Kıyamet alametleri
Kıyamet, ne zaman, nasıl kopacak ?..Bu sorular binlerce yıldır insanların en çok merak ettiği ve cevap aradığı konular olmuş, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de kutsal kitaplar ve sözlerden çeşitli manalar çıkarmak suretiyle çeşitli tarihler ve varsayımlar oluşturularak öngörülerde bulunulmaktadır.
Bu ve benzeri soruların tatminkar cevabını alamamaktaki en büyük engel, insanın bir evrenin içinde kainatta yaşadığını var sayması ve tüm sorulara bu şekilde cevap arıyor olmasındadır. Ancak gerçek bunun tam tersidir. “İnsan kainatta değil, kainat insan da yaşamaktadır.”
Bugün bilimin tespiti de şudur ki !..Evren “holografik”(zerrede tümün boyutlar halinde saklı olduğu, frekans dalgalarından oluşmuş) bir yapıdır. Beynimiz holografik esaslara göre çalışmak suretiyle evreni algılamaktadır.
Doğru değerlendirmeler yapabilmemiz için yaşama ve olaylara bakışımızı yani düşünce ve değerlendirme sistemimizi de evrenin ve beynimizin çalıştığı bu holografik yapıya uygun şekilde yeniden yapılandırmamız gerekmektedir.
Değerlendirme sistemimizi bu esaslara göre yaptığımız zaman görürüz ki!.. İnsan(mikro-kozmos) ve evren(makro-kozmos) varlıklarını aynı öz’den alan yaratılışın ifadeleri olması dolayısıyla “evren=insan” dır.
Yani, evren sizsiniz, evren sizin bilincinizde oluşturduğunuz sanal benliğinizin kendisidir. Her sanal benlik diğer benliklerle etkileşim içersin de olan ayrı bir "paralel evren" dir. Evren içi evrenlerde yaşamaktayız. Benlik sadece kendindekini algılamakta, dolayısı ile herkes kendi evreninde yaşamaktadır.
Evren, bize bizi gösteren bir aynadır. Evren ancak insan, şuurlu varlık ile var olabiliyor. İnsan algılamasını kestiğinde ise “insan=evren”i de kaybolmaktadır.
Bundan dolayı, asırlar önce kendi özlerinden “evrensel sistemi” okuyarak o günkü insanın ilmine ve anlayış kapasitesine yönelik olarak hikayeler şeklinde anlatılanları, her insanın kendi oluşumuna göre değerlendirmesi gerekir.
Çünkü, olaylar her insan da kendine has olarak yaşanmaktadır. "Anlatılanlar evvelkilerin masalları değil, gerçeklerin açığa çıktığı, beynin geçtiği bilinç boyutlarıdır”.
Kur'an, bu gerçekten dolayı her insana hakikatine dönük olarak seslenir. Evrenseldir, an’a dönüktür. İnsanlar akıl etsinler, düşünsünler, kendilerinde bulsunlar da gerçekleri fark ederek ona göre yaşasınlar çabası içindedir.
Kutsal kaynaklarda ifade edilen “kıyamet alametlerini” yukarıdaki açılım (evren=insan) içerisin de anlamaya çalışırsak “sistemin tamamını an da, kendi özünden okumuş” o muazzam beynin (Muhammedi boyut)un bu konuda verdiği mesajlarla işaret ettiği hakikatleri kendi özümüz de bulabiliriz.
"Kendinde açığa çıkardığın (evrensel) bilgi kaynağından kitabını oku, bugün hesap görmek için sen kendine yetersin.” (İsra suresi/14)
Bu bakış açısıyla “kıyamet alametleri” olarak ifade edilmiş mecazlarla hangi hakikatlere işaret edilmekte olduğunu, anlayabildiğimiz kadarıyla değerlendirmeye çalışalım.
"And olsun, insanlar için şu Kur'an da (hakikati) her türlü misallerle açıkladık. İnsanların çoğunluğu (misalleri gerçek olarak {muhkem} kabul ederek) hakikati örttüler."(İsra suresi/89)
Nefse zulmün hakim olduğu bir ortamda (kişi tek varlık bilinci gelişmemiş olması nedeniyle kendisini ayrı birimsel bir varlık olarak kabul etmesinden dolayı iç dünyasında yaşadığı kaygılar ve korkular dolayısıyla kendi nefsine zulüm etmektedir)kişinin alemi sorgulamaya ve düşünmeye başlamasıyla, ölü olan (farkındalıktan uzak)şuuru sorgu melekelerini çalıştırabildiği oranda içsel dünya frekansı ile rezonansa girer.
Bunun neticesinde, kişiye farkında olmasa da değişik kanallar (kitap, arkadaş, film, vb.)yoluyla, tek olan varlığın dışında ikinci bir varlık olmadığı, kendi varlığının da tek den ayrı olmadığı yolunda “evrensel bilgi” gelmeye başlar.
Yani kişinin özündeki "Mehdi"*(hidayet eden, karanlıktan aydınlığa çıkartan, ilim ağırlıklı boyutsal yapı) ortaya çıkar. Bu hakikat ilmi ağırlıklı farkındalık sağlayan oluşum kişinin bilincinde açığa çıkan “Mehdi” sidir.
Mehdinin(hakikat ilminin) bilinçte açığa çıkması ile kişi, gerçekte birimsel parçalardan oluşmuş ayrı ayrı varlıkların olmadığını anlar. Kendisinin o ana kadar var olarak algıladığı çokluk alemininde aslında bir illüzyon(yanılgı) olduğunu fark ederek gerçek varlığın “tek, tümel bir yapı” olduğu hakikatinin farkına varır.
Yalnız, kişi ilim yoluyla aldığı bu gerçeği (yoğun enerjiyi) bilincini bütünden ayrı birimsel bir varlık olma düşüncesinden tam arındıramadığı için, bu süreçte, kendisini yönlendirecek bir rehberi, öğretmeni(mürşid) yoksa bu yoğun enerjiyi kontrol edemez.
Madem varlık tek, o zaman ben tanrıyım, istediğimi yaparım yanlışına düşerek kendisini şeytani boyut içersin de bulur. “İlmi şeytanı olur" ve deccalı ortaya çıkar.
Bu suretle bilinçteki “Deccal”*(benlik) tanrılığını ilan ederek, madem ben tek in varlığıyım, ben de, bu bedende istediğim her şeyi yaparım!.. diyerek, yeme, içme, seks, her şeye sahip olma gibi arzu ve istekleri tatmin ederek yaşamaya başlar.
Bu da kişiyi nefsinin bataklığına sürükler. Bunun neticesinde kişi de ruhaniyetten uzak insan görünümde hayvani bir yaşam “dabbet-ül arz” (dört ayaklı mahluk) bilinci ve yaşamı oluşur.
“Deccal” ile ilk mücadeleyi kişideki “Mehdi” (sahip olduğu hakikat ilmi) yapar. Fakat ben tanrıyım dilediğimi yaparım bilincini öldürmeye mehdinin gücü yetmez.
Kişi, arzularına dönük yaşam ile nefsinin bataklığında boğulacak haldeyken, özünden“İsa”*sı (Tek’in kudret vasfını ağırlıklı olarak taşıyan boyutsal yapı) Muhammedi boyutun ilmine de sahip olarak, kişinin bilincinde açığa çıkar.
Ortaya çıkan bu “yoğun enerji” karşısında içsel bir temizlik, arınma oluşur ve “deccal bilinci” bu yoğun enerji karşısında eriyerek yok olur
O güne kadar kişinin birimsel, sanal varlığının oluşmasının ve devamının iki ana kutbu olan “yecüc ve mecüc” (alt-bilinç ve üst-bilinç) şuurda açığa çıkan yoğun enerji (aydınlanma) sonucu bedensel varlık olgusunun oluştuğu “sed” (kişideki çokluk kavramını oluşturup, tek bilincine ulaşmasını engelleyen perde, duvar) yıkılır, ortadan kalkar. "Sınırlı varlığın frekans dalgaları” evrensel bilincin sınırsız tek lik okyanusunda kaybolurlar.
Böylece onların hepsi bir araya toplanmıştır. “Sur üflenmiştir.”(bilince bu yoğun enerjinin yaptığı kalk uyan ikazı yapılmıştır) Kişinin o güne kadar “ben ve diğerleri” üzerine kurduğu her şey eriyip yok olmuştur.
