Kuantum mucizesi - Zihinlerde reform zamanı
Ben merkezli insanın hayatının bütün alanlarında var olan, illüzyon dolu psikolojik oyunun (drama üçgeni) en önemli özelliği tüm oyuncuların sonuçta kaybetmeye mahkum olmasıdır.
Çünkü, kurtarıcı, suçlayıcı ve kurbandan oluşan bu üçlüde acı çekme, inkar, kendini değersiz hissetme, yalan, suçlama, suçluluğun sürdürülmesi, utanç, utandırma ve suni bir sevgi anlayışı vardır.
Kurban, kendini değersiz hisseder. Her durumda bir suçlayıcı ve bir kurtarıcı arar. Suçlayıcı, rolünü birilerini suçlamak üzerine inşa eder. Kurtarıcı, kendi sorunlarını göz ardı edebilmek için başkalarının dertleriyle ilgilenip, kendini iyi görmek, göstermek için sürekli bir kandırmacanın içindedir.
Eriştiğimiz yaşam standartlarına rağmen insanlığın hala kavga, kin, nefret gibi ilkellik ve cehaletin eseri olan davranışlardan ve bunların karşılığı olan mutsuzluktan kurtulamamış olmasının en önemli nedeni “Evrenin aslını, kendini ve evrensel sistemi” yeterince tanıyamamış olmasıdır.Oysa ki!. İnsanlığın yaşadığı her azap ve mutsuzluğun altında, nesneler ile olaylar arasındaki bağlantıyı, evrenin özündeki bütünlüğü göremeyip, nesneleri birbirinden ayrı, ötekiler olarak algılayarak bunlarla savaşması yatmaktadır.
Bu bakış açısıyla insan, hep ötede birilerine, başkasına kızmakta, başkasını suçlamakta, başkasını hor görmekte, başkasına yaranmaya çalışmakta, başkasını sevmekte, zihninin oluşturduğu başka ile dolu, başka dünya(lar)da yaşamaktadır.
İnsan dışarıda başkaları ile olmakta direndikçe ötekiler artarak var olmaya devam etmekte, sonuçta onlar hiç tükenmemekte ama insan kendisini tüketmektedir.
Vücudunun her hangi bir yerinde bir rahatsızlık oluştuğunda, onun vücudunun bütününe ait bir problem olduğunu fark etmeyen insan, dünyanın her hangi bir yerindeki zulme duyarsız kalmakla veya destek vermekle makroda yaşanan zulmün kendisinde mikro’da oluştuğunun da farkına da varamıyor.
Asırlardır peygamberler, veliler, tasavvuf ehli kişiler doğunun bilgelik okulları ve tüm mistik öğretiler tespit ettikleri “mikro-kozmos(insan) ve makro-kozmos, (evren) aslını aynı özden alan yaratılışın ifadeleridir.” Gerçeğini kendi usullerince bulundukları zamanın ve coğrafyanın şartlarına göre insanlara anlatmışlardır.
Bu zatlar, her fırsatta evrendeki her şeyin birbiriyle bağlantılı, bölünmez, sınırsız “tek bir yapı” olduğunu, tek olanı ayrı ayrı varlıklar olarak algılamanın insan zihninin bir aldatmacası “alemlerin hayal olduğunu” olduğunu belirtmişlerdir.
Varlığın tek ve holografik (her zerrede bütünün tamamını barındıran, tüm kayıtlı) bir yapıya sahip olması dolayısı ile, İnsanın başkasına yapıyorum zannı ile yaptığı olumlu veya olumsuz her şeyi aslında kendine yapmakta olduğu gerçeğini “din ve farkındalık” adı altında anlatmışlardır.
Batı düşüncesinde ise her bireyin birbirinden kopuk ve bağımsız varlık olduğu, ben, ego merkezli görüşler ve felsefeler asırlar içerisinde gelişim göstererek günümüze kadar gelmiştir .
İçinde bulunduğumuz yüz yıl içerisinde modern bilimin özellikle atom altı fiziğinin tespitleri batı düşüncesinde kabul görüp “madde kavramı” özellikle batı bilim dünyası ve buradaki vizyonu geniş entelektüel kesim tarafından dikkatle incelenip, bu yeni bakış açısıyla sorgulanarak, değerlendirildikten sonra, doğu ile batı, bilim ile din- aynı şeyleri konuşur hale gelmişlerdir.
Peki modern bilim neleri tespit etmişti de bu iki birbirine zıt bakış açısı aynı noktada buluşmuştu?. Bunun cevabı için atom altı fiziğinin tespitlerine bakmamız gerekmektedir.
Atom altı fiziğinin tespitleri, içinde yaşadığımız evrenin birbirinden kopuk ayrı ayrı, bağımsız, bireysel parçalardan oluşmadığını, bu şekilde algılamanın bir illüzyon, yanılgı olduğunu söylemektedir.
Atom altı fiziği maddenin, enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi..Evrende gözlemlediğimiz ve madde adını verdiğimiz nesneler “atom altı boyutundan” gözlemlendiğinde, burada her şeyin birbiri ile bağlantılı, bütünsellik içerisinde karşılıklı ilişkiler yumağı içinde hareket ettiği görülür.
Burada bütünlüğü ve tekliği ifade eden, her noktasında birbiriyle bağlantılı, sınırsız, bölünemez, bütünsel, “tek bir yapı” karşımıza çıkar.
Burada bütünlüğü ve tekliği ifade eden, her noktasında birbiriyle bağlantılı, sınırsız, bölünemez, bütünsel, “tek bir yapı” karşımıza çıkar.
Atom altı düzeyde, madde diye kabul ettiğimiz şeylerin burada ne ismi, ne de cismi yoktur. Bunlar dünyada insan, metal, su, ağaç gibi ayrı ayrı gözlemlense de atom altı boyut da bu ayırım kaybolmakta “tek, bütünsel bir yapı” karşımıza çıkmaktadır.
Ben ve evren - madde ve mana ayırımı atom altı boyutta kaybolmaktadır. Burada hiç bir şey, hiçbir zaman Bütünden bağımsız, ayrı hareket edemez. Buradaki her zerre birbiriyle bağlantılı ve iç içedir.
Bu “tek ve homojen” yapı parçalardan meydana gelmiş değildir. Tümel, tek ve sınırsız bir bütünlüğe sahiptir. Bu hakikat Kur'an da (İhlas suresi)”O sonsuz, sınırsız, doğmamış, doğurmamış, eşi, benzeri olmayan tek’dir.” Şeklinde ifade edilmiştir.
Maddesel varlıkların derinliklerine, atom altı boyutlarına indiğimizde var olarak algıladığımız her şeyin aralarındaki karşılıklı ilişkiler dokusunu da fark ederiz.
Burada bir düşünceden bile “tüm alan” etkilenmektedir. Bu suretle evrenin bir noktasına yapılan etki, bütünü etkilemektedir. Atom altı, kuantum parçacıkları insan düşüncesinin yaydığı enerjiye, etkiye, tepki, karşılık, vermektedirler.
Atom altı parçacık, bilinç veri tabanı(benlik) kanalı ile algılama oluşturduğunda, maddeleşerek, yaratılmış olarak, algılayanın dünya(sın)a çıktı oluşturur. Yani algılayanın her boyutta (dünya, rüya, ölüm ötesi, vb.) madde yaşamını oluşturur.
İnsan, kendi bilincini tefekkür içerisinde, analitik düşünce tarzı ile Kur’an ın gerçeklerine göre yönlendirmeyip, sentetik, ezberci düşünce tarzıyla yaşamına yön verdiği sürece, bir sonraki an’ın daki algılarının getirileri ile oluşan cehenneminden korunması mümkün olamayacaktır.
Atom altı parçacık, bilinç veri tabanı(benlik) kanalı ile algılama oluşturduğunda, maddeleşerek, yaratılmış olarak, algılayanın dünya(sın)a çıktı oluşturur. Yani algılayanın her boyutta (dünya, rüya, ölüm ötesi, vb.) madde yaşamını oluşturur.
Algılama olmadığında, teslimiyet halinde (ben ortadan kalktığında) ise kuantum “mekansızlık prensibi” gereği aynı anda evrenin her yerinde, sonsuz, sınırsız olasılıklara sahip yaratılmamış, tek bir bütünsel, "frekans dalga" olarak bulunur.
Yani, atom altı bilimi tek cümle ile tüm evrene şunu söylemektedir. “Aslında her biri aynı şeyden meydana gelmiş, birbirinden bağımsız ayrı ayrı şeyler değiliz. Tümümüz aynı şeyiz.”
Bilimin bu tespitinden, yaratılmış ve yaratanın iki farklı ayrı yapı olmayıp, yaratılmış kavramının algılayanın bilinç veri tabanı doğrultusunda ki algılamasından kaynaklanan bir illüzyon(hayal) olduğu, hakikatte var olanın sonsuz, sınırsız “Tek” bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
"BismillahirRahmanirRahim"
(Allah manası öz’ümde, öz’ümde sınırsızlık manası var, sınırsız güç ve üretim var)
"Kul hüvellâhü ehad, Allâhüssamed, Lem yelid ve lem yûled, Ve lem yekün lehû küfüven ehad"
(De ki; O Allah tektir. Eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir). Doğurmadı ve doğurulmadı O 'na bir denk de olmadı.) (İhlas suresi)
(De ki; O Allah tektir. Eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir). Doğurmadı ve doğurulmadı O 'na bir denk de olmadı.) (İhlas suresi)
Evrene şartlanmış, klasik bakış tarzı ile birbirinden kopuk, bağımsız madde yapılı bireyler olduğumuz zannıyla bakmak yerine, gören ile görülenin bir olduğu tek bir bilinçle bakabilmemiz gerekir. Bunu da kendi bilincimizde oluşturacağımız bir yenilenme/reform ile oluşacak “yeni bir bakış açısı” ile gerçekleştirebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder