Farkındalık merkezi - Kalp gözü - Basiret

İnsan, beynin de oluşturduğu veri tabanı ile sınırlı yaşamı dünyası olarak algılayıp, varlığını sürdürürken aynı zamanda da aklını iyi kullanabildiği oranda özün deki hakikati algılayarak, yaşamına geçirebildiği oranda mükemmele ulaşabilme imkanına sahip özel bir varlıktır.  

Günümüzün materyalist dünyasında akıl etmenin, beyinsel bir faaliyet olduğu zannedilmektedir. Oysa ki!. Bu büyük bir yanılgıdır. Akıl etmek beynin değil, kalbin önemli bir eylemidir.

Çünkü “Kalp” İslama göre de aklın ve bilginin kaynağıdır. “Onların kalpleri vardır, akıl ederler” (Hacc Suresi 46) ayetinde olduğu üzere, aslında akıl etme dediğimiz eylem kalbin bir işlevi, kalbin bir melekesidir.

Kalp ile ulaşılıp hakikatin görüldüğü, aklın ileri derecedeki haline de bu yüzden tasavvufta “aşk” denilmektedir. Bundan dolayı da, İslamda kalp, daima sevgilinin konaklayacağı yer "beytullah" olarak görülmüştür.

Genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda oluşan beyindeki veri tabanı, dışarıdan gelen verileri kapasitesi oranında değerlendirip, sentezleyerek, bir şeyi bir şeye bağlar. Yani "materyalist akıl" vasıtası ile sınırları oranında bir sonuca gider. 

Aslında, bu akıl veri tabanındaki belirli sınırlamalara, yasalara bağlı olarak çalıştığından, algıladığı aysbergin görünen kısmıdır. Bu yüzden insan sadece bu şekilde algılamaya çalıştığında bütünün çok az bir kısmının farkına varabilir. Çünkü, bu akıl, beş duyu ile sınırlarının ötesini algılayıp, ruhani, mistik, vb. olayları dünya(sın)da açığa çıkartamaz.

Bu yüzden icat edici özelliği ile insanlara faydalı olan, çok akıllı olarak kabullendiğimiz bir çok bilim adamının, alimin bütünlüğü, tekliği fark edip, evrensel sırları algılamaları ve bunu yaşamaları, arif olmaları mümkün olamamaktadır.

Bu olmadığı zaman günümüzde olduğu gibi dünyanın en gelişmiş ülkesinde, en iyi eğitimi almış olsa bile insanlar hakikati algılayamayıp, bir çok metaforik anlatımı (Armageddon, Mesih, Mehdi, vb.) hakikat zannedip, insanlığı felakete götürebilmektedir.

Bu insanlar her türlü akli becerilerine rağmen, içinden çıkamadıkları bireysel ben algısı yüzünden hakikati algılayamadıkları gibi, artarak devam eden ben, ego kayıtlı yaşamları ile ördükleri kozaları ile bilinçlerini örtmektedirler. 

Bu durumun aksine, bazen de hiç tahsili olmayan, okuma yazması dahi olmayan insanlar, kendilerinde oluşan farkındalıkla evrensel sistemi bir şekilde okuyarak, bütünselliğe, yaşama, insana ait muazzam tespitler, deyişler ortaya koyabiliyorlar. Çok akıllı geçinen insanların dahi algılamada zorluk çektikleri evrensel hakikatleri çok rahat algılayıp, ifade edebiliyorlar. Tarihte peygamber, veli, ermiş, aziz, vb. olarak ifade edilen bu tür bir çok insanın binlerce yıl önce farkına varıp, dile getirdiği evrensel hakikatleri insan ancak bugünün gelişmiş bilimi anlamaya çalışıyor.  

İşte demek ki, sadece bilgi ve akıl, bütünü algılayabilmek, evrensel sistemi okuyabilmek için yeterli olamamakta, bunun için farklı bir mekanizmanın oluşması gerekmektedir.

Beş duyu ötesini idrak edip, algılayabilen farkındalık merkezi kalp ve beyin bağlantılı “bilinç”dir. Bilinçin algılayarak, madde ötesini görme özelliğine “kalp gözü” veya “basiret” denir. “Basiret” gelen data yüklü sinyallerin kişi de var olan ilim, veri tabanı tarafından değerlendirilmesi olayıdır.

“Kalp (fuad)” ile bağlantılı beyin, evrensel bilinç ile insan arasındaki köprüdür. İnsanda oluşan yüksek “farkındalık” kalp nöronları ile bağlantılı beyindeki değerlendirme merkezi epifizin (kalp gözü) açık olup, olmamasından kaynaklanmaktadır.

