Zaman yolculuğu
Evrenimizde geçmiş - gelecek, olmuş - olacak her şey kozmik tek an da olmuş bitmiştir. Holografik yapı gereği her zerrede bütünün tamamı data (dijital yazılım) olarak mevcut bulunmaktadır. Ancak sınırlı algılama kapasitesine sahip bizler bütüne ait bu bilginin kendi kapasitemiz oranında değerlendirdiğimiz boyutunu “yaşadığımız zaman” olarak kabul ederiz.
Işık hızı altı bölgede “Geçmiş - Şimdi - Gelecek” vardır. Işık hızında ise zaman yoktur. An vardır. zaman dediğimiz algı aslında bir anı bir başka an ile kıyaslama yöntemidir. Zaman beyinde saklanan bir takım hayallerin, an(ı)ların arasında kıyas yapılması ile var olmaktadır. Eğer insanın zihni, hafızası olmasa beyin bu tür yorumlar yapamaz ve dolayısı ile zaman olgusu da oluşmaz.
Aslında algılayan "gerçeği" yaratmaz. Sadece frekans dalga okyanusu içinde var olan olasılıklardan birine somut bir şekil verir. Çünkü yapılan her bir düşünce ve fiilin olası durumlarının o an da eş zamanlı olarak her “an” başka evrenlere bölünmesi"paralel evrenleri" ortaya çıkarmaktadır. Atom altı fiziğinin belirsizlik ilkesince, tek bir "geçmiş" değil, dalgasal biçimde tüm olası geçmişler “paralel evrenler” şeklinde mevcuttur.
Mistiklerin gerçekleştirdikleri tayyi-mekan, tayyi-zaman, astral seyahat olayları, aslında insanın kendi özüne (holografik datanın değişik boyutlarına) “bilinç sıçramaları” ile gerçekleştirilen mekan ve zaman seyahatlerdir.
Zamanın “tek an” olması ve evrenin holografik (her zerrede bütünün tamamının bulunması) yapısı nedeniyle "gelme - gitme" diye bir kavramda söz konusu değildir. Zamanda gezen yoktur, zaman insanda gezmektedir. İnsan (kamil insan) zaman olmuştur. Işık hızında olanın zamanı an = dehr dir.“Dehr’e sövmeyin, dehr Allah’tır.”hadisindeHz. Muhammed(sav) bu olayı ifade etmektedir. (ışık hızında olan an = dehr’ dedir. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir.)
Düşüncenin kendisi bir soyut enerji/takyonik kalıptır. Işıktan milyonlarca kere hızlıdır. Bu boyutta termodinamik yasalar tersine işlediğinden, düşüncelerimize yoğunlaşıp soyut enerji vererek (aktif imgeleme) enerji halindeki düşünce ışık hızının altına çekilerek (kuantum dalga fonksiyonu çöküşü gereği ) düşüncemiz madde – zaman aleminde gerçeğimiz olur. “Beynimiz düşüncelerimizle zamanı, bedenselliğimizle mekanı oluşturur.”
Işık hızı zamanın akma hızı olduğundan ışık hızına (300 bin km/sn.) yaklaştığında zaman duvarına yaklaşmış, tam ışık hızında da zamanı aşmış oluruz. Bu durumda uzay- mekan(evren) yok olur. Mekan ve zaman bağından kurtulmak ise ölümsüzlüğü yakalamak demektir. Aynı zamanda zamanın algılanmasından kaynaklanan nedensellik kavramı da yok olur.
Işık hızına en yakın noktada tüm evrenin ömrü tükenir. Tam ışık hızında evren ortadan kalkınca, algımızda ortadan kalkacaktır. Zamanın mutlak bir gerçek olmadığı göreceli bir algı olduğunu anlatan Kur'an’daki “Kehf suresindeki" gibi ışık hızında kendisini bulanın zaman saati durmuş “Kehf ehli” gibi canlı bir heykel olmuştur.(Kehf ehli kendilerine göre bir uyku vakti, 8 saat geçirmişler iken, Dünyada 300 yıldan fazla zaman geçmiştir.)
“Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar. İçlerinden biri:“Mağarada ne kadar uyuyup kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık dediler.” Onları nasıl uyuttuysak, yine biz onları dirilterek uyandırdık)” (Kehf suresi/19-25)
Aslında, kısaca, “Kehf ehli” (yedi uyuyanlar ) rıza makamında olup, aşırı mutluluk ve aşırı dertlerden etkilenmeyen vehim,vesveseden kurtulmuş, yani Allah ile irtibatı tam kurmuş zamana bağlı olmadan, an da yaşayanlardır.
Bilincini ışık hızında, hiçlikte bulan insan, sonsuzluktaki "hep"liğini yaşayacaktır. Hiçlik yaşanmadan, heplik deneyimlenemez. Bunu başaransa "hep" olmuştur. Onun için “Geçmiş-Gelecek, Doğmak-Ölmek” kavramların tamamı geçersizdir.
Zihne gelen verilerin bilinçli bir şekilde (zikir, namaz, meditasyon, vb.) veya bilinçsiz olarak (uyku, ölüm, koma, vb.) kesilmesi durumunda, insan bedensizliği ve zamansızlığı yaşar.
Zamanda yolculuk yapıp, sen doğmadan önce atalarını öldürsen ne olur? Bu ve benzeri soruların açıklaması, gerçekte herkes kendi veri tabanının oluşturduğu “sanal dünyasında” yaşamakta olduğu için, kişinin an içerisin de tüm geçmiş ve geleceği (kaderi) olmuş, bitmiştir. Kişinin geçmişine yapacağı müdahalelerde “kendi kaderini” değiştirmesi mümkün değildir.
Yapacağı müdahaleler an içinde oluşmuş bulunan ve mutlak sonuca (kader) giden sonsuz sayıdaki alternatif “paralel evrenler” içerisindeki olasılıklar dan birini soyut boyuttan, somut dünya(sı)na çekmesi kişinin yaşamında yapacağı, değişikliği oluşturacaktır. Bu olay da olasılığın, hükmün (kaza’nın) kuant ize olarak (maddeleşerek) kişinin yaşamında yer alması şeklinde gerçekleşecektir.
İnsanlık “evrensel bilinci” tanımak sureti ile özüne erişebilirse holografik bilgi/data evreninde değişik zaman ve mekan boyutlarına “bilinç sıçramaları” ile seyahatler gerçekleştirebilecektir.
Işık hızı altı bölgede “Geçmiş - Şimdi - Gelecek” vardır. Işık hızında ise zaman yoktur. An vardır. zaman dediğimiz algı aslında bir anı bir başka an ile kıyaslama yöntemidir. Zaman beyinde saklanan bir takım hayallerin, an(ı)ların arasında kıyas yapılması ile var olmaktadır. Eğer insanın zihni, hafızası olmasa beyin bu tür yorumlar yapamaz ve dolayısı ile zaman olgusu da oluşmaz.
Işık hızı üzerinde bulunan bilinç, ben'siz ve zamansızdır. Her an gerçekleşen algılamalar frekans dalgaları şeklindeki enerji parçacıklarını ışık hızı altına çökerterek, kuant laştırması sonucu kişide sanal bir ben duygusunu, zaman akıyor hissini, bilincin “ben” ile olan farkında lığını, ben in iç dünyasını ortaya çıkarmaktadır.
Atom altı fiziğinin en önemli tespitlerinden biri yakınlık, uzaklık, zaman gibi kavramların, insanın kendi veri tabanında oluşturduğu karşılığın sonucu olarak algılanan bir şey olmasıdır.
Aslında algılayan "gerçeği" yaratmaz. Sadece frekans dalga okyanusu içinde var olan olasılıklardan birine somut bir şekil verir. Çünkü yapılan her bir düşünce ve fiilin olası durumlarının o an da eş zamanlı olarak her “an” başka evrenlere bölünmesi"paralel evrenleri" ortaya çıkarmaktadır. Atom altı fiziğinin belirsizlik ilkesince, tek bir "geçmiş" değil, dalgasal biçimde tüm olası geçmişler “paralel evrenler” şeklinde mevcuttur.
Atom altı (kuantum) potansiyelindeki bir şeyin tüm olası ihtimallerinin oluşturduğu bu "paralel evrenler gerçeği" velilerin, mistiklerin aynı anda birkaç yerde görünmesinin ve insanlarla diyaloğa girmesinin sistemini de bize açıklamaktadır.
Kozmik tek an’da her şey holografik bilgi(data) dan ibarettir. Yani tüm zamanlar yaşanmıştır ve bunların bilgisi holografik data (dijital yazılım) olarak insanın özünde mevcuttur. Kişi sahip olduğu bilinç kapasitesi oranında özüne yapacağı bilinç sıçramaları ile bu datanın dilimlerini üç boyutlu görüntü ve ses olarak algılayıp, dışa projekte etmek sureti ile "halife" (Tek’in tüm manalarını açığa çıkarabilme) özelliğine mazhar olması nedeni ile kendini/evrenini kendinden seyredebilme vasfına haiz bir konumda bulunmaktadır.
Kendini “kuantsal, atom altı boyut”da bulan, yani hakikatini tanıyıp, farkında lığa ulaşan bir bilinç tüm evren ve katmanlarına ait olan, özündeki holografik dataları deşifre etmek sureti ile “tayyı mekan, tayyı zaman, astral seyahatler” dediğimiz bilinç seyahatlerini gerçekleştirebilirler. Düşünsel olan o boyutta bilinç düşündüğü her hangi bir zaman ve mekanda bir “an” da açığa çıkar. Bundan dolayı birçok evliya, mistik bu tür bilinç seyahatlerini gerçekleştirmişlerdir.
Mistiklerin gerçekleştirdikleri tayyi-mekan, tayyi-zaman, astral seyahat olayları, aslında insanın kendi özüne (holografik datanın değişik boyutlarına) “bilinç sıçramaları” ile gerçekleştirilen mekan ve zaman seyahatlerdir.
Zamanın “tek an” olması ve evrenin holografik (her zerrede bütünün tamamının bulunması) yapısı nedeniyle "gelme - gitme" diye bir kavramda söz konusu değildir. Zamanda gezen yoktur, zaman insanda gezmektedir. İnsan (kamil insan) zaman olmuştur. Işık hızında olanın zamanı an = dehr dir.“Dehr’e sövmeyin, dehr Allah’tır.”hadisindeHz. Muhammed(sav) bu olayı ifade etmektedir. (ışık hızında olan an = dehr’ dedir. Burası sonsuz, sınırsız, mekansız, zamansız, nedenselliğin olmadığı "hiç"lik halinin yaşandığı yerdir.)
Bilincini şuurlu veya şuursuz bir şekilde ışık hızın (an) da bulan birisi, dışarıdan bakanlara göre ya "veli ya da deli" olmuştur. O bedenen dünyada olmasına rağmen, bilinç olarak tek’lik boyutunda yalnızlığını yaşamaktadır. Düşündüğü her şey zaman ve nedensellik kavramları kendisinde olmadığı için “anında” oluşmaktadır. Onun için “velinin duasını almak, delinin bed duasından uzak durmak gerektiği “ifade edilmiştir.
Düşüncenin kendisi bir soyut enerji/takyonik kalıptır. Işıktan milyonlarca kere hızlıdır. Bu boyutta termodinamik yasalar tersine işlediğinden, düşüncelerimize yoğunlaşıp soyut enerji vererek (aktif imgeleme) enerji halindeki düşünce ışık hızının altına çekilerek (kuantum dalga fonksiyonu çöküşü gereği ) düşüncemiz madde – zaman aleminde gerçeğimiz olur. “Beynimiz düşüncelerimizle zamanı, bedenselliğimizle mekanı oluşturur.”
Işık hızı zamanın akma hızı olduğundan ışık hızına (300 bin km/sn.) yaklaştığında zaman duvarına yaklaşmış, tam ışık hızında da zamanı aşmış oluruz. Bu durumda uzay- mekan(evren) yok olur. Mekan ve zaman bağından kurtulmak ise ölümsüzlüğü yakalamak demektir. Aynı zamanda zamanın algılanmasından kaynaklanan nedensellik kavramı da yok olur.
Işık hızına en yakın noktada tüm evrenin ömrü tükenir. Tam ışık hızında evren ortadan kalkınca, algımızda ortadan kalkacaktır. Zamanın mutlak bir gerçek olmadığı göreceli bir algı olduğunu anlatan Kur'an’daki “Kehf suresindeki" gibi ışık hızında kendisini bulanın zaman saati durmuş “Kehf ehli” gibi canlı bir heykel olmuştur.(Kehf ehli kendilerine göre bir uyku vakti, 8 saat geçirmişler iken, Dünyada 300 yıldan fazla zaman geçmiştir.)
“Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar. İçlerinden biri:“Mağarada ne kadar uyuyup kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık dediler.” Onları nasıl uyuttuysak, yine biz onları dirilterek uyandırdık)” (Kehf suresi/19-25)
Aslında, kısaca, “Kehf ehli” (yedi uyuyanlar ) rıza makamında olup, aşırı mutluluk ve aşırı dertlerden etkilenmeyen vehim,vesveseden kurtulmuş, yani Allah ile irtibatı tam kurmuş zamana bağlı olmadan, an da yaşayanlardır.
Modern bilim tarafından 20. yüz yılda fark edilen zamanın yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanışı (izafiliği) Kuran’da pek çok ayette ifade edilmiştir. Örneğin; Bir insan’ın bütün hayatı "Kuran"da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir. (Hac suresi/47)“Senin rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızla bin yıl gibidir” (Secde suresi 32/5) "Sonra bütün bu işler, sizin hesabınızla bin sene tutan bir günde o’na yükselir." Şeklindeki ifadelerle zamanın mutlak, değişmez değil, izafi, göreceli bir kavram olduğuna Kur'an’da dikkat çekilmiştir.
Mekan ve zamanın geçerli olmadığı boyutlara, mekansal yolculuklar yapılarak ulaşılamaz. Maddesel anlamda zaman yolculuğu mümkün olmasa da, düşünce boyutunda hem geçmiş, hem de gelecek sürekli şekillenmekte ve yorumlanmaktadır.
Zamanda yolculuk yapmak için ışık hızında bir araç ile “kara deliklere” girmek gerekmez, gerekli olan şey, içe dönerek, kendini bilmeye dönük ilim ile birlikte, çok yoğun bir tefekkür sonucu yapılacak çalışmalarla ulaşılan hiçlik ile bilincin ışık hızına ulaşmasıdır.
Bilincini ışık hızında, hiçlikte bulan insan, sonsuzluktaki "hep"liğini yaşayacaktır. Hiçlik yaşanmadan, heplik deneyimlenemez. Bunu başaransa "hep" olmuştur. Onun için “Geçmiş-Gelecek, Doğmak-Ölmek” kavramların tamamı geçersizdir.
Zihne gelen verilerin bilinçli bir şekilde (zikir, namaz, meditasyon, vb.) veya bilinçsiz olarak (uyku, ölüm, koma, vb.) kesilmesi durumunda, insan bedensizliği ve zamansızlığı yaşar.
Zamanda yolculuk yapıp, sen doğmadan önce atalarını öldürsen ne olur? Bu ve benzeri soruların açıklaması, gerçekte herkes kendi veri tabanının oluşturduğu “sanal dünyasında” yaşamakta olduğu için, kişinin an içerisin de tüm geçmiş ve geleceği (kaderi) olmuş, bitmiştir. Kişinin geçmişine yapacağı müdahalelerde “kendi kaderini” değiştirmesi mümkün değildir.
Yapacağı müdahaleler an içinde oluşmuş bulunan ve mutlak sonuca (kader) giden sonsuz sayıdaki alternatif “paralel evrenler” içerisindeki olasılıklar dan birini soyut boyuttan, somut dünya(sı)na çekmesi kişinin yaşamında yapacağı, değişikliği oluşturacaktır. Bu olay da olasılığın, hükmün (kaza’nın) kuant ize olarak (maddeleşerek) kişinin yaşamında yer alması şeklinde gerçekleşecektir.
İnsanlık “evrensel bilinci” tanımak sureti ile özüne erişebilirse holografik bilgi/data evreninde değişik zaman ve mekan boyutlarına “bilinç sıçramaları” ile seyahatler gerçekleştirebilecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder