Evrensel sırları bilimle anlamak - Alemler hayaldir
Din ve bilim konusu geçmiş de olduğu gibi, günümüzde de birbirleri ile hiç alakası olmayan iki ayrı şeymiş gibi algılanarak, değerlendirilmektedir. Bilim ve din arasında çatışma ya da çelişkiler görülmesinin ana nedeni, dini anlatımlardaki sembollerin ve mecazların hakikat sanılmasından kaynaklanmaktadır.
Oysa, din zaman içerisinde gelişen bilimin tespitleri ile anlaşılabilecek evrensel yasalar ve bu yasalarla uyumlu olarak hareket edebilmeyi sağlayan bilgilerin, yeterli veri birikimine sahip olmayan insanlara mecaz ve semboller içine kodlanarak anlatımıdır.
Bilim ise dinin önceden sembollerle ifade ettiği evrensel yasaları farklı metot ve araştırma yöntemleriyle, bilinenden yola çıkmak suretiyle, uzun ve çeşitli aşamalardan geçerek nedensellik kuralları içerisinde tespit ederek, zamansal bir süreç sonunda teorik ve pratik olarak bilinir kılma işlemidir.
Örneğin, kutsal kitaplarda özellikle Kur’an da önemle ifade edilen varlığın tek oluşu, var olan her şeyin aslında hayal olduğu ve İnsanın seçimleri ile yaptığından sorumlu olduğu şeklindeki İfadelerin günümüz modern bilimi tarafından teorik olarak bilinir kılınmış gerçeklerdir.
Atom altı fiziği dinin asırlar önce bildirdiği, yaratmak, yaratılmak, teklik, kader, cennet, cehennem, vb. gibi kavramların bilimsel açıklaması ile birlikte varlık algısını oluşturan maddenin bir hayal olduğu gerçeğinide günümüzde insanlığa bilimsel olarak keşfettirmiştir.
Şartlanmalarımızdan bilincimizi arındırmayı başardığımızda, dinin asırlar önce söylediği ve yüzlerce yıl sonra bilimin tespit ettiği hakikatleri karşılaştırdığımızda ikisininde aynı şeyleri söylemekte olduklarını görürüz.
Din diyorki; Allah, içi, dışı, merkezi olmayan, sınırsız, doğmamış, doğurulmamış, yaratılmamış (ahad) tek olandır ve birimler (algılar) suretiyle dilediğini yapmaktadır. Algı ile oluşan birimlerin kendilerine has ayrı bir varlıkları yoktur. Allah'ın manalarına sadece yaratılmış algısı ile ayna görevi yaparlar, manaları yansıtırlar. Yansıyan varlığını, yansıtandan aldığı için hayalden ibarettir.
Günümüz biliminin tespitleri doğrultusunda baktığımızda modern bilimi oluşturan atom altı fiziğide “evrensel düzeni” parçalara bölünmeyen, sınırsız, kendisinden başka hiçbir şeyin mevcut olmadığı her zerrede, bütünün tamamını barındıran “holografik, tek, tümel dalga bir yapı”olarak ifade etmektedir.
Atom altı fiziğine göre evresel yapı, dalga (yaratılmamış) ve parçacık (yaratılmış) olmak üzere iki farklı durumda bulunabilir. Bilim, farklı iki ayrı şeymiş gibi görünenin aslında tek olanın farklı algılanış biçimleri olduğunu ve bu farklılığın algılayanın algılamasından kaynaklanan ona has özel bir durum olduğunu söylemektedir. “Elektromanyetik atom altı dalgaları, parçacık gibi davranabilir ya da parçacıklar dalga gibi davranabilir.” (Kuantum fiziği dalga-parçacık ikiliği prensibi)
Fakat bu tek kaynaktan oluşan iki özellik (dalga ve parçacık) aynı öze sahip olmalarına rağmen aynı anda algılanıp, gözlemlenemezler. Yani, madde (yaratılmışlık) algılanıp, gözlemlendiğinde, dalga (yaratılmamışlık) algılanamaz.
Bu yüzden madde algısındaki bilinç, sonsuz, sınırsız, zamansız olma durumunu algılayamaz dolayısı ile de deneyimleyemez. “Atom altı yapı aynı anda hem dalga hem parçacıktır. Fakat ölçmeye veya gözlemlemeye kalkarsanız ya dalgayı ya da parçacığı bulursunuz. İkisi aynı anda saptanamazlar.” (Heisenberg belirsizlik İlkesi)
Buradaki varlık dalganın parçacık “yaratılmış” hali, Allah ise “yaratılmamış” dalga özelliği misali gibidir.
Yaratılmamışlık, Allah’ın fıtratıdır. Doğmamıştır, doğurmamıştır, zaman ve mekan ile kayıtlı değildir. Her an eş zamanlı her yerde, sınırsız olasılıklara sahip, tek, bir yapıdır.
Yaratılmamışlık, Allah’ın fıtratıdır. Doğmamıştır, doğurmamıştır, zaman ve mekan ile kayıtlı değildir. Her an eş zamanlı her yerde, sınırsız olasılıklara sahip, tek, bir yapıdır.
Yaratılmış, olarak kabul edilen madde varlık ise algı neticesinde algılayan bilinç tarafından Allah’ın fıtratından yansıyan imge (hayal) ile sadece algılayan tarafından var sanılmaktadır. Aslı rüya gibi hayaldir.
