İrşad dalgaları - Amin demek
"Elif, Lam, Mim"
Allah(Elif) - İlmi(Lam) - Muhammed'i bilince(Mim) - irsal(rasul) olmaktadır.
(Hakikat ancak o bilinçde tam olarak algılanıp, açığa çıkmaktadır.)
Bugün kendisini Müslüman olarak tanımlayanların çok büyük çoğunluğu Hz. Muhammed(sav)ın hakikatinden perdelidirler. O yüzden İslam alemi ve dolayısı ile insanlık perişan haldedir. Hz.Muhammedi(sav) görevini tamamlamış, ölmüş, bir peygamber olarak algıladıklarından için onunla iletişimi koparmışlardır.
Çünkü, ancak oluşturulan bu hat ile her an ondan dünya üzerine yayılan “irşad dalgaları” alınıp, yaşanılan çağa uygun, gerçekçi bakış açıları ile Müslümanlık yaşanacak ve dünya yenileme ve barış içerisine sokulabilecektir.
Atom altı, kuantum fiziğine göre varlığın birbirini tamamlayıcı iki farklı yönü bulunmaktadır. Biri ışık hızı üstü dalgasal yapı gereği sonsuz, sınırsız, ebedi her şeyi oluşturan teklik boyutu, diğeri ise ışık hızı altı madde yapısı gereği sonlu, sınırlı, geçici kul olarak yaşanan dünyevi "çokluk" boyutudur.
Bilinci örtülü = kafir olanlar ise, rasul denilen kanaldan yayının devam etmesine rağmen, bilinçlerini bu yayına kapattıkları için bu bilgiyi alıp değerlendiremezler. Tekliği, bütünlüğü o örtük bilinçleri ile fark edemezler, ikilikte kalıp varlıklarından kurtulamayıp, büyüklenen benlikleri kendini rab(firavun) gördüğünden gerçek rabbi tanıtan ilahi yayını red ederek dünyalarına kendilerini hapsedip bilinçlerini bütünselliğe kapatıp, kilitleyen bu kimseler aslında farkında olmadan kendi kendilerine zulüm etmekte, kendilerine azap çektirmektedirler.
Hz. Muhammed(as)in sözleri ve uygulamaları kendi akıl ve mantıklarına ya da buna dayalı olarak anlamaya çalıştıkları “Kur'an'a” uymadığı için, hadisleri açıklamaya gücü yetmeyen bir takım kimseler mahcup olmamak, kendilerini küçük ve zor duruma düşürmemek için Hz. Muhammed’i(sav) ve onun sözlerini red yoluna gitmektedirler.
Hz.Muhammed(sav) iman etmeyip, onu red eden kişi, onun çeşitli seviyelerdeki “ilim ve enerji alanının = Şefaatinin” dışında kalmakta, o boyutu, o kanalı kendisinde açığa çıkaramadığı için de, onun ortaya koyduğu gerçekleri en alt düzeyde bile anlayamamaktadır.
İman edenler ise kapasiteleri, imanları oranında ondan “enerji ve ilim = şefaat“ temin etmektedirler. Bu şefaat kendilerine çeşitli ilmi, dini, bilimsel kitaplar, filmler, kişiler, vb. yollarla, farkında olmasalar da bir şekilde gelerek onları beslemekte, sonsuzluk boyutuna hazırlamaktadır. Kişi bu enerji (şefaat) alanı içerisine girdiğinde her taraftan İrşad(hakikat bilgisi) akmaya başlar. Allah her taraftan yüzünü göstermeye başlar. Bazen yolda insanın ayağına takılan bir taş bile, ona yol gösterici olur.
Bu zatlar (rasuller, nebiler, veliler) Hakk’ın sureti ile alem'in suretini kendilerinde bir araya getirmişlerdir. Onlar Hakk ile alem arasındaki geçiş kapıları/berzah dır.
Her an onlardan dünya üzerine yayılan “irşad dalgaları” ilgili kişilerce kapasiteleri oranında alınıp, değerlendirilerek, yeni algılamalar, yeni bakış açıları ortaya çıkmakta ve bu bakış açıları dünyayı yenileme içerisine sokmaktadır.
Allah(Elif) - İlmi(Lam) - Muhammed'i bilince(Mim) - irsal(rasul) olmaktadır.
(Hakikat ancak o bilinçde tam olarak algılanıp, açığa çıkmaktadır.)
Bugün kendisini Müslüman olarak tanımlayanların çok büyük çoğunluğu Hz. Muhammed(sav)ın hakikatinden perdelidirler. O yüzden İslam alemi ve dolayısı ile insanlık perişan haldedir. Hz.Muhammedi(sav) görevini tamamlamış, ölmüş, bir peygamber olarak algıladıklarından için onunla iletişimi koparmışlardır.
Bunun sonucunda içinde yaşanılan çağın gereklerine uyum sağlayamamanın neticesi akıllarınca kendi anlayışlarından oluşan kendi rejimlerini Müslümanlık adı altında uygulamaktadırlar.
Oysa, Kur’an “Allah ve melekler, Resulüne salat ve selam ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salât edin ve teslimiyet ile selâm verin!" (Ahzab, 33/56)demektedir.
Burada Allah ve meleklerinin, ona salat ve selam ettikleri belirtilmekte, bu semavi şölene, ilahi cümbüşe müminler davet edilmektedir. Bu ölümlü olan bedeni yönünün haricinde bir de ölümsüz bir tarafın olduğunun açıkça göstergesidir.
Çünkü ayette "salat ediniz" (yönelip, ilişki kurun) diye bugünü ve geleceği de kapsayan bir emir bulunmaktadır. Emir anlamında olunca Hz. Peygamber’in ölmediği, yaşamakta olduğu iması oluşmakta, O'na salat ederek onunla bir iletişim hattı kurulması istenmektedir.
Atom altı, kuantum fiziğine göre varlığın birbirini tamamlayıcı iki farklı yönü bulunmaktadır. Biri ışık hızı üstü dalgasal yapı gereği sonsuz, sınırsız, ebedi her şeyi oluşturan teklik boyutu, diğeri ise ışık hızı altı madde yapısı gereği sonlu, sınırlı, geçici kul olarak yaşanan dünyevi "çokluk" boyutudur.
Sınırlı olanın sınırsızı kavrayıp idrak etmesi mümkün olmadığı için, varlığın parçacık/madde hali olan kul sınırlı zamanı dolduğunda kendini bulacağı sonsuzluk, bütünsellik boyutunu dünya(sın)da onu en iyi bilebilen, bulabilen boyut sallık (rasul) üzerinden tanıyıp, kavrayarak, kendisini o ebedi kalacağı aleme hazırlama şansına sahip bulunmaktadır.
Kısıtlı kapasitesi ile dünya(sı)na doğarak sonsuzluğa, tek olana ulaşma yolculuğuna başlayan insanı, bu yolculuğunda çeşitli zorluklarla dolu bir süreç beklemektedir. Kişi bu süreçte ya gördüğü, algıladığı sınırlı dünya(sı)nın oluşturduğu büyüye kapılıp yolunu kaybedecek ya da Allah'a kendisini götürecek yolu çok iyi bilen bir rehbere (rasule) kendini teslim edip onun gösterdiği yolu izleyerek yolculuğunu başarı ile tamamlayacaktır.
Her an herkesin içinde ve dışında, kişiyi tekliğe ulaştırıcı ilim (yol bilgisi) Rasul denilen kanaldan kesintisiz yayın yapmaktadır. Bu kanala frekanslarını ayarlayarak yayını alanlar, rasul denilen rehberin gösterdiği yolu takip ederek kendisini Allah'a, ebedi saadete götüren yolculuğuna, başarılı bir şekilde devam edecektir.
