Eden, ettiğini bulur - İlahi Adalet - Seriul Hisâb - Mekr

“Kendindendir çektiklerin, gölgenden değil. Ne yaptın da, sana dönüşünü görmedin? Ne ektin de, ektiğini biçmedin? Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar. Sonra da çocuğun gibi gelip eteğinden tutar” (Hz. Mevlana)

İnsanın içinde bulunduğu dünya(sın)da, yaşamı olarak açığa çıkanlar, Allah'ın “El-Hasib” ismi özelliği ile oluşan “Seri-ul Hisâb” gereği oluşur. Bu insanın düşünce, niyet veya fiil olarak oluşturduklarının sonuçlarının, fiiller olarak, dönüp karşısına çıkması ve sonuçlarını yaşama hadisesidir. 

“Allah, her kesin yaptığının sonuçlarını yaşamasını murat etmiştir! Herkese yaptığının karşılığını (cezasını) verir. Muhakkak ki Allâh Seri-ul Hisab'dır (yapılanın hesabını çarçabuk görendir) (İbrahim suresi/51)

Bu durum, insanın evrenden gelen veri yüklü frekans dalgalarını, o ana kadar oluşmuş veri tabanı (inanç, şartlanma, düşünce, niyet, vb.) üzerinden değerlendirerek, oluşturduğu fiillerinin karşılıklarını dünya(sın)da art, arda çıktılar(yaşam) olarak almasıdır. Bu da, insanı sürekli aynı, sıradan olanın bir akış (zaman) içerisinde yaşanmakta olduğu yanılgısına düşürür.   

Oysa, her şey an da, insanın açığa çıkarttıklarının, sonuçlarının, karşısına çıkması(Seri-ul Hisâb)işlevi gereği her an yeniden oluşup, yaratılmaktadır. “Allah her an bir şe’n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir. (Rahman suresi/29)

Yani, sistemdeki “Seri-ul Hisâb” işlevi, insanın düşünce, niyet veya fiil olarak oluşturduklarının sonuçlarının, yaşamında her an yeni fiiller olarak otomatikman karşısına çıkması hadisesidir. Buna göre insan, her an yaptığının karşılığını anında almaktadır.

Yalnız, Allah kalpleri mühürlü, kulakları sağır, gözleri kör diye tabir edilen perdeli gafiller için, hesabı zamana yaymış, onlara mühlet vermiştir. “Hakikati inkâr ederek yaşayanlar, kendilerine süre tanımamızın, hayırlarına olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. (bu onlara Allah'ın mekridir) Sonuçta onlara, aşağılayıcı, utanç verici azap vardır. (Âl-û İmran/178)  "Onların zenginlikleri ve evlatları seni imrendirmesin! Allâh bunlarla dünyada onlara (mekr yoluyla) azap vermeyi ve hakikat bilgisini inkâr eder hâlde canlarının çıkmasını irade ediyor."(Tevbe/85)

Bunun bilincinde olmayan mümin kullar ise Allah'ın bu kimselere ceza vermediğini zannedip, onların, dünya zevkleri içinde yaşadıklarını, yaptıklarının yanlarına kâr kaldığı düşüncesine kapılırlar. Haksız şekilde sahip oldukları dünyevi imkanların (mal, mülk, şöhret, vb.) adeta, onlara verilen mükafat olduğunu zannederek, üzüntü duyarlar. 

İçten, içe sitem ederler; “Bunlarda ne hak var, ne hukuk, her türlü yanlışı yapıyorlar, yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Bir elleri yağda, bir elleri balda, dünyada yaşayıp gidiyorlar. Bense, bu kadar Hakka, hukuka riayet ediyorum, her dakika Allah diyorum, başıma gelmedik kalmadı. Allah'ım, bu nasıl adalettir?”

Oysa, insan farkında olmasa da, herkes yaptığının karşılığını(cezasını) Allah'ın değerlendirmesi ile “Seri-ül Hisab” gereği eksiksiz, otomatikman anında almaktadır.“Elhamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn” Hamd (doğru değerlendirme) sadece Alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.(Fatiha suresi/2)

Allah “Seri-ul Hisâb” vasfı gereği, onlara yaptıklarının cezasını (karşılığını) içinde bulundukları an itibari ile "mekr" yollu, şer olarak vermektedir de, onların bundan haberi yoktur.

Dünya hayatında, insanın kendisini Allah'tan ayrı düşüren, uzaklaştıran şeylere devam edip, bundan zarar görmediğini sanması “mekre” uğraması demektir.

“Onlar tuzak kurdular, mekr yaptılar (hile yapıp aldattılar) Allah da onlara tuzak kurdu ve karşılığını, Allah'tan mekr ile aldılar. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”(Âl-û İmran/54)

Aslında, onların malı, mülkü, servetleri, şöhretleri, kısa dünya ömürlerinde onları oyalamakta, hakikatten perdeleyip, Allah'ın huzurundan uzaklaştırmaktadır.  

İnsan, dünya yaşamında bunu pek idrak edemez ama farkına varabilen için, Allah'tan, perdelenerek, onun huzurundan uzak olmak kadar azap verici, şiddetli, büyük bir ceza olamaz. Bu insan için en büyük felakettir. 

O kimseler, dünyalık zevkleriyle oyalanıp, perdelenerek, Allah’tan, uzak kalmak sureti ile aslında pek çok şeyden mahrum kalmakta olduklarının farkında değildirler. Farkına vardıkları zaman ise ne büyük bir kayıp içerisinde olduklarını anlarlar, paniğe kapılırlar, ama iş, işten geçmiştir.

“Birine ölüm geldiğinde o kimse, Rabbim beni ne olur (dünya yaşamına) geri döndür. Tâ ki, önemsemeyip, yapmadığım, sonsuz geleceğim için gerekli olan şeyleri yapayım der. Hayır! bu söz, boş yere söylenmiş bir laftır, yeniden diriltilecekleri, hesap gününe kadar bu mümkün değildir. Çünkü arada aşılması imkansız bir engel, mezar(berzah/boyut) vardır."(Müminün suresi/ 99-100)
Allah yolunda olan mümin kulun ise, dünya yaşamında “şer” gibi görünüp, başına gelen istenmeyen olaylar, onun kendisini aşması, farkındalığa uyanması için yapılmakta olan ilahi birer çağrı, onu beden kabrindeki gaflet uykusundan uyandırmaya, diriltmeye çalışan, dürtmeler, okunası “hayra” mesajlardır.

Çünkü, dünya yaşamında, insanın bilincinde farkındalık devreye girip, gaflet uykusundan uyandığı anda, üst frekanstan okuma başlar ve alt frekansın oluşturduğu negatif kayıtları tespit eder.Tespit ettiği anda da, sistem bunların temizlenip, ortadan kalkması için çalışmaya başlar. İnsan, bu arınma sürecinin adına “Sıkıntı, Bela” der, ama aslında, bunu kendisi talep etmiştir. Biran önce arınıp, Allah’ın huzuruna varıp, huzurda olmak için..  

“Hani Rabbin, onları kendi kendilerine şahit tutarak,"Elestu BiRabbiküm: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da, Evet, bilfiil şahit olduk ki Rabbimizsin (Kalü Bela Şehidna) demişlerdi. “Böyle yapmamız "Biz bundan habersizdik dememeniz içindir” (Araf suresi/172) 

Bilgin sana kıymet, talebin neyse osun sen! 
İnsanlığı sade yiyip, içmekte mi sandın. 
Halin ne ise, müşteri sen oldun o hale, 
Noksanı, meğer adl-i ilâhîde mi sandın? (Kenan Rıfâi Hz.)

Netice itibariyle, farkında olsa da, olmasa da, kimi insan "himmet, lütuf" ile, kimi insanda "mekr, hile" yollu, istinasız herkes Allah'ın ilahi adaleti gereği yaptığının karşılığını en adil şekilde eksiksiz olarak almakta, eden, ettiğini bulmaktadır.

Not: "Elest bezmi"(elest meclisi, toplantısı) denilen, ruh(bilinç) aleminde verilen sözü(ahdi) mekansal ve zamansal(dünyevi) olarak değil, zaman ile sınırlı olmayan, an da gerçekleşen, boyutsal(zamansız) olarak değerlendirip, anlamak gerekir. Çünkü, an içerisinde oluşanı insan dünyevi kurallar içerisinde zaman ve mekan yanılsaması ile değerlendirip, yaratılmış olarak algılamaktadır. Yani, gerçekte, şu an da yaşadıklarımız bir önceki an da bilincimiz(ruh) kanalı ile farkında olarak veya olmayarak oluşturduklarımızın neticesidir.

Yorumlar