Sıkıntı - Celal ile gelen ikram - Selamet hali
“Rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi. Onlar da: "Biz seni övgüyle yücelterek takdis edip sana saygı gösterip dururken, fesat çıkarıp, kan dökecek, bozgunculuk edecek birini mi yaratacaksın? Dediler. Allah onlara: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" buyurdu. (Bakara suresi/30)
Yaşam içerisinde insan, hükmederim, bildiklerimle kandırır, ayırır, böler, parçalar, gerektiğinde kan döküp, fesat çıkarır ama sonuçta amacıma ulaşırım mantığı ile yaşar.
İnsan, nefsine dönük bedensel yapısı içerisindeki dünya(sın)da benliğinin verdiği üstünlük algısı ile anlamadığını ret ederek, nefsine hoş gelen şeylere sahip olmak, sahip olduklarını da koruyabilmek kaygısı ve korkusu ile hakikatinden bi haber yaşamını sürdürür.
Bu suretle de kendi bilincini meşgul edip, uyuşturarak, kafasını kuma gömen devekuşu misali hakikatinden iyice uzaklaşıp, farkında olmadan kendinden, kendini gizler.
İnsanın bütün sahiplenmeleri ve beklentileri onun zihninde hakikate perde oluşturan bu kendini kendinden gizleyen şartlanmalarının oluşturduğu kalın duvarlardır.
Hakikatin algılanıp, görülmesini engelleyecek şekilde insanın şuurunu kör eden bu duvarlar, insanın bilerek veya bilmeyerek oluşturduğu yaşamındaki bağımlılıklar, onlara yüklediği yargılar, beklentiler ve onları sahiplenip, onlardan kopamayışın ürünüdür.
İnsan, hakikati ile dışsallığı arasına ördüğü bu duvarların arkasındaki kozasında yaşarken, ruhu, özünde var olan hakikatine ait esmaların oluşturduğu baskı ile ister, istemez, sıkılır, bunalır.
Dışsallığında bireysel firavunluğunu yaşayan benlik, iç aleminde, hakikatinden uzaklaşmış olmanın verdiği bunalım içerisinde farkında olmadan kendi nefsine olmadık zulümler yapmanın gafleti ile zavallığını yaşar.
Bu aslında onun zavallılığıdır. Kendi nefsine zulmüdür. “Rabbim! doğrusu ben (kendimi bedensel, madde dünyaya ait zannı ile) nefsime zulmettim, beni bağışla” (Kasas suresi/16)
Hakikatine ait esmaların oluşturduğu baskı ile sıkılıp, bunalan insan, kendisindeki hakikatin (Allahın esmalarının, manalarının) açığa çıkıp çıkmaması uğrunda iç dünyasında kargaşa yaşar. Nefsi ile mücadele edip, savaş verir.
Bir müddet sonra İç dünyasında yaşadığı bu kargaşa onu iyice sıkıp, bunaltmaya başladığında, kendi varlığını, alemi, sorgulamaya başlar. İçinden, ben kimim?.. Neden buradayım?.. Yaratılış gayemden, hakikatimden haberdar olmak istiyorum!.. Sesleri yükselmeye başlar.
Cevap gelmeye başladıkça anlar ve farkına varır ki!. Aslında bu güne kadar, tutundukları, sahiplendikleri boş ve saçma şeylerdir.
Bunun farkına varan insan, bir an da, dışsallıkta (dünyasında) kendi hakikatini bulamamanın verdiği bilinç boşluğu ile bir yokluğa düşer. Kendisini yoklukta, karanlık(âmâ)da hisseder.
İnsanın yokluğunu fark etmesi ile düştüğü bu hiçlik, karanlık (âmâ) durumu, aslında bugüne kadar var olarak algılamakta olduğu kendi varlığı dahil her şeyin, kabullendiği gibi var olmadığı, gerçekte yok hükmünde olduğu, var olanın ise sadece Allah manaları olduğunu, bilincin de idrak etmesi ile yaşadığı derin, boşluk anıdır.
“Yerleri ve gökleri yaratmazdan evvel rabbimiz altında ve üstünde hava olmayan â’mâ (hiçlik) de idi!.”Hz. Muhammed(sav)
Altında (beden) ve üstünde(nefs) hava (varlık,hayat) olmayan â’ma (hiçlik, yokluk) hali insan bilincinde oluşursa, Allah, rab olarak o kulunda açığa çıkar!..Yani beşer yanı ölür (ölmeden önce ölmek hali oluşur) şuur yanı ile dirilir. Bu lütfa mazhar olan kimse de, Allah’ın Rab olarak kendinde ki varlığını iliklerine kadar hisseder.
Yalnız, İnsan ateşe ne kadar yakınsa onun sıcaklığını o kadar fazla hisseder. Ateşe çok fazla yaklaşanın yana bilineceğini de unutmaması gerekir. Yanmamak için insanın kendisinin de ateş haline gelmesi gerekir.