Bilinci örtülü = kafir olanlar ise, rasul denilen kanaldan yayının devam etmesine rağmen, bilinçlerini bu yayına kapattıkları için bu bilgiyi alıp değerlendiremezler. Tekliği, bütünlüğü o örtük bilinçleri ile fark edemezler, ikilikte kalıp varlıklarından kurtulamayıp, büyüklenen benlikleri kendini rab(firavun) gördüğünden gerçek rabbi tanıtan ilahi yayını red ederek dünyalarına kendilerini hapsedip bilinçlerini bütünselliğe kapatıp, kilitleyen bu kimseler aslında farkında olmadan kendi kendilerine zulüm etmekte, kendilerine azap çektirmektedirler.
Manası idrak edilerek okunan "dua" sonucunda “amin” demek varlığın tek olduğunun idraki ile istek ve taleplerim ondan, onadır, o istemeden hiç bir şey olamaz. Var olanın sadece tek (doğmamış, doğurmamış, sınırsız, eşi, benzeri olmayan, ahad) “Allah” olduğunu hiçbir tereddüdüm olmaksızın tasdik ediyorum, onaylıyorum (iman ediyorum) diyerek bilincin kodlanması olayıdır.
Bir şeyi red etmek o şeye karşı kendini kapatmak, kilitlemek, ondan uzak kalmaya neden olmaktadır. "İman etmek= amin demek" ise o şeye karşı kendini açık hale getirmek demektir. Bundan dolayı da peygamberlere iman etmeyen kişi otomatik olarak onlarla olabilecek rezonansı kesmekte, dolayısı ile kendindeki o kanalı kapatarak, özündeki mevcut o boyutu açığa çıkaramamakta, hakikatleri anlayıp, değerlendirmekten mahrum kalmaktadır.
Hz. Muhammed(as)in sözleri ve uygulamaları kendi akıl ve mantıklarına ya da buna dayalı olarak anlamaya çalıştıkları “Kur'an'a” uymadığı için, hadisleri açıklamaya gücü yetmeyen bir takım kimseler mahcup olmamak, kendilerini küçük ve zor duruma düşürmemek için Hz. Muhammed’i(sav) ve onun sözlerini red yoluna gitmektedirler.
Hadislerin önemi olmadığını belirterek, sadece Kuran bize yeterlidir diyerek Hz. Muhammedi(sav) devre dışı bırakan bu kişiler bilinçlerini o frekansa kapatmış olmaları dolayısı ile etki alanı dışında kaldıklarından Hz. Muhammedi(sav) değerlendirememekte, Hz. Muhammed’in(sav) özünden okuduğu onun bilincinden açığa çıkan Kur'an’ı da asla idrak edip anlayamamaktalar. Ne kadar çabalarlarsa, çabalasınlar,ne yaparlarsa yapsınlar anlamaları kesinlikle mümkün değildir.
Peygamberlerin ilim ve enerji(şefaat) alanına giremeyenler o alanlarla bağlantılı olan velileri de anlayamamakta, onları yanlış değerlendirerek işi kafirlikle suçlamaya kadar götürmektedirler. Fakat bu yapılara dil uzatanlar, hakaret edenler, sistemin gereği olarak karşılığını almaları da bu enerji alanları vasıtası ile olmaktadır.
Din(sistem) bir enerji alanıdır. Ve kullanılan enerji o dinin peygamberi(rasulü, nebisi) ile bağlantılıdır. Müslümanlık da kullanılan enerji “Muhammedi enerjidir”. Hz. Muhammed(sav) ile enerjiyi kopardığınız zaman elektrik kesilir. Müslümanlık adı altında yapılan uygulamalar bir kulüp fiiliyatından öteye geçip, insanda dikey yükselişi gerçekleştirip, yüksek meta-fizik açılımları oluşturamaz.
Günümüzde "deizm" adı altında yapılmak istenen de budur. Onun için Müslümanların başına rahmet yerine, bombalar yağmaktadır.
