Süleyman peygamber ve Mucizelerini kuş dilinden Allah'ça okumak
Zaman ve mekân içinde ötekiler olarak algıladıklarımız aslında tek olan bilincin iç içe geçmiş boyutsal bilinç katmanlarıdır. Her birimiz holografik yaratılış gereği an itibarı ile boyut, boyut bütünü içimizde taşırız.
Bilincini an da(bütünde) bulan birisi, içinde bulunduğu boyut itibarı ile yüz yıllar önce yaşamış ve sistemi okumuş olan bir zat ile aynı frekanstan hakikati kendisinde(güncelde) bularak okur ve yaşamına geçirir.
Kur ’anın amacı da budur. Kur'an'ın ilk ayeti ve hükmü "oku(ikra)" dır. Okunması istenen yazılı bir metin değil, bütüne ait evrensel bilgiyi okuyanın kendinde(güncelde) bularak okumasıdır.
Çünkü Kur'an, evrenseldir. An’a dönüktür. Her insana hakikatine dönük olarak seslenir. İnsanlar akıl etsinler, düşünsünler, kendilerinde bulsunlar da gerçekleri fark ederek ona göre yaşasınlar çabası içindedir.
Hazır olup, evrensel sistemin gerçeklerini algılayabilecek olanların bu bilgileri bulundukları zamanın değerleri üzerinden güncelleyerek okuyup, kendilerinde bulmaları için, kutsal metinlerde derin metafizik bilgiler, çağın algılama kapasitesine hitap eden sembolik dil(cin, peri, melek, şeytan mehdi gibi) benzeri sembollerle kodlanarak anlatılmıştır. Bu sembolleri deşifre edebilenin bilincinde derindeki mana madde(dünya) diline güncellenerek tercüme edilir. Bu suretle süreklilik sağlanır.
Eskilerin kuşdili (evrenin sembol bilgelik dili) olarak ifade ettikleri bu anlatım sistemi insanı düşünmeye, tefekküre derindeki manayı anlamaya sevk ederek, insanın kendini bilme sürecini tetikler.
Kur’an da geçen Süleyman peygamber ile alakalı ayetlerde de, derindeki mana metafor ve mecazlarla sembolleştirilerek kodlanmıştır. Bu suretle okuyan, okuduğu anın değerleri üzerinden sembolleri güncelleyerek özdeki manayı kendinde(dünyasında) bulur. Bu durum insanı derin düşünmeye, tefekküre yöneltir. Bunu gereği gibi başarıp, yaşamına geçirebilen Kur’an ile ikiz kardeşliğini yaşar.
Hz.Süleyman “Rabbim beni bağışla, bana mağfiret et (benliğimi ört) ve bana, benden sonra kimseye layık olmayacak bir güç (hükümranlık) bahşet! Muhakkak ki sen şüphesiz karşılıksız armağan edensin”(Sad suresi/35) diye Allah’a dua etmiş. Bunun üzerine Allah ona, kuşların dilinden anlama, cinlere ve rüzgâra hükmetme etme, an da olan bir hadisenin zamanda yaşanması(mucize) ilmini vermiştir.
Başta Kur’an olmak üzere bütün kutsal kitap ve hadislerde Hz. Süleyman’ın kuş dilini bildiği, karıncanın ayak sesini duyduğu, rüzgârlara hükmettiği, cinler ve insanlardan oluşan orduları olduğu, cinlere dalgıçlık yaptırıp derinlerden hazineler çıkarttırdığı, onları çalıştırıp mabetler inşa ettirdiği anlatılır.“Ey insanlar! Bize mantıku't-tayr ''kuşların dili'' öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu apaçık bir lütuftur” (Neml Suresi/169)
Yine ayetlerde Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını, binlerce km uzaklıkta olan Yemen’den, Kudüs’e göz açıp kapayıncaya kadar getirttiği, yani maddeyi bir yerden başka bir yere ışınlama(anında nakletme) gibi mucizevi işler yaptırdığı ifade edilir.
"Süleyman'ın, cinlerden, ins(an)lardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu."(Neml suresi/17) - “Kendisi için (denizden inci çıkarmak üzere) dalgıçlık edenleri ve (binalar yapmak gibi) başka iş için çalışan bazı cinleri(şeytanları)de onun emrine verdik”(Enbiya suresi/82) - “Biz rüzgârı da onun buyruğuna verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi”(Sad suresi/36) - "Kitaptan bir ilmi olan kimse "gözünü açıp kapamadan ben onu (Belkıs'ın tahtını) sana getiririm" dedi. Süleyman onu yanı başına yerleşmiş, gelmiş olarak görünce: Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye, Rabbimin beni sınamak üzere lütfundandır" dedi."(Neml suresi/40)
Süleyman peygamber ile ilgili kutsal metinlerde anlatılan bu mucizevi olayları gündelik bilinç hallerinde bir şuurla okuyan bunların geçmişte yaşayan Süleyman isimli birinin başından geçen hikâyeler olarak algılar.
Oysa bu hikâyelerdeki semboller okuyanın kendinde bulacağı, zamanın değerlerine göre süreklilik sağlayan algoritmik mesajları içinde bulundurur. Hazır olup da bu sembolleri deşifre edebilenin zihninde, içinde bulunulan zamanın değerleri üzerinden, kavramlar, binlerce yıl öncesinin algılama dilini, bugünün diline güncelleyerek mesajını verir.
Bu mesajları alabilmenin yolu birimsel benlik, ikilik (şirk) oluşturan algılamalardan bilinci temizleyip(abdest)* arındırdıktan sonra teklik bilinci içinde tefekkürle okuduğunu (b) sırrı ile kendinde bularak, kendini okuması (hatmetmesi) ile olur.
Kendini okuyan bedende bedensizliği yaşamaya başlar. Yani beşer yanı ölür (ölmeden önce ölmek hali oluşur) şuur yanı ile dirilir. Allah rab olarak bütün kudreti(mucizeleri) ile o kâmil kulundan(Süleyman) açığa çıkar ve tüm kâinatı, cinleri(bilinçaltı saklı kişilikleri) hayvanları(hayvanlığı yaşayan insansıları) rüzgârı(nefsi) kontrol eder.
Hz. Süleyman’ın, beş duyu ile algılanamayan varlıklara(cinlere) ve madde boyutundaki insan(sı)lara (ins), kuşlara (hayvanlara) ve rüzgâra hükmetmesi, bilinçaltını, üst beynini ve nefsini dolayısı kendi dünyasını oluşturan bedenselliğini an itibari ile her açıdan tam kontrolü, hükmü altına almış olmasının ifadesidir.
Bu durumda bizim mucize olarak gördüğümüz kraliçenin tahtının göz açıp kapayıncaya getirilmesi örneğinde olduğu gibi zaman ve mekan üstü beş duyu ötesi olaylar gerçekleşir. Çünkü mucize an da olan bir olayın zamanda gösterilmesi hadisesidir.
Kraliçe Belkıs’ın tahtı Yemen ülkesindedir. Hz. Süleyman’ın sarayı ise Kudüs’tedir. Arada binlerce kilometre mesafe vardır. Cinler bu mesafeyi ışık hızıyla kat edebilmektedir ve bir kütleyi bir yerden başka yere kütleyi enerjiye çevirerek ve tekrar enerjiyi kütleye çevirerek taşıyabilmektedirler.
Bir insanda, bilincinin ve bedeninin “cin” özelliğini(bedende, bedensizliği) tanıyıp, hükmü altına alırsa, maddeyi ışık hızında, göz açıp, kapama süresinde, bir yerden, başka bir yere nakledebilir. Yani günümüzün ifadesi ile ışınlayarak, kuantum nakil (teleportasyon) işlemini yapabilir.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi binlerce sene önce idrak edilmesi mümkün olmayan evrensel bilgiler zamanı geldiğinde güncellenerek o anın değerleri üzerinden anlaşılabilmesi için ayetlerde semboller ile kodlanmış olarak ifade edilmiştir. Ayetlerin bu suretle her an yenilenerek, süreklilik kazanması Kur’an mucizesidir."O her an yeni bir şe’n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir"( Rahman Suresi/29)
Süley man: Arapça slm kökünden gelir. Slm kökünden selamet çıkar. Sümerce aynı anlama gelen silim, İbranice Şelomo, Latince Salomon ile eş kökenlidir. Anlamı, içsel farkındalıklı, huzurdaki, selamet, barış adamı, aklıselim demektir. Süley man, insanın kendinde bulup, açığa çıkarıp, selamette, huzurda olduğu içsel farkındalığa sahip aklıselim olan bilinç haline işaret eder.
Aklıselim; doğruyu yanlıştan, İyiyi, kötüden ayıran, doğru karar verebilen, selâmete ermiş akıl, akil kimsedir. Aklıselim olmak, aklı, kaynağına, özüne geri götürebilmektir. Aklı kaynağına götürüp kendi kaynağından, özünden hareketle Kur’anı okuyan bilincini Süley man boyutunda(makamında) bulur ve kainatı anlamlandırır.
Bu bilinç hali, içsel farkındalığa sahip olup, ins(ansı) ve bilinçaltı gizli kişilik yapılarından(cinlerden) fark ettirmeden gelen kaygı ve korku oluşturucu vehim ve vesvese yüklü dalgaları(rüzgarları) kontrol edip, dönüştürebilen, aklıselim, huzur insanın bilinç boyutu anlamında “Süleyman” olarak kodlanmıştır.
Kur’an “ins ve cin” kavramları kodlaması ile aynı varlığın iki ayrı yönünü işaret etmektedir.
İns(an): Gündelik, dünyevi farkındalığa sahip üst beyinde madde algısı ile oluşan bilinç boyutudur.
Cin: Başka boyut canlıları değildir. Aynı varlığın genetik ve çevresel etkilenme ve şartlanmalar ile oluşmuş kendi bedensel, birimsel nefsinin bilinçaltı boyutundaki kontrolsüz(ifrit) halinden oluşan alt kişilikleridir.
İnsan bilinçaltındaki bu kontrolsüz, negatif(ifrit) frekans dalga bölgesinin farkında olmadığı için burası “cin=gizli” ismi ile anılır. Bu bölgedeki frekans, enerji yapıdaki gizli alt kişilikler(cinler) gündelik bilinç algılamasındaki ins’anı sessizce, fark ettirmeden gönderdikleri negatif dalgaları(vehim, vesvese) ile kaygı ve korku oluşturup huzursuz edip, istedikleri gibi kullanırlar.
Çünkü benliğin alt katmanlarında olağanüstü miktarda kişiye saklı=cinni farkında olmadığı depolanmış veri vardır.** Bilinçaltından gelen bu sinsi yayınların ne kadar sessizce, fark ettirmeden gelmekte olduğu ve Süley man’ın bu konudaki yüksek içsel farkındalığı “karıncanın sesini duyabilmesi”olarak sembolleştirilmiştir. "Şirk, karıncanın ayak sesinden bile daha gizlidir."Hz. Muhammed(sav)
Gündelik bilinç hallerinde bütünden kopuk, bireysel benlik algılaması ile var olan ins(an) beyni her an bilinçaltından gelen bu cin’ni(gizli) negatif yayınlardan oluşan rüzgârların getirdiği vehim ve vesvese bombardımanı altındadır. Bu yayınların bir tehdit algısı oluşturması neticesi, insan gelecek yaşam, ölüm, vb. konularda kaygı duyup, panik yapıp, korkmaya başlar. İnsan acele, panik ile düşünmeden yaptığı işler neticesi üst beyin(akıl) üzerindeki kontrolünü kaybettiğinde, bilinçaltı enerji alt kişilik(cin)ler kontrolü ele alarak insanla istedikleri gibi oynayıp, onu huzurdan uzaklaştırıp, tüm yaşamını cehenneme çevirirler. Bu durumdan kurtulmanın çaresi ise bilincin kendisini huzurlu içsel farkındalık boyutunda(Süleyman makamında) bulmasındadır.
Bu boyutun enerjisi ile ins ve cinlerden gelen yayınları farkındalıkla meleki kuvvelerle ağır okuyup(sorgulayarak, tefekkürle) nötrleyen, bu yayınları kontolü altına alarak, onları etkisizleştirir. Yani o bölgeden gelen negatif veri yüklü frekansları(rüzgârları) beynin kuvvelerinden geçirip, meleki kuvvelerle dönüştürmek sureti ile onlara hükmederek, huzurdaki insan(Süley man) olur. Selâmette olma (Her türlü korku, tasa ve tehlikeden uzak bir halde güvenlik içinde olma) halini dünya(sın)da yaşamaya başlar.
Nefsin en şiddetli aldatıcı rüzgârları cinni aldatmacaların en yoğun yaşandığı yer nefs-i mülhime girdabıdır. Burada ilim ve farkındalıkla nefs ve benlik rüzgârlarını kontrol edebilen, rüzgârı(nefsi) istediği şekilde yönlendirir. Girdapları aşıp, huşu içinde, nefs-i mutmaine limanına ulaşır. Burada bedenselliğin ve bilincin tüm rüzgârları kontrol altına alınmış olur. Hz. Süleyman kontrolü altına alıp, dönüştürdüğü enerji yüklü frekanslar(rüzgarlar) ile kendi bedenine (dünyasına) yönelir ve ulaştığı içsel farkındalıkla bilinçaltındaki veri okyanusunun derinliklerindeki gizli hazine(kenz-i mahfiyi) keşif eder.
Dalgıç kelimesi gavvas(gavs) denize dalarak derinlerdeki gizli hazineleri bulup, çıkarabilecek nefese, güce sahip kimseyi ifade eder. Süleyman’ın cinlere(bilinçaltının derinliklerinde varlığını sürdüren gizli kişilik yapılarına) dalgıçlık yaptırması, bilinçaltının derinliklerindeki verilerin yukarıya, göğe farkındalıklı üst bilinç (ins) boyutuna, tefekkür(sultan bir güç) ile şıhabla(yakıcı frekans dalga) temizlendikten sonra taşıması olarak sembolleştirilmiştir. "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablar(yakıcı ateş) ile kaplı bulduk."(Cin Suresi/8)
Bilinçaltının derinliklerindeki zengin verileri(ilmi) farkındalıkla tefekkür(şıhab) ile arındırıp göğe, üst beynine(dünyasına) taşıyan burada bu zenginlikle yeni bilinç yapılarını(mabedleri) inşa etmeye başlar. Bilinç dünyasına yeni format atar.
Bu yapılanma sırasında sanal benlik, birimsellik ve ötekiler algısı ölür. Bilinç yepyeni bir farkındalıkla tevhid bilinci içinde, bedende bedensizliği yaşayan, aklıselim(aklı kaynağına götürüp, kendi kaynağından, özünden hareketle Kur’anı/kainatı okuyan olarak) Hz. İsa’nın ikinci doğuş olarak ifade ettiği, melekut alemine doğar.
Bu alemdeki insan-ı kamil, aslen cennette(huzurda) olmasına rağmen, halkla cehennemde yaşıyormuş gibi(sıkılıp, üzülüyor, vb.) görünür. İns ve cin onun beşer yanın ölü olduğunu anlayamaz. Bedenselliği(asası) ile normal bir beşer gibi yaşamaya devam eder. Onun için"Allah'ın evliyası, O'nun örtüsü altındadır. Dışarıdan bakan onları göremez" denmiştir.
Ta ki!. bu hücresel yapı, bedeni(asası) biyolojik ömrünü tamamladığında asa(beden) yıkılır. İşte cin ve ins ancak o zaman onun öldüğünü fark eder. “Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı(uzun bir süre ölü olarak değneğine dayalı kaldı) Ancak bir güve böceği değneğini yiyordu(bedenselliği oluşturan hücreler yaşlanıp, çürüyordu)asa(beden) iyice zayıflayıp yere düşünce, Süleyman’ın ölümü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı (Süleyman'ın beşer tarafının ölü olduğunu, bedende, bedensiz/benliksiz yaşadığını) bilmiş olsalardı o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı, (inşasına memur edilip de zahmetle ikmal ettikleri mabedi(Beytü'l-Makdis'i) inşa etmezlerdi) ”(Sebe suresi/14)
Kur'an’da mevcut olan her şey insan da mevcuttur. Ayetlerdeki mucizeler sadece okuyup, iman etmek için değil, insanın özündekini açığa çıkarması için nazil olmuştur. Dolayısı ile ayetler insanın çeşitli boyutlarının hal dilidir. Bizden, bizedir olay.. Erenlerin dediği gibi "Her ne ararsan, kendinde ara" sözünün ışığında her insanın, ayetlerdeki sembollerin karşılıklarını ve Süleyman’ı kendinde bulması gerekir. “Bilin ki Allah'ın Resülü içinizdedir”(Hucurat suresi/7)
“Şeriat tarikat yoldur varana, Hakikat mârifet andan içeri..
Süleyman kuş dilin bilir dediler. Süleyman var Süleyman’dan içeri..
Ben kuş dilin bilirim, Söyler Süleyman bana.
Beni bende demen bende değilim, Bir ben vardır bende benden içeri.
Şeriat ehli ırak(uzak), Eremez bu menzile.” (Yunus Emre)
İnsan özünde holografik olarak kodlanmış veri yüklü, frekans dalgaları ile iletişime girip, sisteme ait bilgiyi deşifre edip, okuyabildiği oranda kendini özde, bütünde bulup, hakikate ulaşır. Yani insan Kur'anı tam olarak anlayabilirse kendini de tanımış ve anlamış olur. Kendini tam olarak anlamış olanlar ise Kur'anı gerçek anlamıyla okumuş ve öğrenmiş olurlar. Bu seviyeye gelmiş olanlar ise “canlı Kur'an = kâmil insan” olmuşlardır. “İnsan ve Kur'an ikiz kardeştir” Hz. Muhammed(sav)
*Abdest, bilincin ikilikten(şirk) temizlenmesi olayıdır. “Abdest almadan Kur’an’a dokunmayının” anlamı, bilincinizi, bakış açınızı şirkten temizlemeden (tahir olmadan) okursanız hakikati, gerçek manayı anlayamazsınız anlamındadır.
**Cinni(ifrit) bölge; Farkında olduğumuz sorgulayıp, analiz ederek neticeye giden, dünyamızı oluşturan üst beynimiz 60-70 yaşında iken, farkında olmadığımız alt beynimizdeki evrensel canlı 4 milyon yaşındadır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana gelen ve nesillere genetik bir şekilde intikal etmiş olan yaşanmışlıkları, olumsuzlukları, travmaları, benzer durumları gerektiğinde açığa çıkmak üzere veri arşivinde bulundurur. Atalardan genetik yollarla nesillere nakil olan alt beyin bilgileri, ebeveynleri kanalı ile yeni dünyaya gelenin alt bilincine transfer olur. O da, kendi üst beyin bilgileri ile birleştirip, zenginleştirerek bir sonraki kuşağın alt beynine nakleder. (Her hücredeki, bir ribonükleik asit, RNA molkülü 20 milyon bilgi taşımaktadır) Bu veri birikimi muazzam bir güç demektir. Fakat, bu güç, farkındalıkdan uzak kalıp, kontrol edilmediğinde, potansiyel bir tehlikedir. Çünkü sorgulama ve muhakeme esaslı “akıl” üzerinden değilde, nefs ve benlik esaslı “zeka” üzerinden işleyen, nefsi emmare olarak da isimlendirilen bu güç(cin, ifrit) üst bilinç (akıl) tarafından kontrol edilmediğinde, insanın yaşamı, alt bilinç veri tabanı doğrultusunda nefsani olarak sorumsuzca yönlenir.
Merhaba. Bu durumda bilinçaltı temizliği tavsiye eder misiniz.
YanıtlaSil