Bundan dolayı şuurunda kendi yokluğu yanı sıra Allah’ın rab olarak kendinde ki varlığını fark eden bilinç, bir an da iman nurunun terkibinde bulunan tüm esmalara yaptığı tazyik (celal) neticesi oluşan kapasite artışı dolayısı ile beyninde yoğun bir "sıkışma" sıkıntı, yanma hali yaşamaya başlar.
Cebrail'in ilk vahyi getirdiğinde Hz.Muhammed'in(s.a.v) “Ben okuma bilmem”(hakikati okuyamam) cevabına mukabil gerçekleşen “sıkma” hadisesi önemlidir. Buna sufiler “kalbin kalbin üstüne konması” derler. İşte o sıkıştırma olayı adeta halin giydirilmesi hadisesidir.
Cebrail'in ilk vahyi getirdiğinde Hz.Muhammed'in(s.a.v) “Ben okuma bilmem”(hakikati okuyamam) cevabına mukabil gerçekleşen “sıkma” hadisesi önemlidir. Buna sufiler “kalbin kalbin üstüne konması” derler. İşte o sıkıştırma olayı adeta halin giydirilmesi hadisesidir.
Bu süreç boyunca kişi dünyasında sıkılıp, bunalır. Allah’ın “Celal” ismi ile beyinde büyük bir sıkışmanın, tazyikin, sıkıntılı durumun yaşandığı bu süreç sonunda oluşan ek kapasite ile kişi kendi fıtratına (istidat ve kabiliyetine) göre faydalanıp, değerlendirebileceği yeni bir algılamaya, açılıma kavuşur.
Bu açılım neticesinde beyinde oluşan bilinç sıçraması ile de kişinin hakikatine ait bilgi “özünden, bilincine” doğru Allah’ın “Zül celali vel ikram”(Celali ile ikram edici) (Rahman suresi/27) ayeti hükmünce akmaya başlar.
Bu ikrama mazhar olan kimseler, gelen çok yüksek ışınımın beyinlerde oluşturduğu "tazyik" ile cebren (zorlayarak) özündeki hakikatini, kapasitesi oranında açığa çıkarabilmenin lütfu ile “oku” hükmünü alırlar.
İnsan, özündeki hakikat bilgisinin kodlarını deşifre etmek (okumak) sureti ile bilincinde algılanır, bilinir hale getirmek için fıtratında var olan halife (Allah esmalarına sahip olma) özelliğini kullanır. “Ben insanı en üstün şekilde yarattım” (Tin suresi/4)
Kişi bu bilgi(data) yı deşifre edip, okuyabildiği oranda da şuurunda kendi yokluğunu (hiçliğini) hissedip, mutlak var olanın sadece “Allah” olduğu idrakine ulaşıp, her an onun varlığını yanında hissetmeye başlar. “Biz ona şah damarından daha yakınız.”(Kâf suresi/ 16)
Allah’ın her an kendisi ile olduğu bilincine ulaşan bilinç, kapasitesi kadarıyla Allah’ın her hükmünde “Selâmette" olma (Her türlü korku, tasa ve tehlikeden uzak bir halde güvenlik içinde olma) halini dünya(sın)da yaşamaya başlar.
Senden (Allah) gelen her şeye razıyım. Senden (Allah) gelen her şey benim için güzeldir. Bilincine ulaşana sıkıntı, bela azap vermez. Onu yakmaz. kişi, başına gelen her şeyi, Allah’ın kendisine bir selâmı olarak algılar. Mutlu olur. Bu durumdan zevk almaya başlar. Ateşi (sıkıntı ve belayı) gül bahçesi gibi görmeye başlar. İşte bu, Hz. İbrahim’de tecelli eden teslimiyette “rıza” makamının kul ’da açığa çıkmasıdır.
Senden (Allah) gelen her şeye razıyım. Senden (Allah) gelen her şey benim için güzeldir. Bilincine ulaşana sıkıntı, bela azap vermez. Onu yakmaz. kişi, başına gelen her şeyi, Allah’ın kendisine bir selâmı olarak algılar. Mutlu olur. Bu durumdan zevk almaya başlar. Ateşi (sıkıntı ve belayı) gül bahçesi gibi görmeye başlar. İşte bu, Hz. İbrahim’de tecelli eden teslimiyette “rıza” makamının kul ’da açığa çıkmasıdır.
"İnsanlar içinde Allah’ın celal ismine en fazla mazhar olanlar, en ağır musibetlere, cebre maruz kalanlar resuller, nebiler veliler ve sonra sırasıyla kendisine yakın olan kullarıdır.” Hz. Muhammed(sav)
"Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü (bela ve musibet) vermez, Allah, bir kişiye ne vermişse ancak onu yükler, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Allah, bir güçlükten sonra mutlaka bir kolaylık verecektir." (Bakara suresi/223- Talak suresi/7)
Yorumlar
Yorum Gönder