Evrensel sistem kılavuzu - Bilim ve Din

Din ve bilim konusu geçmiş de olduğu gibi, günümüzde de bir birleri ile hiç alakası olmayan iki ayrı şeymiş gibi algılanarak, değerlendirilmektedir.

Oysa, din Allah sistemini (sünnetullahı) anlatmaktadır. Bilim ise bu sistemin(sünetullahın) zaman içerisinde tespitidir.
Yani, bilim ve din, ayrı ayrı şeyler olmayıp her ikisi de evren ve insanın gerçeklerini dile getirmek suretiyle insanın “evrensel sisteme” en iyi şekilde adapte olmasını sağlayarak onun var olduğu bu sistem içerisindeki refahını, mutluluğunu ve konforunu oluşturabilmesini sağlayan araçlardır.

“Din ve Bilim”in aslında aynı şeyleri söylediklerini aşağıdaki örnekte de görebiliriz;

Atom altı fizik, modern bilimin günümüzdeki tespitleri evrensel düzeni, parçalara bölünmeyen, sınırsız, kendisinden başka hiçbir şeyin mevcut olmadığı her zerrede, bütünün tamamını barındıran “holografik, tek, tümel bir yapı” olarak ifade etmektedir.  Ötede var olduğu kabul edilen mekansal  ve boyutsal  bir tanrı, İlah fikrini ise red etmektedir. 

Din ise asırlarca önce “la ilahe, illallah” Tanrı, İlah  yoktur.  Var olan sadece Ahad (tek, sınırsız, doğmamış, doğurulmamış) olan “Allah”dır. İfadesi ile bu hakikati bildirmiştir.

Din, holografik, data, dijital yazılım şeklindeki evrensel sistem ve düzeninin o kapasiteye sahip özel insanlarca direkt olarak okunup, algılanması sonucu tespit edilmiş gerçeklerin, o günün şartlarında anlaşılması mümkün olmadığı için mecaz ve semboller içine(zaman içerisinde gelişen bilimin somut bulguları ile algılama seviyesi ile ancak anlaşılabileceği için) kodlanarak anlatımıdır. 

Bunun için anlayamayanların, ikan edene/ bilene kadar  “iman” etmeleri (yapılması istenen şeyleri tereddüt etmeden, yorum yapmadan kabullenmeleri ve uygulamaları) istenmiştir.

“Bilim ise evrensel  sistem ve düzeni” farklı metot ve araştırma yöntemleriyle, bilinenden yola çıkmak suretiyle, uzun ve çeşitli aşamalardan geçerek nedensellik kuralları ve zaman içerisinde tespit ederek, bilinir kılmaktadır. 

“Bilim ve din” arasında çatışma ya da çelişkiler görülmesinin ana nedeni, dini anlatımlardaki sembollerin, mecazların hakikat sanılmasından kaynaklanmaktadır. 

İçinde bulunulan zamanın şartları dolayısıyla, sistemi okuyarak deşifre etmiş olan zatların sembollerle mecaz ve hikaye şeklinde açıkladıkları hakikatleri, evrensel sistemi okuma özürlü olan bir takım insanlar sembolleri işin aslı zannederek sorgulamayın, fazla düşünmeyin, nedenini kurcalamayın diyerek kendi yorumlarını yani beyinlerin de oluşturdukları “hayali dini” gerçek budur diyerek insanlara empoze etmişlerdir

Yaptığından, okuduğundan hiç bir şey anlamayan, diliyle söylediğinin beyinlerin de ne ifade ettiğinin farkında olmayan din’in “En büyük ibadet tefekkürdür, düşünmektir” demesine rağmen, düşünmeyen, sorgulamayan “robot toplumların” oluşmasına sebebiyet vermişlerdir.

Aynı zaman da dışarıda, ötede bir tanrı oluşturarak,  ona tapınıp, ondan bir şeyler bekleyerek, aslında tek olanı bilinçlerinde bölmek suretiyle ben-sen kavramlarının oluşmasına sebebiyet verip din’in en büyük günah/negatif olarak nitelendirdiği tek’i çok görmek olan “şirk” kavramını da farkında olmadan dünya(ların)da oluşturmaktadırlar.

Sorgulayan “bilinçli insanlar” ise işin aslının bu anlatılanlar olamayacağı kanaatine vararak haklı olarak işin aslını başka öğretilerde arama yolunu seçmişlerdir. Fakat bu öğretilerde evrensel sistemin tamamı oluşmamış olduğundan, belli bir noktadan sonra sorgulayan beyinlerde oluşan boşluklar alt bilincin oluşturduğu sanal varlıkların(cin) tuzaklarına açık bir hale gelmekte ve maalesef insanlar bu tuzaklara düşerek onların kurbanı olmaktadırlar.

Aslında peygamberler, veliler geçmiş zamanlar da gelmiş, yaşamış olanlar değil, kişinin özünde boyutlar halinde mevcut olup da, o ana kadar açığa çıkmadığı için dünya(sın)da eksik olarak algıladığı algılama kapasitesi arttıkça kendisinde açığa çıkan “şuur boyutlarıdır.” Bu olay Kuran’da (Hucurat suresi/7) ”Bilin ki, Allah'ın resulü içinizdedir.”şeklinde ifade edilmiştir.

Aslında insanın algıladığı her şey “İçten-dışa”  projekte olanın, “Dıştan-içe” şeklinde algılanmasından ibarettir.

Din, tek’in oluşturmuş olduğu evrensel sistemdir. Holografik (zerrede bütünün kodlu olduğu) bu sistem bilinçli, kamil insan olmanın ilk basamağı olan Adem’den itibaren boyutsal, katmansal bir şekilde İbrahim, Nuh, Musa, İsa gibi daha binlerce bilinç boyutlarında her bilincin sahip olduğu kapasitesi oranında okunup, deşifre edilmesi suretiyle açığa çıkarılmış ve en son Muhammedi boyutta sistem tamamlanmıştır. (Maide suresi/3) “Bu gün dininizi (sistemi) kemale erdirdim.Tamamladım.”

Boyutlar kişinin öz’ünde holografik, data(dijital yazılım) olarak mevcuttur. Kişi her ne kadar ben Müslümanım, Hıristiyanım, Museviyim, vb. dese de, aslında özünde ki yazılımın ne kadarını (hangi boyutunu) algılayabiliyorsa, yaşamına geçiriyorsa dinin(sistemin) o boyutundaki öğretinin mensubudur.

Bundan dolayı kendisini belirli bir din’in (öğretinin) mensubu zanneden kişi, aslında kendisinde açığa çıkmış olan boyutun özelliklerini yaşamında, kabullenip hayatına geçirmesinden dolayı belki de hiç tasvip etmediği bir din’in mensubu olarak farkında olmadan yaşamakta ve sonuçta da o din’in, o bilinç boyutunun bir mensubu olarak dünyasını değiştirmektedir.

Yorumlar