Allahın yaratış sistemi "Kader"
Kader, konusu tarih boyunca insanın en çok merak ettiği, bir türlü anlayamadığı bu yüzdende yaşamında hatalar yapmasına neden olduğu, istismar edildiği çok önemli bir konudur. Çünkü, "kader ve vahdet" konusu sanal varlıkların ve bunların etkisinde bulunanların anlayamadıkları iki sır konudur.
Kur'an da ve hadislerde bu konu duruma göre bazen teklik, bazende çokluk boyutundan açıklanmıştır. Örneğin, Hz. Muhammed(sav)"Kalem yazmış, mürekkep kurumuş, önceden yazılanları yaşıyorsunuz" derken, bir başka hadisinde "Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" ifadesini kullanmıştır.
"Kalem yazmış, mürekkep kurumuştur" (Doğum anında fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kesinleşmiştir. Değiştirilemez) - "Önceden yazılanları yaşıyorsunuz" (Bu kesinleşen özelliklerle bir önceki an da atom altı boyutda duygu, düşünce, niyet ile oluşturduklarımızı şu an da madde olarak algılayarak, yaşıyoruz.)
"Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" (Elindeki, kesinleşmiş fiziksel ve meta-fiziksel imkanlarla yapabileceğinin en iyisini yap, yapabileceğini yapmış olmanın huzuru ile gerisinin en iyi olacağı inancı, tevekkülü ile Allaha bırak) şeklinde anlaşılmalıdır.
Yoksa, çokluk (zaman ve mekan ile kayıtlı) boyutda yaşamı algılarken, teklik (zaman ve mekanın olmadığı, an) boyutu üzerinden değerlendirme yapmak insanı çelişkiye düşürerek yanıltır. Eğer insanın yaşadıkları üzerinde hiç bir etkisi olmasaydı, insan bir robot olurdu. Oysa ki! İnsan halifetullah (Allahın bütün manalarını açığa çıkarabilme özelliğine sahip yüce bir varlık) tır.
Dünyamızda varlık olarak algıladıklarımız sınırsız, tek olanın sahip olduğu sonsuz manaların belirli ölçülerdeki terkipsel oluşumlarının sınırlı algılama araçları ile algılayan tarafından varlık, mevcudat olarak algılanarak değerlendirilmesi olayıdır
Gerçekte ise varlık "İhlas suresinde, belirtildiği gibi, tek, ahad (sınırsız, sonsuz, doğmamış ve doğurmamış) dır. Sınırlanmış algı, sınırlı varlık var sanır. Sınırlı algı belirli bir ölçü içerisindeki mana terkipleri ile oluşur. Yani algıladığımız var zannettiğimiz her şey sınırsız tek olanın sahip olduğu sınırsız mana guruplarının belli ölçülerdeki terkiplerinin veri tabanımızca yaşamımız da fiiller olarak algılanması olayıdır.
Kader, dediğimiz şey, kişinin dünyaya gelirken astrolojik ve genetik unsurlar ile beyninin formatlanması (fiziksel, metafiziksel yetenek ve kabiliyetlerinin) ölçülendirilmesi olayıdır. Oluşan bu format doğrultusunda kişinin her alanda yaşadıkları bu ölçü (kader) mekanizmasını zaman ve mekan içerisinde kullanarak, açığa çıkarttıklarının getirisinin sonucu olarak oluşmaktadır.
Çokluk, varlıklar aleminde her şey, herkes değişik ölçülerde bir birinden farklı olarak oluşturulmuştur. Herkesin dünyası sahip olduğu program/kader dolayısı ile bir birinden farklıdır. Bu yönde yaratılanlar arasında bir eşitlik yoktur.
Kişinin özünde mevcut olmayan hiç bir şey onda açığa çıkamaz, yoktan var olamaz. Kişinin var olarak algıladıkları kendisine takdir olunan ölçü ile oluşan format (kader)in sınırları oranındadır. Kişinin algılayarak açığa çıkartıp var olarak algıladığı her şey “öz”ündeki şifrelenmiş sınırsız tüm bilgi (data) nın kişiye takdir edilen ölçü oranında çözülmüş, deşifre edilmiş halidir.
Külli irade, kader’i (ana programı) değiştirmek mümkün değildir. Fakat bu mevcut format, program ile sonsuz sayıdaki alternatif seçenekler içinden seçimde bulunmak suretiyle kaza/hükümleri değiştirerek bir sonraki an da yaşayacaklarımızı oluşturmak bizim elimizdedir..
Kur'an da ve hadislerde bu konu duruma göre bazen teklik, bazende çokluk boyutundan açıklanmıştır. Örneğin, Hz. Muhammed(sav)"Kalem yazmış, mürekkep kurumuş, önceden yazılanları yaşıyorsunuz" derken, bir başka hadisinde "Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" ifadesini kullanmıştır.
"Kalem yazmış, mürekkep kurumuştur" (Doğum anında fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kesinleşmiştir. Değiştirilemez) - "Önceden yazılanları yaşıyorsunuz" (Bu kesinleşen özelliklerle bir önceki an da atom altı boyutda duygu, düşünce, niyet ile oluşturduklarımızı şu an da madde olarak algılayarak, yaşıyoruz.)
"Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allaha tevekkül et" (Elindeki, kesinleşmiş fiziksel ve meta-fiziksel imkanlarla yapabileceğinin en iyisini yap, yapabileceğini yapmış olmanın huzuru ile gerisinin en iyi olacağı inancı, tevekkülü ile Allaha bırak) şeklinde anlaşılmalıdır.
Yoksa, çokluk (zaman ve mekan ile kayıtlı) boyutda yaşamı algılarken, teklik (zaman ve mekanın olmadığı, an) boyutu üzerinden değerlendirme yapmak insanı çelişkiye düşürerek yanıltır. Eğer insanın yaşadıkları üzerinde hiç bir etkisi olmasaydı, insan bir robot olurdu. Oysa ki! İnsan halifetullah (Allahın bütün manalarını açığa çıkarabilme özelliğine sahip yüce bir varlık) tır.
Dünyamızda varlık olarak algıladıklarımız sınırsız, tek olanın sahip olduğu sonsuz manaların belirli ölçülerdeki terkipsel oluşumlarının sınırlı algılama araçları ile algılayan tarafından varlık, mevcudat olarak algılanarak değerlendirilmesi olayıdır
Gerçekte ise varlık "İhlas suresinde, belirtildiği gibi, tek, ahad (sınırsız, sonsuz, doğmamış ve doğurmamış) dır. Sınırlanmış algı, sınırlı varlık var sanır. Sınırlı algı belirli bir ölçü içerisindeki mana terkipleri ile oluşur. Yani algıladığımız var zannettiğimiz her şey sınırsız tek olanın sahip olduğu sınırsız mana guruplarının belli ölçülerdeki terkiplerinin veri tabanımızca yaşamımız da fiiller olarak algılanması olayıdır.
Allah'ın yaratış sistemi, ölçü, terkip ile oluşan manaların oluşturduğu programın, kaderin gelen verileri pozitif, sevap veya negatif, günah olarak değerlendirerek sonuçlarını yaşama prensibine dayanır.
Kader, dediğimiz şey, kişinin dünyaya gelirken astrolojik ve genetik unsurlar ile beyninin formatlanması (fiziksel, metafiziksel yetenek ve kabiliyetlerinin) ölçülendirilmesi olayıdır. Oluşan bu format doğrultusunda kişinin her alanda yaşadıkları bu ölçü (kader) mekanizmasını zaman ve mekan içerisinde kullanarak, açığa çıkarttıklarının getirisinin sonucu olarak oluşmaktadır.
Kainatta her şey sahip olduğu bir program, kader ile yani ölçü ile var olmaktadır. Çünkü ölçülendirme olmasa sınırlama olmaz. Sınırlama olmazsa çokluk, çeşitlilik alemi oluşup, yaratılamaz.
Çokluk, varlıklar aleminde her şey, herkes değişik ölçülerde bir birinden farklı olarak oluşturulmuştur. Herkesin dünyası sahip olduğu program/kader dolayısı ile bir birinden farklıdır. Bu yönde yaratılanlar arasında bir eşitlik yoktur.
Eşitlik olamaz da, eğer eşitlik olsaydı, mevcudat var olamazdı, her şey aynı, donuk, sabit bir şey olur. Çokluk, çeşitlilik olamaz manalar (esma) açığa çıkamazdı. Bundan dolayı varlıkta eşitlik olamaz, olmayacak bir şeydir.