Günümüzde "deizm" adı altında yapılmak istenen de budur. Onun için Müslümanların başına rahmet yerine, bombalar yağmaktadır.
Hz.Muhammed(sav) iman etmeyip, onu red eden kişi, onun çeşitli seviyelerdeki “ilim ve enerji alanının = Şefaatinin” dışında kalmakta, o boyutu, o kanalı kendisinde açığa çıkaramadığı için de, onun ortaya koyduğu gerçekleri en alt düzeyde bile anlayamamaktadır.
İman edenler ise kapasiteleri, imanları oranında ondan “enerji ve ilim = şefaat“ temin etmektedirler. Bu şefaat kendilerine çeşitli ilmi, dini, bilimsel kitaplar, filmler, kişiler, vb. yollarla, farkında olmasalar da bir şekilde gelerek onları beslemekte, sonsuzluk boyutuna hazırlamaktadır. Kişi bu enerji (şefaat) alanı içerisine girdiğinde her taraftan İrşad(hakikat bilgisi) akmaya başlar. Allah her taraftan yüzünü göstermeye başlar. Bazen yolda insanın ayağına takılan bir taş bile, ona yol gösterici olur.
Allah, kainat adı altında işleyen sistemin(sünetullah'ın) tamamını, çokluk boyutunda (dünyada) kendini en iyi bilebildiği/bulabildiği rasul boyutundan “Muhammed”adı altında bize duyurmaktadır. Rasul dünyada Allah ilminin surete bürünmüş halidir. Allah'a aynadır ve Allah ancak o görüntü vasıtası ile kainat da görülebilir. O görüntüye iman etmek Allah'a iman etmek demektir. Bu Kuran’da (Nisa suresi/80) “Rasule itaat, Allaha itaattir” şeklinde ifade edilmiştir.
Hz. Muhammed(as) iman etmek onu et, kemikten oluşmuş bedensel özelliklere sahip bir varlık olarak değerlendirmenin ötesinde kişinin kendi özünde o boyutsallığı bularak bir bilinç titreşimi olarak onda yok olması demektir. Kur'an’ın bahsettiği rasuller, nebiler, veliler yaşamış oldukları çağlarda halk suretinde görülen Hakk'ın kendi öz’ünde yaşamış olduğu hallerin, mecazi anlatımıdır. Hakk'ın bu suretlerde kendi, kendini seyridir.
Bu zatlar (rasuller, nebiler, veliler) Hakk’ın sureti ile alem'in suretini kendilerinde bir araya getirmişlerdir. Onlar Hakk ile alem arasındaki geçiş kapıları/berzah dır.
Her an onlardan dünya üzerine yayılan “irşad dalgaları” ilgili kişilerce kapasiteleri oranında alınıp, değerlendirilerek, yeni algılamalar, yeni bakış açıları ortaya çıkmakta ve bu bakış açıları dünyayı yenileme içerisine sokmaktadır.
Âlem, Muhammedî hakikatin cüzlerini oluşturur. Zübde-i âlem(alemin özü) Hz. Muhammed’dir. Ortada tek bir hakikat vardır, fakat anlayabilmemiz için mertebelere ayrılmıştır. Makamsızlık makamına ulaşmak, insanın amacıdır. İkiliğin ortadan kalkması ve hakikat yolcusunun tevhid ehli olmasını sağlayan vesile bu makamlardır.
Tevhide giden hakikat yolcusu, bu yolda ikilik ortadan kalkıncaya kadar yürür. Allah ile kul arasında zulmânî ve nurânî perdeler kalkar. Yolcu öyle bir makama gelir ki, kendisinde “benlik” kalmaz. Bu makam; insan-ı kâmilin nefsi ile yaptığı mücahede ve riyazet neticesinde keşfedilip, tadılan bir hâl ve zevk olduğundan bu sırrı başkasının anlaması mümkün değildir. Tatmayan bilmez.
Yorumlar
Yorum Gönder