İnsanın bütünselliğe “bilinç sıçraması”  yapabilmesi için “kalp” ile beyindeki “epifiz” bölgesinin bağlantısının açık olması gerekir. Bu kanal (kalp gözü) kapalı olduğu taktirde insan bütünselliği  algılayamaz.  Bu olay Kur'an’da“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de gerçekleri görmeye engel bir perde vardır; böylelikle gerçeği görmezler”(Bakara suresi/7) şeklinde ifade edilmiştir.

İnsan beyninde olduğu gibi kalp ve bağırsak bünyesinde de çok sayıda nöron (sinir hücreleri) bulunmaktadır. Bu bölgedeki nöronların toplamı otuz milyar kadardır. Bir nöron aynı anda iki yüz binden fazla bilgiyi nakledebilmektedir. 

Bu nöronlar beyin ile bağlantıya girerek bir internet iletişim ağı (network) gibi çalışırlar. Beyindeki diğer nöronlar ile iletişime girerek beyinde lokal algı bölgeleri oluştururlar. Bu bölgelerin oluşturduğu algılama ile de duygu ve düşünceler oluşur. İnsan oluşan bu algı bölgelerinin birbirleri ile kurduğu iletişim sayesinde oluşan kalp gözünün (basiret) kapasitesi oranında “evrensel sistemi” algılayarak görür ve değerlendirir.

Ne kadar çok nöron birbiriyle bağlantıya girebilirse o oranda beyinde bir network, iletişim ağı oluşur. Bu da insanda daha fazla bilgi edinme, öğrenme,  düşünme ve algılama kapasitesinin artmasına neden olur. İletişim yoğunlaştıkça bölgesel nöron grupları arasındaki kopukluk da ortadan kalkar ve daha çok nöron hücresi birbirine bilgi aktarır. Bu da daha fazla fark etmek, daha fazla algılayarak (kalp gözü) görebilmek demektir. 

Bölgeler arasındaki bağ tesis edildikçe yani ağlar genişledikçe, algılama alanı büyür. İnsan beş duyu ile algılayamadığını (gayb-ı) fark eder, algılar hale gelir. Algılama kapasitesi arttıkça insandaki kısıtlı duyu organları neticesinde oluşan benlik de azalır. Çünkü kalp gözünün (basiret) kapasitesi artıp, büyük resim netleştikçe artan farkındalıkla, kişi hakikati algılayarak, bireysel hiçliğinin farkına varır.

Yakın zamana kadar insanlar farkındalığın sadece beyinde oluştuğunu düşünmekteydiler. Fakat, son zamanlardaki bilimsel araştırmalar göstermiştir ki!..“Farkındalık” denilen şey, beyin ve vücutta ki belirli organların işbirliği ile oluşmaktadır. İnsan beyni, bedenin diğer organlarındaki nöronlardan gelen data yüklü elektriksel sinyallerini alıp, o ana kadar oluşmuş beyindeki veri tabanı ile yorumlayarak algılamayı oluşturmaktadır. 

Burada aynı bilgisayarda olduğu gibi, hard disk (beyin) önemlidir. Fakat bilgisayarın çalışması için işlemciye ihtiyaç vardır. Çünkü işlemci olmadan bilgisayar çalışamaz. İnsan da işlemci görevi yapan organlar bulunmaktadır. Bunlar bağırsak ve kalp nöronlarıdır. Beyin kendi içinde barındırdığı yapısından dolayı çok önem arz ediyor da olsa, kalp ve bağırsak beyinin işlevinde önemli yer tutarlar.

Çünkü, insanın algı dünyası oluşurken, bağırsak ve kalp bağlantılı iki ana kaynaktan gelen bilgi, beynin bu bölgelerle bağlantılı kısımlarınca değerlendirilerek, o doğrultuda bir çıktı oluşturur.

Gerek bağırsak, gerek kalp kendilerinde açığa çıkan data yüklü frekans dalgalarını nöronlar vasıtası ile beyindeki kendi veri aktarım bölgelerine (amigdala veya epifiz) iletirler.

Bu sırada beyin tam bir dekoder (şifre, kod çözücü) gibi çalışır. Bağırsak nöronlarının ya da kalp nöronların (fuad) ın gönderdiği frekans yapıdaki bilgileri alır, değerlendirir ve kişinin dünyasını (yaşam kalitesini) oluşturan çıktıyı dışarıya projekte eder.

Yani, beyin de “iki bilinç seviyesinden” güçlü algı çıkışı(yaratım) oluşmaktadır. İnsan hangi işletim sistemi ile beynini besleyip, uyumlu hale getiriyorsa algı (dünya) sı o bilinç katmanı tarafından desteklenerek oluşmaktadır.

Bunlardan birincisi, her şeyin birbirinden bağımsız varlıklar olarak ayrı ayrı algılandığı ayrılık ve hükmetme özellikli vücuttaki “bağırsak nöronlarından” beslenen beyindeki “amigdala” bölgesi ile bağlantılı çalışan “Nar” yapıdaki “şeytani algı boyutudur.”

Diğeri ise her şeyi bir bütün, tek olarak algılayıp her şeyin olması gerektiği gibi olduğu kabulü ve bilinci ile değerlendiren teslimiyet, tevhid esaslı “kalp nöronlarından” beslenen beyindeki “epifiz “bölgesi bağlantılı çalışan “Nur” yapıdaki “meleki algı boyutudur”.

Nöron hücrelerinin birbirleri ile iletişimini sağlayan sinapslardır. Bunların en büyük düşmanı da alkol, sigara ve uyuşturucu türü maddeler, zararlı besinler ve dengesiz beslenmedir. Bu maddeller  sinapsları tıkayarak hücreler arası iletişimi keserler. Beyinde oluşmuş lokal hücre guruplarının bu tıkanmalardan ötürü birbirlerine bağlanıp, iletişime girememesi nedeni ile beyinde kısım, kısım algılamalar oluşur. Bir bütünlük sağlanamadığı için küçük çaplı kısmi algılamalar insanın dünyasını oluşturur. Bu da kişinin yaşam içerisinde yanlış değerlendirmeler yapmasına neden olur.

Beslenme önemlidir. Çünkü, bağırsak nöronları, alınan gıdaları algılayıp değerlendirir ve bu değerleri beyne yollar. Beyindeki bağırsak nöronları ile bağlantılı amigdala bölgesi gelen bu data yüklü elektrik sinyallerini, benzer frekanstaki günlük düşük frekanslı lokal hücre gurupları ile iletişime sokar. Bu da bilinci beden ve dünyaya dönük bir şekilde aşağıya çekerek, kişiye gerçekte sınırsız, bütünsel bir bilinç varlık olduğunu unutturup, tek/ bütün olanı bilinçte ayrı ayrı birimlermiş gibi algılatarak kişide “ben ve diğerleri” algısını oluşturur.

Bu algı ile oluşan "ben varım" duygusunu koruma ve yaşatabilme gayesi de insanı "diğerleri" ile bir savaşa sokar. Kin, nefret, kıskançlık, sahiplenme, korku ve ayrılık frekansları ile beslenen bu savaşsa insana sadece ateşi "cehennemi" yaşatır. Bundan dolayı insanın yedikleri, içtikleri ve bağırsakların kontrolü, terbiyesi (oruç) çok önemlidir.

Kişinin manevi dünyasına ait zenginlikleri barındıran datalar (sevgi, güzellik, hoşgörü vb.) ile beslenen “Kalp nöronları” ise, varlığın dünya(sın)da sadece akıl ile algılayamadığı, bu yüzden bilinmeyen (gayb) olarak kabullendiği yüksek frekanslı dalgaları çözen, beyindeki “epifiz (pineal)" ile bağlantılı bir merkezdir.

Kalp beyne sürekli olarak sinyaller yollar. Kalbin beyin ile kurduğu yoğun iletişim vasıtasıyla tüm vücud kalp ile iletişim içerisindedir. Kalp, vücudun en güçlü ve geniş kapsamlı elektro manyetik alanını üretir. Tüm duygu, düşünce, niyet,  sevgi, vb. tutumlarımızın kaynağında kalp vardır.

Nörobilimciler, kalpte binlece sinir hücresi (nöron) olduğunu ve kalbin bağımsız bir sinir sistemine sahip olmasından dolayı kalbi “kalpteki beyin” diye adlandırmaktadırlar. Kalb’in, elektromanyetik alanın beynin elektromanyetik alanından 5000 kat fazla olduğunu belirtmektedirler. 

Kalbin enerji alanı beynin enerji alanından daha fazla olmasından dolayı, kalpten beyne gönderilen bilgi, data yüklü sinyaller yüksek sezgi – farkındalık, huzur – mutluluk, vb. duyguların beyinde oluşmasını sağlamaktadırlar. 

Kalp-beyin arası dengeli ve uyumlu veri iletişimi, farkındalığı arttırıp, teslimiyeti oluşturup, stresi ortadan kaldırarak insanda, yaratıcılık, huzur diye adlandırdığımız durumları oluşturmaktadır. Hz. Muhammed(sav) “Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” diyerek kalp'in önemini asırlar önce ifade etmiştir.

Epifiz bir taraftan algıyı arttırıcı, mutluluk verici hormonlar (melatonin, serotonin) salgılarken, bir taraftan da kalp nöronlarından gönderilen yüksek frekans dataların beyindeki benzer hücre gurupları ile iletişime girmesini sağlayarak, bilincin algılama seviyesini yüksek boyutlara çeker.  

Bu durum kişinin kendisini evrenin sonsuz zenginliği içerisinde, beden ötesi, sınırsız ego üstü, huzurlu, mutlu bir varlık olarak hissetmesini sağlar. Kalp nöronlarından aldığı verilerle hareket eden beyin, farkındalığını arttırıp, bilinç sıçramasını gerçekleştirerek uruç edip yükselebilir. Hadisi kutside Allah "Ben yerlere ve göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım." buyuruyor.

Bu yüzden sufiler, insanda beyni değil, kalbi esas alırlar. Kalp, ruhaniyetin, yüksek bilincin , ruhsal enerjinin açığa çıkmasına araç olarak kabul edilmektedir. Onlara göre kalp, Allah’ın insanların içine yerleştirdiği bir mabettir. Hakiki “Kâbe” dir. Makam-ı Muhammeddiyettir. Bu yüzden Muhammed ismini duyduklarında, ve belirli durumlarda bir saygı, sevgi ifadesi olarak sağ eli kalp üzerine koyarak selam verirler. 

Hz. Muhammed, “Kabe’yi” feth ettiğinde önce içini putlardan temizlemiştir. İnsanında vücut Kabe’sinin farkına varıp, onu içindeki putlardan (mal, mülk hırsı, sahiplenme, fesatlık, nefret, vb.) temizlemesi gerekir ki, orası makamı Muhammed olsun da, ona rehberlik edip, onu  Allaha götürsün, aksi durumda insanın Allah'ı bulması mümkün değildir.

      Kuran da bir çok ayet de “kalp” in önemine işaret edilmiştir.  
  • Rabbim göğsüme (kalp) genişlik ver, işimi kolaylaştır. (Fark edip, algılayabileyim ve algıladıklarımı kolaylıkla uygulayabileyim) (Taha suresi/25) 
  • Gerçek müminler onlardır ki, Allah ismi anıldığı zaman kalpleri titrer. (Enfâl suresi/2 ) 
  • Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır. (Bakara suresi/7-10)
  • Kalbin yumuşaması Kur'ân'ı okumakla onu tanımakla ve onunla amel etmekle olur. Dikkat edin kalp’ler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur. (Rad suresi/28)

     Hz. Muhammed’in en çok ettiği dualarda hep kalbe yönelik olmuştur.
  • Ya Rabbi benim kalbimi senin dinin üzere sabit kadem eyle.
  • Ey kalpleri halden hale evirip çeviren Allah’ım! kalbimize hakikat üzere sebat ihsan eyle.
  • Ey Rabbimiz bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma katından bize rahmet bahşet.

İnsanın şunu anlaması gerekir ki!..Yaşam içerisinde özgür irademizle yaptığımızı zannettiğimiz seçimlerin belirsizliğinin ardında muzzam bir belirleyici düzen vardır.  Önemli olan bunun farkındalığına vararak, teslim (islam) olabilmektir.

Yorumlar

  1. Kalbiyle hamd eden kul (Mehmet) tefekkürüyle
    (FIKRI) beyin vasıtasıyla veri tabanını arındırıp nakış nakış miraç merdivenine sarılan(SARICI) bilince ulaşmak dileğiyle. Ismin açlımı metni meydana getirmiş. Metnin özeti ise isimde gizli. Bütün meselede bu. Tesadüfmü? Bence değil.. Onca günahların karşısında kullar hepten hezeyana uğramasın diye teraziyi az buçuk dengelemek için altın mahiyetinde sunulan ilim sanki...
    Internette okumadığım araştırmadığım perspektif, felsefe, hakikate ve manaya dair bilgiler kalmadı. Fakat bu kaynak başka. Teşekkürler. Sorularım var tanışmak görüşmek isterim. Selamlar

    YanıtlaSil

Yorum Gönder