlem, Muhammedî hakikatin cüzlerini oluşturur. Zübde-i âlem(alemin özü) Hz. Muhammed’dir. Ortada tek bir hakikat vardır, fakat anlayabilmemiz için mertebelere ayrılmıştır. Makamsızlık makamına ulaşmak, insanın amacıdır. İkiliğin ortadan kalkması ve hakikat yolcusunun tevhid ehli olmasını sağlayan vesile bu makamlardır.
Tevhide giden hakikat yolcusu, bu yolda ikilik ortadan kalkıncaya kadar yürür. Allah ile kul arasında zulmânî ve nurânî perdeler kalkar. Yolcu öyle bir makama gelir ki, kendisinde “benlik” kalmaz. Bu makam; insan-ı kâmilin nefsi ile yaptığı mücahede ve riyazet neticesinde keşfedilip, tadılan bir hâl ve zevk olduğundan bu sırrı başkasının anlaması mümkün değildir. Tatmayan bilmez.
|
Yorumlar
Yorum Gönder