Sınırsız olan, terkipsel algı (hayal) ile oluşan birimler vasıtası ile manalarını içten, dışa projekte edip, yansıtmak suretiyle seyrederek, dilediğini yapmaktadır. “Sana kulluk ederiz” (Bizi var ediş gayene, programlamana göre ne gerekiyorsa onu yerine getirmek suretiyle görevimizi yaparız.) (Fatiha suresi)
Bu iki oluşum içerisinde gerçek, asıl olan yaratılmamış dalga özelliğidir. Çünkü madde olarak gözlemlenen bu asıl olandan yansıyan, sınırlı kapasitedeki manalardan oluşan hayalden ibaret bir imgedir.
Dalga hali; algılama olmadığında atom altı yapı “mekansızlık prensibi” gereği aynı anda evrenin her yerinde yaratılmamış sınırsız, sonsuz, hiç bir şeye ihtiyaç duymayan, eş zamanlı, alternatif sonuçları içinde bulunduran, tek, bir dalga yapı olarak bulunur. Dalga yapının olduğu yerde parçacık, madde namına hiç bir şey yoktur. Bir ucuna dokunulabilse, aynı an da her tarafına dokunulmuş olur. Burası zaman, mekan ve nedensellik kavramlarının olmadığı sonsuz enerjiye sahiptir.
Parçacık hali; Kral Midas’ın dokunduğu her şeyin altına dönüşmesi misali gibi algılayan veri tabanı algıladığı an da, bu algıyı dışa projekte edip, yansıtarak, zihninde oluşan imgeyi yaratılmış madde olarak hissedip, algılar. Yani bilinç altında ne düşünür, neyi algılarsan o manayı yaşamında fiil olarak bulursun.
Çünkü soyut dalga alemde her an gerçekleşen algılamalar (düşünce, niyet, vb.) enerji dalgalarını ışık hızı altına çökerterek, kuantlaştırması sonucu kişide sanal bir ben duygusunu, zaman akıyor hissini, bilincin “ben” ile olan farkındalığını, benin iç dünyasını ortaya çıkarır. Bu da kişide otomatikman madde algısını oluşturarak onu zaman ve mekan ile sınırlar.
Oluşan bu algı, her boyutta (dünya yaşamı, rüya, ölüm ötesi) geçerlidir. Bundan dolayı insan kendisini sadece madde beden zannı ile tanıyıp kabullendiğinde, tüm bulunduğu boyutlardaki algılaması da maddeye ve zamana dönük olmaktadır. Bu da maddenin çekim alanı içerisinde olmak, oranın yasaları ile sınırlı olmak demektir.
Algılayan bilincin oluşturduğu bu madde algısı aslında gerçek değildir. Maddeymiş gibi algılanan rüyada olduğu gibi bir zihin illizyonudur. Algı, sadece dalga içinde var olan sınırsız olasılıklardan birine veri tabanı doğrultusunda madde zannı vermiştir. Yani yaratılmış madde algılayanın zannıdır, hayaldir ve algılayan bilince göre var sanılmaktadır.
”Atomaltı fiziğinin belirsizlik ilkesince fiilin tüm olası, alternatif durumları dalgasal biçimde mevcuttur ve gözlemciden (algılayandan) etkilenir” (Heisenberg belirsizlik ilkesi)
Dalga yapı eş zamanlı olarak alternatif neticeleri içinde barındırdığı için algılayan bu durumlardan veri tabanı doğrultusunda seçimini yaptığı bir tanesinde yer alır ve bunu yaşamı olarak algılayarak dünyam dediği kozasında (beden kabrinde) rüyada olduğu gibi yaşar.
Madde ve dolayısıyla zaman ile sınırlı algı illizyonun farkına varan birim bu durumun mutlak bir gerçek olmadığını, göreceli bir algı (hayal, rüya) olduğunu anladığında uykusundan uyanır ve yaşadıklarının madde ve zaman ile sınırlı bir hayal olduğunun farkına varır.
Bunu idrak edenin, Kur’an’daki “Kehf ehli” gibi zaman saati durmuş o canlı bir heykel (hiç) olmuştur. “Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar. İçlerinden biri:“Mağarada ne kadar uyuyup kaldınız? dedi. Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık dediler.” Onları nasıl uyuttuysak, yine biz onları dirilterek uyandırdık)” (Kehf suresi/19-25)
Bir olanın iki görüldüğü bu alemde insan, kendi hayalinden ibarettir. Aslını göremediği için gördüğü hayalini hakikat zannetmektedir. İnsan ne zaman işin aslını fark eder, bunun bir hayal olduğu bilinci ile yokluğunu fark eder ve kendisini bu hayal perdesi ile kayıtlamaktan vaz geçerse o zaman Allah ortaya çıkar ve komutayı tamamen alır. Kün feyekün (Ol deyince olur)
Ne gerek var aslında bunca söze anlayana Yunus'un dediği gibi "Kaldır beni aradan, ortaya çıksın Yaradan"
Bir olanın iki görüldüğü bu alemde insan, kendi hayalinden ibarettir. Aslını göremediği için gördüğü hayalini hakikat zannetmektedir. İnsan ne zaman işin aslını fark eder, bunun bir hayal olduğu bilinci ile yokluğunu fark eder ve kendisini bu hayal perdesi ile kayıtlamaktan vaz geçerse o zaman Allah ortaya çıkar ve komutayı tamamen alır. Kün feyekün (Ol deyince olur)
Ne gerek var aslında bunca söze anlayana Yunus'un dediği gibi "Kaldır beni aradan, ortaya çıksın Yaradan"
Tabii ki!.. Bunlar, kafa gözü ile değil, basiret sahibi, bilinçli, bir şuurla fark edilecek hakikatlerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder