Yüksek şuura çıkışın aracı - "Namaz" gerçeği

İnsanlar yakın zamana kadar her şey maddedir. Ötelerde de, uzayda bir yerde maneviyat alemi olabilir görüşünü savunuyorlardı, oysa günümüzde bilimsel temeli olan çevrelerde bu iki alemin birbirinden ayrı iki mekan olmayıp, algılayanın algılamasından kaynaklanan aynı "tek" yapı olduğu fark edilmiştir.

İnsan beyninin deşifre edebildiği dalgalar itibari ile var olarak kabullendiği biyolojik bedeni ile madde aleminde yani “günlük düşük frekanslı bilinç hallerinde” yaşarken beyninin tanımlayamadığı dalgalar itibari ile farkında olmasa da manevi boyutu yani “yüksek frekanslı üst bilinç hallerini”(bütünü) de özünde bulundurmaktadır.

İnsanın farkındalığa ulaşıp benliğinden vaz geçtiği an “yüksek frekanslı üst bilinç hallerinin”  açığa çıktığı an’dır. Bu Nur dur. Kudrettir. En yüksek, en üst frekans dediğimiz bu enerji aslında her an, bizde mevcuttur. Fakat zihin nedeni ile açığa çıkamaz.

Çünkü insan zihni öz'de mevcut olan bu “yüksek frekanslı bilinci” (bütünü) beş duyu vasıtası ile parçalar, böler ve “gündelik bilinç halleri”ne dönüştürüp, varlıklar/ötekiler algılatması ile insanın dünya(sın)da ki yaşamı olarak açığa çıkartır.

Zihin başı boş bırakıldığı zaman başı boş dolaşan enerji girdapları ile dolar. Gelişi güzel bir şekilde kafamızda bir geçmiş anılarımız, bir gelecek ile ilgili tasarımlarımız dans ederler. Üstelik bütün bunlar dışarıdan bizim bilinçli bir müdahalemiz yoksa hep geçmiş kalıpları tekrar eder bir şekilde hareket ederler.

Kişi dünya(sın)da “günlük düşük frekanslı bilinç hallerinde“ yaşarken, bütünü yani “yüksek frekanslı üst bilinç hallerini” (mana alemlerini) tam olarak algılayıp fark edemez. Hakikati fark edene kadar kendisinde çeşitli iniş, çıkışlar yaşar. Bir idrakte sevinir, ben’liğine mal eder. Ben yaptım der. İstemediği bir durumla karşılaştığında perdelendiğinde ise kendini ayırır, ötesindekini suçlar, rabbim bana bunu yaptı der.

Dolayısı ile kişi bedeni ve beyni itibari ile madde diye kabul edilen boyutta, dünya(sın)da yaşadığını zannederken aynı zamanda da, bilinci ve ruhu (ışınsal, dalga bedeni) itibari ile "maneviyat aleminde" yaşamını sürdürmektedir.

Her iki bedeninde varlığını sağlıklı sürdürebilmesi için ihtiyaçları vardır. Nasıl madde bedenimiz için ihtiyacı olan gıdaları almak zorunda isek, yemek yememezlik yapmıyorsak aynı şekilde enerji bedenimizi de beslememiz gerekmektedir. Kişi hangi mertebede olursa olsun, nasıl bedenin gereği yemek yiyip, içiyorsa, enerji, dalga (ruh) bedenin ihtiyacı içinde gerekli çalışmaları yapmak zorundadır.

İnsanın enerji, dalga bedenini beslemesi için yapacağı bütün çalışmaların bedeni, fiziki yani şekli bir tarafı vardır. "enerji dalga beden" için gerekli olan en önemli çalışma ise "namaz" (salat) dır. “Yüksek frekanslı üst bilinç” hallerine yükselme olgusu olan “namaz” bedeni hareketlerle yapılan bir ritüeldir.

Bu ritüelde önemli olan şekilcilik, yani "yatay yükseliş" den öte, namazın ruhu "dikey yükseliş" yönünü keşfetmek ve yaşamak gereklidir. Yani namaz kişideki madde bedenin egonun (beş duyu algısının) eridiği, yok olduğu “yüksek frekanslı üst bilinç hallerine” yükselişin gerçekleştiği “miraç” olayının yaşandığı haldir.

Bilinçli olarak kılınan namaz sırasında kişi “gündelik bilinç hallerinden” “yüksek frekanslı üst bilinç hallerine” geçiş yapabilmektedir. Namaz sırasında ayet anlamlarının hissedilip, yaşanmaya başlanması ile “gündelik bilinç hallerinin” hakim olduğu beyindeki “beta” dalgaları yerini kişiye huzur, huşu, teslimiyet, tevazu, hayranlık, birlik, tamamlanmışlık gibi kişiyi benliğinden uzaklaştırıcı halleri ortaya çıkartan “alfa” dalgalarına bırakacaktır. Bu da Kuran’da “Onlar salat(namaz)larında huşu içersindedirler” (Mü’minun suresi/2)ayeti ile ifade edilmiştir.

Miraç, aslına kavuşup, aslında yok olmaktır. Kişi aldığı ilimle, bilinçli olarak namaz’ını kılarsa, kendisinde miraç başlar. "miraç" ilim ile şuur semasında yükselmektir. Miraç, enfüs ile afakın iç ile dışın birleşme noktasıdır. Burası beş duyu kavramlarının geçerliliğini kaybettiği sevenin, sevilende yok olduğu yerdir.

Bu noktada ikilik yoktur. Her şey kendinden, kendinedir. Gül olur, gülü koklar, melodi olur, melodiyi dinler. Gören, görülen, koklayan birlenir. Gören, görülende kendi olur. Burada kişinin kendisinden eser kalmamıştır artık, iki olarak algılanan bir olmuştur. Var olan sadece o dur. Bunun içinde Hz. Muhammed(sav) miraç’da, “Dur ya Muhammed Rabb’in namaz kılıyor” yani “namaz kılan sen değilsin, benim” denmiştir.

Namaz ile insandan istenen, gün içerisinde belirli periyotlarla (beş vakit) aralar vererek, en azından günde, birkaç defa “yüksek frekanslı üst bilinç hallerine” geçiş yapılmasıdır. Namaz sırasında “yüksek frekanslı üst bilinç hallerine” geçip dalga bedene olumlu yükleme yapan birey “düşük frekanslı gündelik bilinç hallerine” yani, dünya(sına) tekrar geri döndüğünde benliği artık eskisi gibi olamaz.

Beyninin programlandığı üst frekans ölçüsünde algısı değişerek, kişilerin ismine, suretine takılmadan olayları üst frekans boyutundan algılamaya ve okumaya başlar. Böylece olayları suretlere mal etmez ve "resmin tamamını görür, gördüklerini gördüğü şekli ile kayıtlamaz".

Kişiyi ontolojik anlamda birkaç basamak yükselten salat(namaz)ın getirisi olan bilinç hali kişinin tüm gündelik davranışlarına otomatikman yansır. Gülün kokusu, yediğinin tadı, duyduğunun anlamı derinleşir. Evrendeki her birime sevgi ve aşkla bakar. Gören, duyan, koklayan, evrenle bir olur.

Namaz sırasında bilinç bedene eşlik etmediğinde, insan beyni günlük dünya düşüncelerine kaymakta, giyeceği elbiseyi, akşama yapacağı yemeği, çocuğunun okul masraflarını, vb. düşünmeye başlamakta bu sırada tefekkürden uzak, bilinçsizce, anlam yüklenmeden, ezbere okunan dualar ve taklidi yapılan fiiller ise beyin’de boyutsal bir açılım oluşturmayıp beyindeki biyoelektrik akış“gündelik bilinç hallerinde” kalarak, “üst bilinç hallerine” geçiş yapamamaktadır.

Namaz esasen tamamıyla öze, özünde mevcut olan “yüksek frekanslı üst bilinç hallerine” yönelme olayıdır. Bundan mahrum olanlar, kendilerinde ortaya çıkabilecek çok değerli şeylerden kendilerini yoksun bırakmaktadırlar. Namazın eda edilmemesi  kişinin bütünden uzaklaşıp, günlük düşük frekanslı, bölünmüş bilinç hallerinde kalması demektir.

Namaz mümkün olduğunca dış dünyadan soyutlanarak tam bir konsantrasyon ile okunan manaları enerji, dalga bedene (ruha) yükleme metodudur. Namazı bir jimnastik gibi anlayıp uygulamak tümüyle cahillikten ve meselenin iç yüzünü görememekten kaynaklanan ilkel bir görüştür.

Hz. Muhammed(sav) in “zorlaştırmayın, kolaylaştırın” demesine rağmen, günümüzde ibadetler aslından, ruhundan uzak, abartılı, mekanik olarak yapılan fiiller olarak algılanmakta yapılması istenen çalışmalar tapınma, borç ödeme, tanrıya yaranmak için yapılan işler olarak anlaşılıp, bir yük gibi görülmesi neticesi insanlar ya namazdan kaçmakta ya da evham ile, cehennem korkusu, toplum baskısı veya alışkanlık edinmiş olmaları nedeni ile bilinçsizce namaz kılmaktadırlar.

Bu durumda da yapılan çalışmalar esas amacından uzaklaşıp adetlere dönüşmektedir. Gerçek namaz bilincin iyice berraklaşması, ruh halini alması, madde bedenin, bütünde yok olması, çift algılananın, tek olması demektir. Düşünce bu hale geldiğinde kişide “miraç” olayı başlar.

Bu işin farkında lığına ulaşmış kimselerde, beden ile olduğu kadar şuursal olarak da teslimiyet içerisinde kılınan namaz sevgi ile zevkle, canla, başla yapılan bir tür boyut değiştirme, o boyutun yaşamını seyretme halidir. Çünkü namaz ile alt frekanslardaki yapı (beden) tek olana (yüksek frekanslı bilinç hallerine) yükselmektedir.

Bu hakikati kavrayıp keşfetmiş olan zatlar (nebiler, rasuller, veliler, vb.) namaza bu yüzden çok önem vermişlerdir. Ve onlar bu çalışmaları (ibadetleri) büyük zevk alarak yapmışlardır. Hz. Muhammed (sav) “Namaz din(sistem)in direğidir” ve “ Namaz müminin miracıdır” ifadeleri ile konunun önemine dikkat çekmiştir.

"Namaz" bilinçsizce, tefekkürden uzak bir şekilde, taklit en yapıldığında, vazife gereği yapılan zahmet ve külfete dayalı zoraki bir hizmet olmakta, beyin sadece bedensellikte “günlük bilinç hallerinde” kalıp, üst bilinç hallerine geçiş yapamadığından, kişinin kıldığını zannettiği namaz gerçek amacına hizmet edememektedir. Bu da Kur'an’da“Yazıklar olsun,yuh olsun! o namaz  kılanlara ki, onlar kıldıkları namaz’dan gafildirler, habersizdirler. Kalpleri o namaza yabancıdır” (Maun suresi) ayeti ile ifade edilmektedir.

Namaz bir taraftan bedensel disiplini sağlarken, diğer taraftan bilinci aydınlatıcı ayet manalarının tekrarlanması ile de zihni “şimdi” de tutarak, insanın tüm yaşamına bedenen ve ruhen şekil veren çok önemli bir çalışmadır. Bu çalışmayı hakkını vererek uygulayan bir müddet sonra getirilerini tüm yaşamında otomatikman hissetmeye başlar. 

Yani namaz ötedeki bir tanrıya zahmet ve külfet ile yapılan bir tapınma ritüeli değildir. Kıymetini bilen için Allah’ın kullarına bir lütfu olan, gerçek bir “farkındalık ve aydınlanma” çalışmasının en gelişmiş, en son modelidir. Fark edip de, değerlendirebilene!.. 

Dinde sistem ve düzenin gereği olarak bize teklif edilen ve ibadet adı altında toplanan bir takım çalışmalar söz konusudur. Bize teklif edilen bu çalışmalar kesinlikle farkında olmalıyız ki bizi gerçek amaca ulaştıracak olan araçlardır. Ancak toplumlar, hedef saptırılması yüzünden, araçları amaç edinmişler, amaçları unutup, araçları asıl olarak kabullenip, beyinlerini bunlarla bloke edip, hakikatten mahrum kalmışlardır.

Halbuki din(sistem) de yapılması teklif edilmiş olan fiiller, çalışmalar insanı belli amaçlara ulaştırmak içindir. İşte bu yüzdendir ki düşünebilen varlıklar olarak bizlerin araçlara başvururken diğer yandan da amaçları çok iyi kavramamız gerekmektedir.

Not: Namaz ikilikte kılınır. Yani siz namaz ibadetini yerine getirirken ben ve Allah bilinci ile namaz kılıyorsanız, bu bir hukuk, düzen(şeriat) gerektirir. Kimse etrafınızda olmasa bile Allah sizi görüyordur. Onun için örtünüp, tesettüre girilerek, yöneldiğine saygı gösterilerek bilinçsel konsantrasyon sağlanmış olur. Bu şeriat ehlinin namazıdır.

Ne zamanki bilinçsel olarak benlik tamamen yok olup, fenafillah(Allah'da yok olma) mertebesine ulaşılır. "Hz.Muhammed(sav)in miraçta ulaştığı "Dur!. Rabbin Namazdadır" (kılanın içinde olmadığı namaz) yaşanır. Yani "Hiç" olunur. Hiç olanında örtüye, zamana, mekana ihtiyacı kalmaz. Bu daimi namazda olan hakikat ehlinin namazıdır. Onların her anı namazdır.Bu durum, Hakkel yakine erenin, mardiye makamında olup "mutu kablel ente mut"(ölmeden evvel ölenin) halidir. 

Yorumlar