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyecek ve bunun farkına varıp pişman olup tövbe edecek değişik yapıya sahip topluluklar yaratırdı" Hz. Muhammed(sav)
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyecek ve bunun farkına varıp pişman olup tövbe edecek değişik yapıya sahip topluluklar yaratırdı" Hz. Muhammed(sav)
Fakat Allah'ın "adl" ismi gereği adaleti vardır. Allah'ın adaleti herkese her şeyi eşit dağıtılması anlamında anlaşılmamalıdır. Kişi hangi terkipsel ölçüler içersindeki programla/kader'le hangi amaca dönük yaratılmışsa, Allah kimde hangi manayı açığa çıkarmışsa, onu o manaya uygun özellikler ile donatmıştır. Kişi Allah'ın "adl" ismi gereği yapısının gereksinimi ne ise onu eksiksiz ve tam olarak alır ki.. bu Allah'ın adaletidir, ona “adil” davranılmasıdır. "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez." (Bakara suresi/286)
Kişinin özünde mevcut olmayan hiç bir şey onda açığa çıkamaz, yoktan var olamaz. Kişinin var olarak algıladıkları kendisine takdir olunan ölçü ile oluşan format (kader)in sınırları oranındadır. Kişinin algılayarak açığa çıkartıp var olarak algıladığı her şey “öz”ündeki şifrelenmiş sınırsız tüm bilgi (data) nın kişiye takdir edilen ölçü oranında çözülmüş, deşifre edilmiş halidir.
Kimin hangi mana guruplarının terkibinden oluştuğunu, nasıl bir formata, terkibe sahip olduğunu bilemediğimiz için, başkaları için yaptığımız eleştirileri kendi sahip olduğumuz program, format üzerinden değerlendiririz ve farkında olmadan gıybete, yanlışa düşerek, enerji bedenimize negatif (günah) dalgaları yükleriz.
Bu yüzden terkipsel mana bileşimleri olan varlıklara (şahıslara, yapılara, vb.) takılı kalmadan nötr bir bakış açısıyla olayları değerlendirmek insanı daha doğru sonuçlara götürerek, bir sonraki an da yaşamında daha pozitif verilerin açığa çıkmasını sağlar.
Bu yüzden terkipsel mana bileşimleri olan varlıklara (şahıslara, yapılara, vb.) takılı kalmadan nötr bir bakış açısıyla olayları değerlendirmek insanı daha doğru sonuçlara götürerek, bir sonraki an da yaşamında daha pozitif verilerin açığa çıkmasını sağlar.
Bunun için, Kur'an da “Elhamdu lillahi Rabbil’alemiyn” (Değerlendirmek sadece, alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.)(Fatiha suresi) ifadesi ile doğru değerlendirebilme yapabilmenin sadece sınırsız kapasiteye sahip “Alemlerin Rabbi” tarafından mümkün olabileceği belirtilmiştir.
Aslında var olarak algıladığımız her şey, tek olan varlığın frekans dalga şeklindeki manalarının (esma) his, duygu, çevresel yorum ve şartlanmalarla oluşmuş bulunan veri tabanları vasıtasıyla oluşmuş format üzerinden değerlendirerek, içte olanın dışa projeksiyonu yani kendinden, kendine seyridir.
Şahıslar, kişiler, vb. üzerinden olaylara bakıldığında kişisel, çevresel algı ve şartlanmalarla oluşmuş beyindeki veri tabanı bu kişi ve şahıslara o ana kadar hangi verileri (kin, nefret, öfke, sempati, sevgi, vb.) yüklemişse o format doğrultusunda otomatikman bir değerlendirme yaparak bu doğrultuda bir çıktı oluşturur. Ve resmin bu bölümünde beyni bloke ederek, kişinin daha geniş değerlendirme yapabilmesini sağlayacak bakış açısını ortadan kaldırır, kişiyi dar bir alana hapseder.
Bu da kişinin büyük resmi gözden kaçırmasına neden olur. Bir süre sonrada büyük resim deki oluşumların getirileri insanın dünya(sın)da açığa çıkıp yer aldığında bunlar neden başıma geldi diye şikayet eder, sorgulamaya başlar. Oysa farkında olmasa da yaşadığı her şey kendinden kendinedir.
Bu yüzden başkaları hakkında dedikodu yapmak, zanda bulunmak, yorum yapmak ve eleştiride bulunmanın, yani kısaca “gıybet” etmenin dinde (sistemde) en büyük günah/kişiye negatif dönüş (fed beck) oluşturacağı, Kur'an da bir çok ayet de ve Hz. Muhammedin(sav) hadislerin de önemle ifade edilmiştir. (Hucuret suresi/12) de “gıybet” etmenin insanın ölü kardeşinin etini yemesi ile eş değer derecede çok büyük günah/negatif oluşum meydana getiren bir durum olduğu özellikle ifade edilmiştir.
Konuyu özetlemek gerekirse doğum an’ında alınan kozmik etkilerle, irademiz dışında beynin formatlanması (fiziksel ve metafiziksel kabiliyetlerin oluşması) değiştirilemez programımız(ayanı sabite) yani kaderimizdir.
Beyin de oluşan bu ana formatı (ayan-ı sabite) yaşam içerisinde kullanarak sınırsız sayıdaki alternatif seçenekler içinden cüz-i irade'yi ile yaptığımız seçimlerin bir sonraki anımızı oluşturması ile dünya(mız)da açığa çıkartarak yaşadıklarımız kazamız(hüküm) olmaktadır
Külli irade, kader’i (ana programı) değiştirmek mümkün değildir. Fakat bu mevcut format, program ile sonsuz sayıdaki alternatif seçenekler içinden seçimde bulunmak suretiyle kaza/hükümleri değiştirerek bir sonraki an da yaşayacaklarımızı oluşturmak bizim elimizdedir..
Kainatta var olan her şeyin belli bir terkip, ölçü ile yaratılmış olduğunun ve yaratılana yapısının gereksinimi ne ise eksiksiz verildiğinin farkına varabilen insan, dengeli bir sistem içerisinde bulunduğunu fark ettiğinde (kadere iman ettiğinde) teslim (islam) halinin getirdiği hal sonucu geçmiş, gelecek hiç bir şeyin kaygısını duymayarak, takva/korunma sağlamış olur. Ne gelene sevinir, ne gidene üzülür, içinde bulunduğu “an”ı en iyi şekilde değerlendirerek, bir sonraki anını oluşturmuş olmanın verdiği yüksek bilinç hali ile DÜNYAsınDA cennetini yaşar.
Günümüzde ise "kader" konusunu anlamak aslında çok daha kolay örneğin; Bir bilgisayar oyunundaki karekterlerin fiziksel ve meta-fiziksel özellikleri, programı yazan tarafından yazım sırasında belirlenmiş, kesinleşmiş, değiştirilemez özelliklerdir (külli irade). Bu özellikler karekterlerin kaderidir.
Bu fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kullanılarak, birbirinden çok farklı neticelere ulaşılabilir. Yani özellikler (kader) aynıdır, sabittir. Fakat kullanana göre değişik (olumlu- olumsuz, vb.) oluşumlar açığa çıkabilmektedir. Bu da bu özellikleri kullanana (cüz-i irade) bağlı bir durumdur. Yani kader (tespit edilmiş özellikler) değiştirilemez. Fakat bu özellikler kullanana göre birbirinden çok farklı sonuçların oluşmasına neden olur. Bunun sorumluğu da kullanana (terkipsel yapıya) aittir.
"Kader, yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir. Ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse, ne hayatın hakimisin,. Ne de hayat karşısında çaresiz" (Şems-i Tebrizi)
Günümüzde ise "kader" konusunu anlamak aslında çok daha kolay örneğin; Bir bilgisayar oyunundaki karekterlerin fiziksel ve meta-fiziksel özellikleri, programı yazan tarafından yazım sırasında belirlenmiş, kesinleşmiş, değiştirilemez özelliklerdir (külli irade). Bu özellikler karekterlerin kaderidir.
Bu fiziksel ve meta-fiziksel özellikler kullanılarak, birbirinden çok farklı neticelere ulaşılabilir. Yani özellikler (kader) aynıdır, sabittir. Fakat kullanana göre değişik (olumlu- olumsuz, vb.) oluşumlar açığa çıkabilmektedir. Bu da bu özellikleri kullanana (cüz-i irade) bağlı bir durumdur. Yani kader (tespit edilmiş özellikler) değiştirilemez. Fakat bu özellikler kullanana göre birbirinden çok farklı sonuçların oluşmasına neden olur. Bunun sorumluğu da kullanana (terkipsel yapıya) aittir.
"Kader, yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir. Ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse, ne hayatın hakimisin,. Ne de hayat karşısında çaresiz" (Şems-i Tebrizi)
Yorumlar
Yorum Gönder