Kişi, hipnozdan uyanan insan misali, ulaşılan bilinç seviyesi ile “dabbet-ül arz” (dört ayaklı, bedensel yaşayan varlık) durumundan, teklik şuurunun bilincinde hakim olduğu “Kamil insan” bilincine ulaşmış olarak “kıyam eder"(ayağa kalkar).
Bu suretle kişinin“kıyam et”i kopmuştur. Bilincin oluşturduğu “sınırlı varlık ve evreni” yok olmuş, sınırsız tek varlık şuuru ile kişi kendisini öz de bulmuştur.
Bu hal “ölmeden önce ölmek” diye belirtilen, kişinin o güne kadar var zannederek yaşadığı birimsel, bağımsız sanal benliğini yok ederek tek deki varlığının idrakine vardığı “an” dır.
Bu yaşanılan hal öylesine büyük ve yüce bir enerjidir ki !.. Burada yani “tek”lik bilincine ulaşıldığında yaşanan “yalnızlık” halidir. İnsan ın karşılaştığı bu oluşa artık “ben” demesi mümkün değildir.
Bu yaşanılan hal öylesine büyük ve yüce bir enerjidir ki !.. Burada yani “tek”lik bilincine ulaşıldığında yaşanan “yalnızlık” halidir. İnsan ın karşılaştığı bu oluşa artık “ben” demesi mümkün değildir.
Kişi, kendini bilmeye başladıkça da kendindeki yeni boyutların farkına varacak, genetiğinin ve terkibinin oluşturmuş olduğu “sanal benliğini” öldürüp, gerçek benliğine, "beden kabrinden" dirilerek (bilinci uyanıp, ayağa kalkarak)"kıyam" edecektir.
"Şüphesiz tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır mutlaka tefekkür edin (düşünün, sorgulayın)"(Nahl suresi/11)
“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır, tefekkür en büyük ibadettir” Hz. Muhammed(sav)
Buna rağmen, mecazların içindeki hakikatleri düşünme, sorgulama gereği duymadan olduğu gibi kabullenenler için kıyam et leri kopmadan önce “mehdi” insanlığa hidayet getirmek için ortaya çıkıp deccal ile savaşacak, fakat gücü yetmediği için yenilgiye uğrayınca, “İsa peygamber” dirilip, çift çatallı kılıcı ile, beyaz atının üzerinde gökyüzünden dünyaya inerek olağan üstü güçlere sahip “deccal”- azgın yaratık “dabbet-ül arz” ve “yecüc- mecüc” kavimleri ile savaşıp bunların hepsini öldürüp, yok ederek dünya’yı kötülüklerden kurtaracak.
Bu şekilde “mecazi anlatımlar” ile ifade edilen hakikatleri, düşünmeden, sorgulamadan işin aslı olarak kabullenip, alt bilinç(yecüc)lerine bu şekilde kodlayanlar, üst bilinç(mecüc)lerinin bu algıyı dışa projekte etmesi neticesinde “kendi dünyalarında” bu olayları kabullenip, algıladıkları bu şekli ile yaşayacaklardır.
*Mehdi tenzih ve teşbih esaslarının eşit oranda bileşimi olan İslâm dini`nin "tevhid" ilmini ortaya koyan yüksek ilim ağırlıklı bilinçsel yapıdır.
“Mehdi” hidayete, Allah'ın istediği doğru yola erdirici ve böylece de kurtarıcı demektir.
Hidayete erdiricilik özelliği olana Mehdi denir. Bu nedenle de Kuran da hidayete erdirici olması dolayısı ile Mehdi diye isimlendirilebilir. Aslında gelecekte Mehdi olarak gelmesi beklenen, bir kişi değildir. İnsanların Kuran ile hidayete ulaşmalarıdır. Diğer bir ifade ile mehdi, Kuran’dır.
*Deccal teşbih esasını, benlik üzerinden algılayıp, yanlış değerlendirme neticesinde, bilincin kendini tanrı olarak kabul etmesi ve bedensel boyutta bu durumu yaşamasıdır.
*İsa aleyhisselâm ise, "teşbih" hakikatını insanlığa açmış zât olarak, bu yüzden meydana gelen sapmaları düzeltmek üzere "kudret" sıfatının bir tezâhürü olan "Allah`a yakîn" hâlinin sembolüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder